Salı, Mart 30, 2010

18

Kayserispor'un Portekizli golcüsü Aziza Makukula (evet Aziza, durduk yere arıza çıkartmak niyetinde değilim, ancak TFF'de Aziza yazıyor dileyen buradan baksın) Trabzonspor'la oynanan son maçta attığı golle toplam gol sayısını 18'e çıkardı.

Kayserispor'un puan tablosuna baktığımızda 38 golü var. Bunlardan 18'i Makukula'ya ait. Tabii toplam gol sayısı hesaplanırken Ankaraspor'dan gelen golleri de unutmamak lazım.

Öte yandan hali hazırda Süper Lig'in en az gol atan takımı olan Manisaspor'un ise toplam gol sayısı 21. Ankaraspor maçından gelen 3 golü çıkartacak olursak, Manisaspor'un şu ana kadar attığı gol sayısı Makukula'nın ligde tek başına attığı gol sayısına eşit.

Türk spor medyası çok sever böyle kıyaslama haberlerini. Hani şöyle, "tek başına takım gibi" biçiminde sunulan haberler vardır ya, hep özenmişimdir. Bir tane de ben yazayım. Çok mu oldu allasen?

Pazar, Mart 28, 2010

Selçuk İşi Bitirdi


Derbide Fenerbahçe maçın nerdeyse tamamında takım olarak iyi mücadele etti, iyi oynadı ve bir derbide, bilhassa deplasmanda oynanan bir derbide yapılması gereken çoğu şeyi yaptı. Maçı da bu sebeple hak ederek kazandı.

Bu maçın ardından şöyle olsaydı, acep yine böyle olur muydu? biçiminde sorular soranlar çıkacaktır ama futbol nihayetinde skor oyunudur ve tabelaya baktığınızda bu gece kazananın adı yazıyor. O da Fenerbahçe!

Orta sahada diri olan, maçı sakin götüren, gol yemeyen ve öyle ya da böyle bir şekilde golünü atan taraf olan Fenerbahçe bu maçı hak etmiştir. Rijkaard'ın Arda hamlesi maçın dönüm noktası oldu denebilir. Ciddi bir risk aldı ama tutmadı. Selçuk'un golünde de Galatasaray'ın orta sahasının piyasada olmayışı gecenin Galatasaray adına özetidir. Muhtemelen çoğunluk Leo Franco'ya kilitlendi, ki haklılar da, çok ciddi bir hatadır ama diğer yandan bunu da görmek lazım.


Fenerbahçe'de iki oyuncu için ekstra şeyler yazmak gerek. Birincisi Selçuk. Yerden yere vurulan bir oyuncu. Çok büyük hatalar yaptığı ve futbolunu beklenen şekilde geliştirmediğine dair yapılan eleştirilere katılmak mümkün ama öte yandan onunla aynı mevkiide oynayan diğerlerinden (Emre hariç) eksiği olmadığını da söylemek mümkün. Ve bilmem ne kadarınız katılıyor bu tespite ama çoğunlukla derbilerde soğukkanlı oynadığını ve skora etki eden güzel şeyler yaptığını da görüyoruz. Belki Selçuk haftaya Kayserispor maçında ilk top kaybında ıslıklanacak, yuhalanacak ama böyle ehemmiyetli maçlarda çok az hata yapıyor, ayakta kalmayı başarıyor. Bu da mühim bir detaydır. Hatta şakayla karışık Selçuk için "Büyük maçların büyük oyuncusu" diyorum (bkz.Lyon, Galatasaray maçları). Zorluk seviyesi yüksek olan maçlarda oynasın, diğer maçlarda kulübede otursun diye bir teklifim var hatta onun için. Katılanlar? Katılmayanlar?

Bahsetmek istediğim diğer oyuncu ise Volkan. Ne güzel bir kurtarış yaptın. Belki de maçı kazandıran diğer olaydı o kurtarış ama sen gidiyorsun, saçma sapan bir şekilde hakemin Baros'a kart göstereceği anda Baros'a dikleniyorsun, ortalığı toz duman ediyorsun. Daha sonra da kartı yiyorsun. Yaptığın hareketin mantığı var mı Volkan? Kendinde misin be birader?


Lig çok garip bir hal aldı. Her hafta zirveye dair yorumlar, tahminler değişiyor. Net bir şey söylemek güç görünse de Bursaspor'un hala bir adım önde olduğunu söylemek abes olmaz. Fenerbahçe'nin iyi kullanabilirse ciddi bir fikstür avantajı hala var. Beşiktaş ise gerilerden iyi koptu da geldi. Şu an en dezavantajlı konumda Galatasaray var.

Fenerbahçe evinde Kayserispor'u yenerse oradan gelen üç puanla ve akabinde Ankaraspor'dan gelen üç puanla birlikte altı puanı alıp, biraz rahatlayacak ve rakiplerinin puan kayıplarını bekleyecek. Kağıt üzerinde böyle hesap kitap işlerine girmek kolaydır denebilir, ama böyle de bir avantajı var Fenerbahçe'nin. Mühim olan bu avantajı skorlara da yansıtmak olacak. O konuda da gol yememeye devam edip, eninde sonunda rakip kaleye bir tane attığınız takdirde başarılı oluyrosunuz bu ligde zaten.

Kazanmak güzeldir. Ezeli rakibi yenmek güzeldir. Tribünde de kazanmak güzeldir. Takımın yaptığı paslaşmalar, deplasmanda "oley" çekmek de işin kremasıdır. Orada, tribünde olanların ayağına, yüreğine sağlık...

Cumartesi, Mart 27, 2010

"One Man, One Decision, One Desire"



Pablo Francisco - Previewman parody
Link: http://www.youtube.com/watch?v=ZPBvFXf9Q2U

"Timsah, Belediye'nin Çukuruna Düştü!"


Bursaspor için "hele bir de skor olarak geriye düşsünler, şampiyonluk yarışında ne kadar iddialılar onu görelim" diyenler dün gece için kısmen haklı çıktı denebilir. En son Kadıköy'de skor olarak geriye düşen ama son dakikaya kadar maça asılan bir Bursaspor izlemiştik. O gün bu imtihanı başarıyla geçmişlerdi ve ülke futbol kamuoyunu şampiyon olma olasılıkları konusunda ümitlendirmişlerdi. Gerçi o maçta Fenerbahçe'nin performansı da aldatıcı olmuş olabilir. Bunu da bir yere not etmek gerek. Yine de iyi bir referanstı.

Aslına bakarsanız dün gece bilhassa ilk yarım saatte Bursaspor gayet iyi futbol oynadı. Yaptığı presle rakibi hataya zorladı ve Sercan ofsayt sorununu aşabilseydi, maçı erkenden bitirebilirlerdi ama giden bir maçın ardından, "şu şöyle olsaydı" gibilerinden yapılan yorumların, yengemin sakalı olsaydı falan filan... şeklinde devam eden o meşhur söylemden farkı pek yok.

İlk yarım saatte maçı kazanma konusunda arzulu olan Bursaspor'un, o bölümde ciddi hatalar yapan İ.B.B'den iki gol yemesi ise gecenin en ilginç olayıdır. Ve buna ek olarak Hüseyin'in iki golde de yaptığı basit hataları görünce, şampiyonluğa oynayan takımın ilk on birindeki bir topçunun bu kadar basit hatalar yapması ancak bizim ligimizde olur biçiminde yorumlanması da mümkündür.

Maçın ilk yarısı gayet hareketli ve maçı seyredenler için keyif vericiydi. Futbol katili Olimpiyat Stadı'nda bu tarz maçları az görmüşüzdür. Bu da gecenin şaşırtıcı detaylarından. Lakin, ikinci yarı için ilk yarıya dair söylediğimiz olumlu şeyleri söylemek pek mümkün görünmüyor. Belki ikinci yarının başında kısa bir süre yine Bursaspor'un etkili olduğunu söylemek mümkün ama bu bölüm de pek uzun değildi. Sercan'ın sezonun en kötü performanslarından birini ortaya koyduğunu belirtmek abes olmaz. Volkan Şen dışında, Bursaspor'un ikinci yarıda ofansta etkisiz kaldığını da eklemek lazım.

Oyunun ninni moduna geçtiği dakikalarda "İ.B.B acaba karambole bir gol daha atar mı?" düşüncesi de maç izlediğimiz ortamda gündeme geldi ama daha sonra başka gol olmaz fikrinde birleşmişken ve Bursaspor'luların "bu maç gitti hafız" diye birbirlerine söylendiği dakikalarda en beklenmedik şey oldu İ.B.B savunmasının bir anlık kademe hatası Volkan Şen'in şık golüne, bu gol de son on dakikayı hem tribünlerdekilerin, hem de ekran karşısında maçı izleyenlerin sahaya heyecanlı gözlerle bakmalarına sebep oldu. Ne var ki, Bursaspor taraftarının Kadıköy'deki gibi 2-0'dan 2-3 olur mu beklentisi tutmadı. Fenerli, Cimbomlu ve Beşiktaşlının istediği oldu denebilir. Maç 2-1 bitti. Şimdi önce bugün Beşiktaş'ın maçı ve ardından yarınki derbi daha bir önemli hal alır oldu.

Bursaspor'un hala avantajı büyük ama kendilerine oyun anlamında ciddi ciddi kafa tutan bir takım olan İ.B.B engelini aşamamaları, bundan sonra oynayacakları rakipleri için iyi bir referans oldu. Bunu da görmek lazım.

Bu maça dair son yorumu İ.B.B için yapalım. İ.B.B'yi tribünü olmadığından ve belediye takımı olmasından dolayı sevmiyoruz ama takımın mücadesi ve futbolu takdir-e şayan doğrusu.

not: Başlık için vdgrl'e teşekkürler...
foto: Hürriyet Spor

Perşembe, Mart 25, 2010

Kupa Finaline Doğru

Ülkede şu takımı zorlasa zorlasa bir tek Eczacıbaşı zorlar yorumları yapılır. Bunu diyenler haklıdır da. Lakin işi ciddiye alırsa Fenerbahçe'yi, Eczacıbaşı bile yenemez demek de mümkün. Belki 2. setin genelinde tedirgin edici bir performans oldu ama nihayetinde sonunda bu seti alan da yine Fenerbahçe oldu.

Türkiye Kupası yarı final ilk maçında Eczacıbaşı'nı evinde 3-0'lık skorla devirmek süperkulade bir hadisedir. Rövanş için de büyük avantaj öte yandan.

Melekler'le gurur duymaya devam...

Not: Futbol takımının kupa yarı finali mesaisi üzerine ekstra bir yazı yazmaya gerek yok. 2-0 iyi sonuç kağıt üzerinde ama Bursaspor'la oynanan rövanş maçını unutmamak lazım. Bir de rahmetli Özhan Canaydın'a yapılan saygı gösterisi de gecenin akılda kalan hoş detaylarındandı. Resmi sitenin bir pankart üzerinde oynama saçmalığına ise diyecek laf bulamıyorum.


Çarşamba, Mart 24, 2010

Bu Kapağın Altında Sadece Bira Yokmuş


Efes Pilsen sponsorluğunu iki yıl uzattı

Efes Pilsen, Fenerbahçe Kulübü A Futbol Takımı ile sponsorluk anlaşmasını iki yıl daha uzattı.

Fenerbahçe'nin 8 yıldır resmi sponsoru olan Efes Pilsen'in, yapılan anlaşma ile 2 yıl daha sarı-lacivertli futbol takımının resmi sponsoru olduğu kaydedildi.



***

Koskoca Fenerbahçe Kulübü demek ki Efes Pilsen'den gelecek paraya muhtaçmış.

Şimdi şunu sormak gerek; Efes Pilsen'le yaşanan onca şeye rağmen hala bu anlaşma uzatılıyorsa, buna sizce ne denir?

(Ahmet Çakar mode on) Bakın beyler burada herhangi bir ticari kurumdan değil, Fenerbahçe'den bahsediyoruz. Yahut yanılan benim, birileri ne yazık ki ısrarla Fenerbahçe'yi ticarethane gibi görmekte.

Salı, Mart 23, 2010

Özhan Canaydın ve Bogdan Tanjevic

Özhan Canaydın memleketin alışılagelmiş kulüp yöneticisi profilinin dışında olan biriydi. Eminim bugün herkes onun ardından "beyefendi, centilmen, sportmen" kelimelerini söyleyecektir. Bunları söyleyenler haklıdır da. Gerçekten de Özhan Canaydın bu üç sıfatı da layıkıyla taşıyan bir isimdi.

Allah rahmet eylesin. Başta kederli ailesine ve Galatasaray camiasına başsağlığı dilerim.

Ve Tanjevic...

Koskorcuk'un blogunda onun için yazdıklarını da aynen yazıyorum buraya,

"Dayan inatçı ihtiyar.
Kimseyi dinlemezsin, burnunun dikine gidersin biliyoruz.
Bu sefer kanserin üstüne git ve kazan hayatının maçını.
Sen iyileşene kadar söz "istifa" diye bağırmayacağım."

Cumartesi, Mart 20, 2010

Bu Da Bana Kapak Olsun vol.3


İçimden maç öncesi, "Şimdi ben dün Güiza'nın Pes'te kaçırdığı gol videosunu blogda paylaştım ya, eleman gider bu maçta 30 metreden falan sallar bir tane, apışıp kalırım öyle" diye geçirmek ve 30 metre olmasa da Güiza için gayet uzun sayılabilecek bir mesafeden, harika bir vuruşla gelen golle kapak efektini gülerek hissetmek. Maçın benim adıma özeti budur. Onçün, uzun uzun yazmaya gerek yok bu maça dair.

Her Fenerbahçelinin takıntılı olduğu futbolcular vardır. Kimi Deniz'i her daim eleştirir, kimi Selçuk'u misal. Benim de Güiza'yla geçtiğim dalganın haddi hesabı yoktur. Bir kısmına blogda şahit oldunuz zaten. Şimdi onca laf ettiğim, dalga geçtiğim adamın attığı bu golün ardından bir müddet susmak lazım. Bazen susmayı bilmek de bir erdemdir. Bu da öyle anlardan biridir.

Şöyle bir iki maç geçsin, ondan sonra dayanamayız, konuşuruz ama yine.

Uçan Hollandalı'ya özel not: Bizim iddia hala geçerli değil mi ? Sanırım senin iddia ettiğin gol sayısına 3 gol kaldı. Yanılmıyorum öyle değil mi?

Bu Da Gol Değil Be!


Bazı oyunların bu kadar çok gerçekçi olması şaşırtıcı, di mi Güntekin?

Perşembe, Mart 18, 2010

Onu İyi Dedin Bak


''Takım kötü oynuyor ve değişikliğe ihtiyacı var. Sanki batan bir gemi. Burada geçirdiğim iki yıllık süre içinde Benitez, bir kez olsun bir oyuncuyla konuşarak durum değerlendirmesi yapmadı. Kendisinin patron, geri kalan herkesin sağır olduğunu düşünüyor''

Albert Riera

18 Mart

Çarşamba, Mart 17, 2010

'The Godfather' Makamı

Fenerbahçe Yarı Finalde!


Voleybol Bayanlar Türkiye Kupası'nda yarı finale çıkmak, hele bir de bunu Galatasaray'ı eleyerek yapmak, gerçekten de paha biçilemez.

Meleklerle gurur duymaya devam...

FENERBAHÇE -GALATASARAY: 3-1

Salon: TVF 50. Yıl

Hakemler: İlhami Şenyurt, Hikmet Ay

Fenerbahçe : Çiğdem, Gamova, Natasa, Eda , Dirickx, Seda, Nihan (L), Songül, Blom, Naz

Galatasaray: Özlem, Djirisilo, Valeska, Krismanovic, Elif, Dilara, Ayça (L), Bahanur, Neslihan, Gözde, Burcu

Setler: 24-26, 25-22, 25-14, 25-20

Süre: 107 dakika (28-27-24-28)

Salı, Mart 16, 2010

"İnönü'de Galatasaray Formalı Taraftarlar Boy Gösteremeyecek"

Beşiktaş ve Galatasaray tribünlerinin arası rahmetli Mühendis Oktay meselesiyle açılır, daha sonra bu olay kötü bir anı olarak her daim hatırlanıyor olsa da, bir şekilde iki tribünün arasının kanlı bıçaklı olmadığı bilinir. Elbette kimse kanlı bıçaklı ortam olsun istemez. Derdi adam kesmek, doğramak olan kişinin yeri tribün değildir. Bunu bilir, bunu söyleriz her daim.

Şimdi ne oldu da bu konu tekrar gündeme geldi peki? Efendim, şimdi Galatasaray taraftarının iddiasına göre alkolü fazla kaçırmış bir vatandaş, geçtiğimiz pazar akşamı Ali Sami Yen kapalısında ortalığı karıştırmış. Bu kişi o kadar Galatasaraylının ortasında Beşiktaş'lı olduğunu belirttikten sonra, alkolün de etkisiyle sağa sola küfürler savurmuş. Akabinde de böyle bir ortamda yaşanması en muhtemel şey olmuş ve ortalık birbirine girmiş. Anlatılanlar ne kadar doğrudur? Bunun yorumunu geçiyoruz. Devamına bakalım. Kamil Özen isimli şahıs birden nasıl oluyorsa kapalı tribünden aşağıya düşüyor. Görgü tanıkları olan ve Galatasaray tribünlerinden tanıdığımız arkadaşların ifadelerine göre, alkolü fazla kaçıran bu eleman kendi rızasıyla aşağıya atlıyor. Bu olabilir mi? Olabilir elbet. Alkolün etkisi ve dayaktan kaçmak için bir an için böyle anlamsız bir haraket yapmış olabilir. Yine o gece tribünde olan Galatasaray'lı bazı köşe yazarları ve twitter'da bu olayı anlatan ünlülere göre Kamil Özen isimli kişi Galatasaray tribünündeki bazı kişilerce aşağıya atıldı. Bunu iddia eden kişiler aynı zamanda ortada bir linç hadisesi olduğunu da iddia ediyor. Bu olabilir mi? Elbette olabilir. Forma renklerine takılmadan yorum yapmak gerekirse, sizin stadınızda ezeli rakibinizi tutan bir taraftar gelse ve bunu herkesin içinde beyan ettikten sonra size ve takımınıza küfürler etmeye başlasa, orada siz kendinizi frenleyebilirsiniz belki ama renkdaşlarınız arasında bu kadar sağduyulu adamlar olacağını garanti edemezsiz. Bir şekilde Kamil Özen gibilerinin tabir-i caizse kamilliğine yine onun gibi alkolü fazla kaçıran birilileri sertlikle cevap verebilir. Bu bakımdan "linç edidi" iddiası da doğru olabilir.

Mevzuya şimdi iki açıdan bakmak lazım. Birincisi, Kamil Özen aşağıya mı atıldı ya da aşağıya mı atladı şu an tam olarak bilinmiyor ama ortada ciddi bir olay var. Kağıt üzerinde bu olayın yansıması şu şekildedir. Bir taraftar tribünden aşağıya düşmüştür. Eğer burada taraftarın kendi aptallığı sonucu aşağıya düştüğüne dair bir kanaat getirilirse herhangi bir ceza uygulanmaz, lakin bu taraftar her ne kadar yaptığı biraz suça davetiye çıkarmak da olsa, aşağıya atılmış ise o zaman ortaya bir güvenlik zafiyeti çıkmıştır. Geçmişte adam öldürülen ve silahla yaralanmalar yaşanılan iki maç sonucu ceza alan takımların olduğunu biliyoruz. Bu bakımdan yaşanan bu olay da aynı açıdan değerlendirilebilir mi? Eğer bir ceza uygulanırsa Galatasaray'ın bir sonraki iç saha maçı Fenerbahçe'yle olacak. Ceza verilebilir mi? Yahut bir ceza söz konusu olursa, bu karar derbiden sonraya mı ertelenir? Bunlar olası sorular. Tekrar hatırlatmak gerekirse, Kamil Özen isimli şahıs kendi rızasıyla aşağıya atlamış olabilir. Bu durumda da herhangi bir ceza uygunlaması beklenmez. (Bu arada Sporingen blogunda hadiseye ilişkin başka fotoğraflarda var. Dileyen buradan onları inceleyebilir).

Gelelim ikincisine, şimdi malum öyle ya da böyle olayda adı geçen ve aşağıya düşen ya da atılan şahsın Beşiktaşlı olma ihtimali de mevcut (belki de Beşiktaşlı değildir, ondan da tam emin değiliz). Şimdi Beşiktaş taraftarı olduğuna dair iddialar olunca, haliyle Beşiktaş cephesinden de bir tepki gelmiş. Onu da dileyen şu adresten okuyabilir dedikten sonra, olayı şuna bağlayalım. Linkini verdiğimiz yazıda Beşiktaş tribünlerince Galatasaray taraftarına dair bir eleştiri var. Haklılar ya da değiller tartışmasına dair bir yorum yapmak yerine, yazının son kısmına dikkatinizi çekmek istiyorum. Şöyle bitiyor yazı.

"Bu olaydan sonra değişen bir şey olacaktır;

Mesela İnönü’deki her Beşiktaş – Fenerbahçe derbisinde boy gösteren 3-5 Galatasaray formalı taraftar bundan sonra görülmeyecektir."


Bana bu kısım biraz garip geldi. Denebilir ki bu adamların yazdıkları bütün Beşiktaş tribününü temsil etmez. Evet, doğrudur derim. Lakin bunu iddia eden kişilerin de iddia ettikleri şeyleri yapabileceklerini unutmamak lazım. Bu olayın üzerine ne kadar gidilir bilmem ama rövanşist yaklaşımlarla karşı tarafa ceza kesmek isteyenler çıkabilir. Bu gerçeği de gözardı edemezsiniz.

Bakalım önümüzdeki günlerde Galatasaray'a bir ceza verilecek mi, yahut bahsi geçen sahsın aşağıya kendi atladığımı ortaya çıkacak? Ve tabii Beşiktaş ve Galatasaray arasındaki tribüne dair bu mesele ne boyutta gelişecek.

***

Son dakika notu olsun: Galatasaray'a 185 bin TL para cezası verildi. Bu çok güzel oldu. Tam da istediğim gibi. Bir yandan derbinin seyircisiz oynanmasına gönlüm elvermiyordu, öte yandan da Galatasaray'a ceza verilmemesini istiyordum zaten. "Kuzum, sen deli misin?" diyen çıkacaktır. Böyle düşünmemin sebebi elimize koz geçmesidir. Bundan ala koz mu olur allasen? Çok güzel oldu :)


Pazar, Mart 14, 2010

'Son 9' Analizi

Uğur Meleke'nin bugünkü Milliyet gazetesinde 'Son 9'Analizi başlıklı yazısı gerçekten dikkate değer. Devler Lig'inde çeyrek finale kalan ve bunu artık alışkanlık haline getiren takımlara dair harika tesptilerin yer aldığı bir yazı. Meleke yazısının bazı bölümlerinde ülke futbolunun gerçeklerini göz önüne getirerek bir takım kıyaslamalar da yapmış. Onlar da gerçekten dikkat edilesi noktalar.

Yazının tamamını okumak isteyen buradan okuyabilir. Aşağıda ise Meleke'nin yazısından mühim bulduğum alıntılar yer alıyor.

***

"...2004’ün olağan dışı Porto-Monaco finalinden beri Devler Ligi’nde tablo değişmiyor: Çeyrek final biletleri hep 4 büyük futbol ülkesi (İngiltere, İspanya, İtalya, Almanya) ve onlara oyuncu yetiştiren 4 takım (Lyon, Porto, Benfica, PSV) arasında paylaşılıyor. (Bu tabloya son 5 sezonda isyan eden tek ekip Zico’nun F.Bahçe’si olmuştu. Sanırım sıradaki isyankâr Blanc’ın Bordeaux’su)."

"...Bu yıl çeyrek final potasında olan 9 ekibin (M.United, Arsenal, B.Münih, Lyon, Barcelona, Bordeaux, Sevilla, Chelsea/Inter’in) ekonomik büyüklüğü, tabii ki rakiplerinin biraz üstünde. Söz konusu 9 takımın sekizi, 200 milyon euronun üstünde oyuncu değeri olan ekipler.
Lâkin 139 milyon euroluk Bordeaux kafaları karıştırıyor; hele de G.Saray-F.Bahçe ikilisinin market değerlerinin 120-130 milyon aralığında seyrettiğini görünce... Bordeaux gibi Porto da aşağı yukarı G.Saray-F.Bahçe paraları harcanarak kurulmuş ve Portekiz ekibi tam 4 sezondur üst üste gruplardan terfi etmeyi başarıyor."

"...Bu yılın 9’lu çeyrek final adayı grubunun teknik adamlarının çalışma süresi ortalaması yaklaşık 6 yıl... Söz konusu 9 takımdan sadece ikisinin (B.Münih ve Chelsea’nin) hocası bu sezon göreve başlamış. Eğer Inter de Chelsea’yi elerse, çeyrek finalist 8 takım içinde görevinde ilk yılı olan tek teknik adam Van Gaal kalacak gibi... Ömürlük kontratlı Ferguson ve Wenger’in yanı sıra Barcelona’da Guardiola, Bordeaux’da Blanc, Sevilla’da Jimenez ve Lyon’da Puel, eğer büyük aksilikler çıkmazsa 2015’te de bu yazının içinde bu takımlarla bulunmaya adaylar.
Mâlumunuz, Turkcell Süper Lig’in ilk 4 sırasını işgal eden 4 teknik adamdan henüz hiçbiri, takımlarıyla Ağustos’tan Mayıs’a bütün bir sezonu tamamlamış değiller!"

"...2009-2010’da Arsenal 2, Manchester, Barcelona, Bordeaux ve Sevilla 3, Chelsea 4, Lyon 5 transferle yetinmişler. Süper Lig’in Ş.Ligi’nde var olma savaşı veren dörtlüsünden G.Saray bu sezon 10, Beşiktaş 8, Fenerbahçe ve Bursa ise 7 transfer yapmış. Ayrıca Süper Lig’in 2008-09’da 292 yeni oyuncu, 38 teknik adam sözleşmesiyle Avrupa lideri olduğunu da not edelim. (Detaylı tablolar, meleke.com’da)"

"...Bu 9 takımın başarısını sadece birkaç parametreyle açıklamaya çalışmak tabii ki yetersiz kalır. İçlerinde altyapıda harika işler yapanı da var, transferde mucize paralar kazananı da... Ama sanki Türk kulüplerinden daha fazla gözüken özellikleri, tek kelimeyle özetlemek gerekirse: “akıl”..."

"...4 Mart 2008’de F.Bahçe’ye elenen Jimenez hâlâ görevde ve Sevilla yine çeyrek final kapısında... O gün Jimenez’i eleyen F.Bahçe’yse bir daha Avrupa Ligi son 16’sını bile göremedi. Bir ay önce Getafe karşısında iki stoperi birden kırmızı kart görüp 65 dakika eksik oynayan Barcelona’nın teknik patronu Guardiola, “Kararları konuşmak zaman kaybı. Geçen sene aynı hakemlerle 6 kupa kazandık” diyerek mi acaba hakem komitesini daha yüksek bir baskı altına soktu? Yoksa “Bizim bir Victor Gonzalez’imiz yok ki... O köşe yazarı her fırsatta Real’in haklarını koruyor” deseydi daha etkili mi olurdu?"

“Son 9” çok uzak değil... Sadece biraz daha akıllı olmamız gerek galiba."

Cumartesi, Mart 13, 2010

Fenerbahçe Oynasın Fenerbahçe Kazansın!

el burrito @ Twitter (5 saat önce): Yine bir deplasman maçı ve üstüne Gençler'in belalısı Alex'in yokluğu... Aranızda bu maça dair büyük heyecan duyan var mı?

el burrito @ Twitter (5 saat önce santi'nin yazdığına cevaben): Takım deli top oynasa, kanatları kullansa, rakibe saçma sapan gol fırsatları vermese ve güle oynaya 3 puanla dönse,ben de şaşırsam.


***

Maç biter. Oynanan futbol yine şaşırtmamıştır. Daum da maç esnasında yaptıklarıyla şaşırtmamıştır vs.

Blogdaki maç yazısı için resmi siteden fotoğraf seçeyim diye Fenerbahce.org'a tıklayan el burrito'nun karşısına yukarıda gördüğünüz şey çıkar. Fenerbahçe oynar, sen kazanırsın... Reklamın sloganı bu. Düşündürür bu slogan. Uzun uzun düşündürür...

Sonra da şunu dedirtir.

Beni boşverin be hacı!
Fenerbahçe oynasın, Fenerbahçe kazansın.

Daha da yazılmaz bunun üstüne.

Something Happened (Trailer)



Link: http://www.youtube.com/watch?v=18W-Qjm6eRw

Amsterdam'ın Kuruluşu

Cuma, Mart 12, 2010

Rekorumu Kırın

TRT'nin programı için bir araya gelen Tanju ve Ali, Metin Oktay ile... Oktay ikisine de "Rekorumu kırın" dedi."

***

Böyle yazılmış o dönemin gazetesinde.

Metin Oktay 1962-63 sezonunda 38 gol atarak en çok gol atan futbolcu ünvanını kazanmış. Daha sonra 1987-88 sezonunda Tanju Çolak 39 gol atarak bu rekoru kırmıştı. Hakan Şükür'ün de bu rekoru geliştireceği düşünülmüştü ama bunu yapamadı. 1996-97 sezonunda 38 gol atabildi. Beklenen gerçekleşmedi.

Tekrar fotoğrafa dönecek olursak, rahmetli Metin Oktay'ın Tanju için yaptığı yorum da dikkate değermiş, "Golü iyi kokluyor ancak oyundan kopuyor..."

Öte yandan, bu eski gazete küpürü vesilesiyle, Metin Oktay için bir kez daha rahmet dilemek düşer bizlere... Boğaz'ın karşı yakasından olup da saygıyla andıklarımızın başında geliyor belki de...

foto: Murat Köksal'ın paylaşımından.

Siz Kötü Zemin Görmemişsiniz #5


Mekan: İnönü Stadı.

Zaman: Futbolcuların bu sahalarda oynayabilmek için yüzmeyi bilme zorunluluğu olduğu dönemler...

foto: Oktay ağabey'in arşivinden...


Ona Efsane Olacak Diyorlar

Her ne kadar şu an bir eğitim kurumunda öğretmen olarak vazifeli olsam da, bir yandan da Kpss'ye hazırlanmaya çalışan bir öğrenciyim. Çok sistemli çalışamıyor oluşum ve en son bundan 10 sene önce Lise1'de görmüş olduğumdan, matematik konusunda ciddi problemlerim var. Daha makine soğuk yani, ısınamıyor daha yalın bir ifadeyle. Bugün girdiğim en son Kpss denemesinde yine 10 soru yapabildim (toplamda 30 soru var). Daha fazlasıyla uğraşmak istemedim. Böyle tabir-i caizse, matematiği şu an bünyemin kaldıramadığını düşünüyorum. Daha doğru bir ifadeyle, "alışmadık bünyede matematik durmaz", demek gerek. Neyse, nereden çıktı bu matematik, bünye vs. diyenler olmuştur. Efendim, şimdi bakıyorum, resmi sitede hanidir bi Emre'yi şirin gösterme, sevmeyene sevdirme çabaları filan var. Lakin bunlar yetmezmiş gibi, bi de Emre'yi "bir gün efsane olacak abisi" modunda sunmaya başladılar. Sistematik duyarlılaştırma demek lazım buna. Uydurdum ama oldu sanırım.

Evet, Emre bu sene Fenerbahçe adına sahada en çok mücadele eden oyuncudur, sezon başından beri takımın en iyi ismidir. Bunları kabul ediyorum elbette. Fakat, Emre'yi şirin gösterme ve efsane payesine yaklaştırma komedisi nereden çıktı? Hayırdır?

Hele bir Emre'den önce Fenerbahçe'de efsane olan ve bugün hala efsane diye anılan futbolcuları hatırlayın. Ondan sonra, "yahu, biz ne yapıyoruz?" diyecek misiniz bakalım? Emre'nin bünyesine Fenerbahçe'nin efsanesi olma bol gelir. Bunu görememek de ilginç.

Papazın Çayırı'ndan Rehavet geçenlerde, "Emre'nin takımın en iyisi olmasından rahatsızlık duyan tek ben miyim?" diye sormuştu. Yalnız değilsin Rehavet kardeşim, sesimi çıkardığım an tepeme binecekler var belki çevremde ama yine de "yalnız değilsin, ben de varım" diyorum.

Son olarak yazının sebebini tam olarak idrak edemeyenler olursa, önce aşağıda linklerini vereceğim yazıları okusunlar, ondan sonra "neden Emre'ye böyle bakıyor oluşumuzu" sorgulasınlar demek lazım. Ödeviniz, şayet kabul ederseniz, önce bu yazıları okumaktır. Üşengeçlikten ve de aynı şeyleri tekrar tekrar yazmak artık hoşuma gitmediğinden, Emre'ye bakışı benimle aynı olan abilere, kardeşlere yönlendiriyorum blogun okurlarını.

Kolay gelsin.


not: başlık için de Emre'nin elindeki gazetenin manşetinden esinlendiğimi itiraf edeyim.

Perşembe, Mart 11, 2010

Melekler Final Four'da

Bayanlar Voleybol Şampiyonlar Ligi'nde Rusya'da 3-0 yendiği Odintsovo'yu burada da 3-0 yenen Fenerbahçe, Cannes'da düzenlenecek Final Four'a gitmeye hak kazandı. Bir set aldıkları takdirde bile dörtlü finale adını yazdıracaktı Melekler ama yine set vermeden ve tabii ki yine mağlubiyet almadan, net bir skorla işi bitirdiler.

İlk seti aldıktan sonra, kenardaki oyuncular haliyle oyuna girdi. Melekler zaman zaman sendeler gibi olsalar da, diğer iki seti de almasını bildiler.

Voleyboldan çok iyi anlayan ve Fenerbahçe'yi takip eden kişiler var blog aleminde, onlar daha iyi bilir gerçi ama yine de yazmadan edemeyeceğim. Hollandalı oyuncu Alice Blom transfer edildiğinde hakkında gayet olumlu şeyler okumuştum ama sezon başladıktan sonra kendisini pek piyasada görmedim (beklentinin aksine yani). Bugün oyuna girdiğinde, hiç abartmıyorum, "Yahu sen yaşıyor muydun?" tepkisi verdim hatta. Maçı anlatan Güven Göktaş ve yorumcu Alev Anakök (isimler konusunda yanlışım varsa düzeltin), Blom'un bu maçtaki performansının şaşırtıcı olduğunu belirttiler. Hakkaten de iyi bir oyun çıkardı. Şimdi burada bir gariplik var. Blom sıradan bir oyuncu mudur ki, bugün çok iyi oynaması şaşırtıcı oldu? Yahut sıradan bir oyuncuysa, o zaman neden geldiğinde hakkında gereğinden fazla olumlu şeyler yazıldı, çizildi? Evet, sorum budur.


Esas mevzuya dönecek olursak, 3-4 Nisan tarihlerinde Fransa'nın Cannes şehrinde oynanacak final-foura kalan Fenerbahçe ilk maçını 3 Nisan'da CR Cannes ile yapacak.

Her zaman yazdığımızı tekrar yazalım, adettendir, "Meleklerin sözü var!"...

***

FENERBAHÇE -ODİNTSOVO: 3-0

Salon: TVF 50. Yıl

Hakemler: Dusan Hodon (SVK), Ritvars Alksnis (LAT)

Fenerbahçe Acıbadem: Seda, Çiğdem, Gamova, Natasa, Eda, Dirickx, Nihan (L), Songül, Naz, Blom, Merve

Odintsovo: Zhadan, Kosheleva, Lisovskaya, Fateeva, Pequeno Paula, Oliveria, Kryuckova (L), Pankova , Shmeleva, Bogacheva, Markova

Setler: 25-17, 25-22, 25-23

Süre: 75 dakika (24-25-26)

***

Varol Döken'e özel not: İpek'in yarın doğum günüymüş, haberin ola!

Çarşamba, Mart 10, 2010

Sinyal #5

Fenerbahçe Stadı, Maraton tribününden bir sinyal manzarası... ya da "dağcıları kıskandıracak beceri" gazetenin deyimiyle...

foto: Oktay ağabey'in arşivinden...

Süper

İşte samimiyet bu! Yerim kurumsallaşmasını,
bu isimle böyle mi yazılır lakırtılarını filan.

İmparator Oğuz - Şifo Mehmet

Çok hoşuma giden fotoğraflardan biridir bu. İmparator Oğuz ve Şifo Mehmet'in mücadelesi. Beşiktaş'a -genelde- yenildiğimiz dönemlerden bir derbi yine...

Şifo'nun lakabı sabitti, herkes ona Şifo derdi de, belki hatırlayanlar olacaktır, Oğuz'a o dönemler "imparator" dendiği gibi "matmazel" de denirdi. Hatta bizim peder bey ekseriyetle "matmazel" derdi Oğuz için. Lakin bunu futbolunun inceliği için söylerdi tabii. Yanlış anlaşılmasın.

Hey gidi! Biri şimdi A Milli Takım baş yardımcısı, diğeri de Antalyaspor teknik direktörü... Biz de yaşlanıyoruz galiba.

foto: Serkan Kurt'un paylaşımı...

Siz Kötü Zemin Görmemişsiniz #4

Bu eski fotoğrafta görüyoruz ki; Trabzon'da zemin düzeltme çalışmaları nedense kütükle yapılmış . Gerçi pek anlamam, belki etkili bir yöntemdir. Kim bilir? Sene1973 tabii... Onu da düşünmek lazım.

foto: Oktay ağebey'in arşivinden...

Pazartesi, Mart 08, 2010

82. Oscar Ödül Töreninde Kazananlar

Dün gece sabaha karşı Los Angeles'taki Kodak Tiyatrosu'nda gerçekleştirilen 82. Oscar ödül töreninin açık ara kazananı The Hurt Locker filmi ve tabii filmin yönetmeni Kathryn Bigelow oldu. 'En iyi film' ödülü The Hurt Locker'a giderken, Kathryn Bigelow da tarihe geçerek Oscar ödülünü kazanan ilk kadın yönetmen oldu.

'The Hurt Locker' toplam 6 dalda Oscar kazanırken, gecenin favorileri arasında gösterilen 'Avatar' ise sadece Görüntü Yönetmeni, Sanat Yönetmeni ve Görsel Efekt dallarında ödüle ulaştı.

Sandra Bullock, Jeff Bridges, Mo'Nique ve Christoph Waltz beklendiği gibi ödüllerine kavuştular.

Ödüllere dair tahminlerimi yaptığım yazıya bakınca, 10 tahminimden 5'inin tuttuğunu gördüm. Bahis konusunda pek iyi olmadığım bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Aşağıda tüm kazananların listesi mevcut.

En iyi film: The Hurt Locker
En iyi yönetmen: Kathryn Bigelow (The Hurt Locker)
En iyi kadın oyuncu: Sandra Bullock (The Blind Side)
En iyi erkek oyuncu: Jeff Bridges (Crazy Heart)
En iyi yardımcı kadın oyuncu: Mo'Nique (Precious)
En iyi yardımcı erkek oyuncu: Christoph Waltz (Inglourious Basterds)
En iyi özgün senaryo: Mark Boal (The Hurt Locker)
En iyi uyarlama senaryo: Geoffrey Fletcher (Precious)
En iyi animasyon: Up
En iyi yabancı film: The Secret in Their Eyes (Arjantin)
En iyi belgesel: The Cove (Louise Psihoyos ve Fisher Stevens)
En iyi kurgu: The Hurt Locker (Bob Murawski ve Chris Innis)
En iyi sanat yönetmenliği: Rick Carter, Robert Stromberg ve Kim Sinclair (Set dekorasyonu) (Avatar)
En iyi görüntü yönetmenliği: Mauro Fiore (Avatar)
En iyi görsel efekt: Joe Letteri, Stephen Rosenbaum, Richard Baneham ve Andrew Jones (Avatar)
En iyi ses kurgusu: Paul Ottosson (The Hurt Locker)
En iyi ses miksajı: Paul Ottosson ve Ray Beckett (The Hurt Locker)
En iyi film müziği: Michael Giacchino (Up)
En iyi orijinal şarkı: The Weary Kind (Crazy Heart)
En iyi kostüm tasarımı: Sandy Powell (The Young victoria)
En iyi makyaj: Star Trek
En iyi kısa metrajlı film: The New Tenants
En iyi kısa animasyon: Logorama
En iyi kısa metrajlı Belgesel: Rabbit a la Berlin

foto: Daily Mail

FenerBlog Açılmıştır (Nihayet)


Beklenen gün gelecekse, çekilen çile kutsaldır... Hanidir merakla açılmasını beklediğimiz (kıyısından köşesinden destek vermeye çalıştığımız hatta), piyasadaki Fenerbahçeli blogları tek bir kaynaktan takip etmemizi, bilmediklerimizi tanımamızı sağlayacak ve nihayetinde Fenerbahçe'yi yaşayan, Fenerbahçe'yi yazanları yine Fenerbahçe bayrağının gölgesinde buluşturacak olan FenerBlog açılmıştır.

Hayırlı uğurlu olsun.

Emeği geçen herkse sonsuz teşekkürler...


Pazar, Mart 07, 2010

Kazanmayı Hatırlamak

Fenerbahçe'nin kazandığı son resmi maçın tarihi 4 Şubat. Kadıköy'de rakip Bursaspor'du ve bir Türkiye Kupası müsabakasıydı hatırlayacağınız üzere. Aradan bir aydan biraz fazla zaman ve bir sürü maç geçti. Fenerbahçe o dönemde birçok eksikle maçlara çıktı. Kötü futbol oynadı, takımda mücadeleden eser yoktu. Yine o dönemde takımı eleştirenlere "bir galibiyet çıkışa geçmek için yeter" diyenler de vardı. Bir galibiyetle çok şey değişir mi peki? Aslına bakarsanız normal şartlar altında değişmez ama bahsettiğiniz takım Türkiye ligindeyse ve tabii ki Fenerbahçe'yse her şey olabilir. Çok şeyi değiştirebilir bir galibiyet. Fenerbahçe'nin Antalyaspor'u yenmesi bu yüzden bütün olumsuz havayı dağıtabilir. Tabii bir sonraki lig maçını da kazanmak koşuluyla.

Maçtan bahsetmek gerek önce. Antalyaspor'u Kadıköy'e gelen çoğu Anadolu takımından farklı kılan özelliği korkmadan hücum yapması ve kapanmamayı tercih etmesiydi. Fakat bu hücum özelliği ve bi de "hazır Fener'i böyle yakalamışken saldıralım, dağıtalım kendi evinde" düşüncesi ters tepti. Ligin ilk yarısında yedikleri komik golden ders almadıkları da ortaya çıktı. Aslına bakarsanız Antalyaspor'un yediği gol, biraz da Fenerbahçe'nin birkaç maç evvel Kadıköy'de ligde karşılaştığı Bursaspor'dan yediği gole benziyordu. O golde Baroni son adamdı ve topu büyük bir hatayla olmadık bi yere vurmuş ve pozisyonun devamında hücumda birden çoğalan Bursaspor bu hatayı affetmemişti. Bu maçta da Antalyaspor'lu Erhan benzer bir hata yaptı. Semih, Emre ve Santos üçlüsü hızlı bir şekilde hücuma çıktı ve hatayı bu kez affetmeyen taraf oldu Fenerbahçe.

Antalyaspor'lu oyuncular maçın başında Fenerbahçe defanstan çıkarken basmaya ve savunmayı hataya zorlamaya çalıştı ama bu taktikleri pek tutmadı. Bunda tabii Fenerbahçe'nin mevcut kadrosundaki ideal ve birbiriyle daha iyi anlaşan geri dörtlüsünün sahada olması etkiliydi. Bilhassa Lugano adeta Fenerbahçe defansının temizleyicisi, süpürücüsü konumunda. Ve bu haliyle Bilica'nın da o bölgede çok fazla sırıtmamasını sağlıyor. Bazen Bilica'nın açıklarını da kapatıyor. Lugano'nun Fenerbahçe için ne kadar önemli olduğu bir kez daha görülmüştür.

Alex'in olmadığı Fenerbahçe hücum organizasyonlarında çok zayıf kalıyor. İki değil, dört santraforla da sahaya çıksanız, topu o bölgeye taşımada sıkıntılar yaşamaya devam ettikçe hücum hattını kalabalık tutmanın pek manası yok. Fenerbahçe'nin kanat oyuncuları da hücuma yeterince destek vermiyor. Burada Deivid'i gerçi fazla eleştirmemek gerek. Uzun bir sakatlık döneminde sonra sahaya çıktığı ilk maçta ondan takır takır top oynamasını beklemek insafsızlık olur. Deivid hali hazırda Fenerbahçe için çok önemli bir oyuncu konumunda ama öte yandan. Mehmet Topuz ve Özer'in etkili olamadığı sağ kanatta önemli bir alternatiftir. Geçmişte bu işi çok iyi yaptı. Ayrıca Alex'in olmadığı zamanlarda Emre'ye çok yük binmemesi adına, inisiyatif alma ve o bölgeye geçme konusunda da mühim bir adaydır. Geçmişte bunu da çok iyi yaptı. Tekrar neden yapamasın ki?

Emre demişken ayrı bahsetmek gerek ondan. Hanidir takımın en çok koşanı, varını yoğunu ortaya koyan adamı zaten. Antalyaspor maçındaysa Alex'in hücumdaki eksiklikliğini hissettirmemek için elinden geleni yaptı. Yine harikaydı. Bu performansını sürdürdüğü müddetçe ülkede mevkiisinin açık ara en iyisi olduğunu bir kez daha gösterdi. Lakin onun da şansızlığı yanında oynayan Baroni-Selçuk ve Deniz gibi oyuncuların çok sıradan olması. O bölgede -örneğin- Ernst misali bir partneri olsa, o zaman bambaşka bir Fenerbahçe izleriz evvela ve tabii şu an yere göğe sığdırılamayan Emre'nin ofansif anlamda çok daha iyi işler çıkardığı maçlar izlenir. Ne var ki, eldeki malzeme belli, seçenekler belli işte.

Maçta Fenerbahçe harika bir oyun oynamadı yine ama bu kez gol yememeyi ve rakibine ciddi gol şansları vermemeyi becerdi. Gol yemediğiniz müddetçe, kadronuzdaki yıldızların biraz gayretiyle her türlü rakip kaleye en azından bir tane gol atıyorsunuz bu ligde. Antalyaspor maçında da öyle oldu. Aman aman top oynamayan Fenerbahçe gol yemeden, bir tane gol atmasını bilerek zorlu bir virajda, hayati önem arzeden üç puanı aldı.


Gecenin Fenerbahçe adına en büyük artısı uzun süre sonra kazanmayı hatırlamaktır. Diğer bir artı da Lugano'nun geri dönüşüdür ve tabii elbette alınan bir galibiyet ülke futbolunda tüm olumsuzlukların unutulmasına, hatta camianın birden her şeye olumlu bakmasını sağlayabilir. Geçmişte bunun örnekleri çoktur. Ülkede şampiyon olan takımlar çok kötü oynadıkları ve kaybettikleri dönemlerin ardından aldıkları bir galibiyetle kendilerine gelmiş, morallenmiş ve seri galibiyetlerle şampiyonluğa gitmiştir. Fenerbahçe belki Antalyaspor maçında bir şampiyonluk adayına yakışan futbolu ortaya koyamadı. Ama uzun sayılabilecek bir sürede galibiyete hasret kalan bir takımın, öyle ya da böyle kendi evinde Antalyaspor gibi etkili hücumcuları olan bir takımdan gol yemeden üç puan alması mühimdir. Daum'un maçın son yirmi dakikasında yaptığı anlamsız geri çekilme stratejisine rağmen mühim bir üç puandır bu. Fenerbahçe şimdi bunun üzerine bir maç daha kazandığı takdirde haftalardır konuşulan tüm olumsuz olaylar bir anda unutulur ve birden şampiyonluk hayalleri tekrardan kurulmaya başlanır. Bu iş yıllardır böyle olmuştur. Şimdi Gençlerbirliği deplasmanı Fenerbahçe için çok daha önemli bir hal aldı. Alex şu aşamada yine sahada olmayacak görünüyor. O maçta Semih ve Güiza ikilisiyle başlamak yerine bu ikiliden birini sahaya sürmek daha makul olur. Alex'in olduğu yerde Deivid ve sağ açıkta da Mehmet Topuz ya da Özer ikilisinden biri oynarsa, mevcut şartlarda daha ayakta duran bir Fenerbahçe olacaktır öngörüsünde bulunmak mümkün.

Son paragrafta Semih'e değinmek lazım. Güiza kötü oynuyor, goller kaçırıyor ama Semih ne yapıyor öte yandan? Sahada ruh gibi dolaşıyor. Semih'in bu haliyle, ne yazık ki, saç baş yolduran Güiza'yı takımdan kesmesi pek mümkün değil. Semih'in etkisiz olmasını Alex'in yokluğuna bağlayan olacaktır. İyi de Avrupa Şampiyonası'nda Alex mi vardı? Hayır. Semih fevkalede iyi maçlar çıkardı ama orada. Semih'in Antalyasor maçında hem fiziki görüntüsü hem de halet-i ruhiyesi pek iyi değil gibi geldi. Umarım maçtaki kötü görüntüsünün sebebi fizikseldir. Bu açığınızı bir şekilde giderebilirsiniz ama mesele diğer seçenekle ilgiliyse, onu düzeltmek için bayağı bir uğraşmak gerek. Velhasıl kelam, uzun bir aradan sonra gelen üç puan kazanmayı hatırlattı. Mühim olan bir maç daha kazanmak ve kara bulutları dağıtmak. Gençlerbirliği maçı öncesi hep birlikte Samandıra'ya giderek kara çarşaf mı yırtsak kara bulutları dağıtmak için, ne dersiniz?

Kazanma Arzusu

Barcelona'nın Almeira deplasmanında 2-2 berabere kalarak iki puan bırakması, Real Madrid'i haliyle ateşlemiş. Maçın başından sonuna kadar üstün oynayan bir Real vardı. Lakin Sevilla'ya iki ikram yaptılar ve kalelerinde iki golü hemen gördüler. Bazı pozisyonlarda Fenerbahçe savunması gibi heyecan yaşayan bir Real savunması vardı sahada. Keza Casillas da yediği golde Volkan'ı hatırlattı. Bakmayın öyle! Bir Fenerbahçeli olarak Real'in maçını izlerken artıları ve eksileri Fenerbahçe'ye göre değerlendiresim geliyor. Tutamıyorum zamanı...

Pellegrini skor 2-0 olduktan sonra çok yerinde hamleler yaptı. Diarra ve Arbeloa (bu arada Güntekin Onay'ın ısrarla oyuncunun adını 'Arbolea' diye okuması da ilginçti) ikinci yarıda tükendiler. Onların yerine oyuna Guti ve Van der Vaart girdi. Riskli bir hamleydi ama iki farkla geriye düşünce yapacak pek bir şey kalmamıştı.

Ek olarak; kendisinin bir hayranı olmama rağmen, bu gece sahada tel tel dökülen ve adeta Real'in el freni konumuna düşen Kaka'ya Pellegrini'nin o kadar uzun süre dayanması da ilginçti. Takımdaki tek sihirli ayak olsa neyse. Dersin ki, sahada dursun bu adam, ne olur ne olmaz filan... Ama durum öyle değil ki. Koskoca Real'sin sen. Takımın nerdeyse her bir mevkiisinde yıldız var (defansın göbeği bu mevzuda biraz tartışılır tabii).

Neyse özetle; 90 dk. boyunca sabırla oynayan, doldur boşalt yerine ayağa paslarla gol arayan ve skoru 0-2'den 3-2'ye getiren bir takım vardı sahada. Kazanma arzusu maçın başından sonuna dek belli oluyordu Real'li oyuncuların gözlerinde. Sadece yıldız oyuncuları transfer etmekle yetinmeyen, artı sahaya pozitif futbol oynamak için çıkan bir Real Madrid elbette ki başka gezegeninin futbolunu oynayan Barcelona'yı şampiyonluk yolunda ciddi zorlayacaktır. Ve şu da bir gerçek; Real sahasında böyle oynadığı müddetçe, Barca'nın Madrid deplasmanından puan çıkarması o kadar kolay olmayacaktır.

Türksel fevkalede süper ligimizde oynanan dandik, ruhsuz futbol ve bir de haftalardır bağıra çağıra gelen tehlikenin tahmin edildiği gibi Diyarbakır'da yaşanmasıyla iyice artan sinirimi unutturan ve futbol böyle oynanmalı dedirten bir Real vardı sahada. Bi an için Real taraftarı olmanın artılarını düşündüm. Neden sonra normale döndüm. Antalyaspor maçını Mustafa Denizli gibi kafamda oynamaya başladım. 81. dakikada Güiza'nın kaleciyi çalımladıktan sonra, altıpastan topu dışarı vurduğu pozisyonu kafamda yaşadım. O pozisyondan 6 dakika sonra defansın arkasına sarkan Necati topu ağlara gönderdi. Gerisini çok net hatırlamıyorum...

Hatırladığım tek şey, kulaklarımda çınlayan tezahüratın son cümlesi; "Tanrı hesap sorsun bizim için sana bizi yaktın yıktın s....n Kanarya".

foto: Marca

Cumartesi, Mart 06, 2010

'82. Oscar Ödül Töreni' Öncesi


Malumunuz Pazar'ı Pazartesi'ye bağlayan gece 82. Oscar Ödül Töreni var. Bu yılki töreni Steve Martin ve Alec Baldwin sunacak. Esprinin bol olduğu bir gece olacağını tahmin etmek mümkün.

Bu sene 'En iyi film' dalında 10 adayın olmasının törene heyecan katacağı düşünülüyordu ama bu dalda iki filmin ön plana çıkması -bence- kötü oldu. Daha görkemli bir yarış olmasını isterdim. Hali hazırda bir rekabet var. Bu doğru. James Cameron (Avatar) ve Kathryn Bigelow (The Hurt Locker) arasında bir yarış olacak. Tabii son anda Akademi ters köşe yapmazsa. "Çalıntıydı, alıntıydı" derken Avatar'ın öyle ya da böyle birkaç ödülle geceyi kapatacağını tahmin ediyorum. Hatta lafı daha fazla uzatmadan, ödülleri dair tahminlerimi sıralayayım.


En iyi film: Avatar olur. Gönlümden geçen ya The Hurt Locker ya da -uçuk bir istek olacak ama- An Education'ın alması.

En iyi yönetmen: Kathryn Bigelow (The Hurt Locker)'a gider. James Cameron bunu da alırsa şaşırırım.

En iyi erkek oyuncu: Jeff Bridges (Crazy Heart) olur... Olmalı.

En iyi kadın oyuncu: Gabourey Sidibe (Precious), plase Sandra Bullock (The Blind Side)

En iyi yardımcı erkek oyuncu: Christopher Waltz (Inglourious Basterds) olmalı.

En iyi yardımcı kadın oyuncu: Mo'Nique (Precious) dışında biri olursa şaşırtıcı olur.

En iyi animasyon: Up (Pete Docter) olur. Açık ara favori zaten.

En iyi orijinal senaryo: Inglourious Basterds (Quentin Tarantino) derim.

En iyi uyarlama senaryo: District 9 (Neil Blomkamp and Teri Tatchell) alır, gönlümde ise An Education (Nick Hornby) var.

En iyi yabancı film: Das weisse Band (Almayna) alır. Aksi şaşırtır. Akademi adettendir diyerek ödülü bu filme verir.

Diğer ödüllerle ilgili bir şey yazmaya gerek var mı? Belki belgesel ve en iyi görüntü de yazılabilirdi ama yetsin bu kadar. Pazartesi ödüller açıklandığında üç beş kelam ederiz esas...

fotoğraflar: ntvmsnc.com

Cuma, Mart 05, 2010

Haybeden Gerçeküstü Lakırtılar #23


* "Fenerbahçe eğer Ariel Ortega'yı transfer edebilirse, gider ben de Fenerbahçe stadında onu izlemek için kombinemi alırım". İhsan Kalkavan

* Bu serinin 23. sayısında Ortega'ya selam etmeseydik, olmazdı. Bu arada İhsan Kalkavan yukarıdaki sözü söyledi ama bildiğim kadarıyla sözünü tutmadı.

* Bugün okuduğum ve belki de bugüne değin okuduğum en eğlenceli blog yazısını buradan paylaşmak isterim. Uçan Hollandalı'nın blogundaki "Top 10 Blogger Klişesi (Bol Capsli)" yazısını okumanız tavsiye edile. Klişe ve blogger kelimeleri yanyana gelir de el burrito efendi o listede yer almaz mı? Yer alır tabii. Hem de liste başı olarak. Tespitler on numara tabii. Ahanda yazı burada.

* "Dikkatimi Çekenler" köşesiyle ilgili bazı sorular gelmiş. O köşeye bir müddet ara verdim. Bu ara ne kadar sürer, o konuda şu aşamada bir tahmin yapmak güç.

* Almanya, ekonomisi zor günler geçiren Yunanistan'a, "adaları satın" önerisinde bulunmuş . Bu öneriyi yaparken herhalde talip olma durumu da vardır. Şimdi Yunanistan adalarını Almanya'ya satsa, o adaları biz de satın almış olur muyuz? Almanya yenilince yenilmiş sayılıyoruz ya, bi kez de kazandıklarında onlarla birlikte biz de kazanmış sayılalım. Olma mı?

* İsrail devletine "van minüt" çıkışı yerindeydi ama daha sonra benzer mevzularda "van minüt" diyemezsen (misal Darfur Kasabı El Beşir meselesi), o zaman senin samimiyetini sorgularım aga!

* Her gece yatmadan önce inancınıza göre şu şekilde bir şükür cümlesi kurun, "çok şükür halime, bu dünya'ya Yılmaz Özdil olarak gelmek de vardı". Bunun üzerine çok rahat ve huzur dolu bir uyku çekeceksiniz. İnanın bana.

* Feysbuk'ta, "Alex Guiza'ya kafa göz dalsa ben de yardıma giderim diyenler... " adıyla grup açılmış. Sen girersen, ben de girerim Alex.

* Geçenlerde bir kanalda ana haber bültenini izlerken, ani bir gelişme varmış gibi yayını kestiler. Daha sonra Manga'nın Eurovision şarkısı yayınlandı. Olaya gel!

* "Altın rehber" görmeden, kullanmadan geçen çocukluk çocukluk değildir.

* Zenginin malı züğürdün çenesini yorsun: TMSF’ye bağlı olan Cine-5’te ekrana çıkan Mehmet Altan’a her ay eski parayla 50 milyar ödeniyormuş. Bi de şunu da yeni duydum Tayfun Talipoğlu’da çalıştığı kanaldan yine eski parayla aylık 60 milyar kazanıyormuş. E güzel.

* "Kafası güzel sanatlar fakültesi" bence on numero espridir. Her daim tebessüm ettirir.

* Hayatımda yaptığım ilk savunma mekanizması mahalle maçlarının meşhur "adamın gol diyor olm" repliğidir herhalde.

* Böyle bazı bloglardan, sitelerden falan söyleşi teklifi geliyor ara sıra. Kendimi promosyon çalışması modundaki şarkıcı, türkücü tipler gibi hissediyorum. Garip bir duygu, ve bu da benimle yapılan en son söyleşi.

* Yağmurlu havada oynanan maçlarda tüm futbolcular ıslandığından, sahadaki her futbolcu sanki sonuna kadar mücadele ediyormuş izlenimi oluyor.

* Son dakika: Fenerbahçe Spor Kulübü bugün medyada yer alan hiçbir haberi resmi sitesinden yalanlamayarak herkesi şaşırttı. (Zaytung'a özen de gel...)

* Vedat Özdemiroğlu'ndan 24 ayar: "...Gazete kapatıp yazarı hapse yollayan darbeciler siyasal güç kullanırdı, siz bu zorbalığın ekonomik versiyonu olmayı içinize nasıl sindirebiliyorsunuz? Eleştiriye cevap verilir, insanın zihni ve görüşü vardır, eleştiri yasaklanmaz. Demek ki İmam-Hatip'te değil, Kuleli'de okumuş olsaydınız, darbe planları yapanlardan biri de siz olacaktınız!..." (Uykusuz'daki köşesinden)

* Buradan bazı arkadaşlarıma sesleniyorum. Ya msn'e ya da facebook chat'e çağırıyorsunuz beni. Desem ki bu gece nostalji yapalım, icq'da buluşalım, hiçbiriniz gelmezseniz herhalde.

* Her zaman dediğim gibi, benim adım da Zoltan Gera olsaydı, bugün öğretmen değil, ben de onun gibi futbolcu olurdum.

* Blogger demek de garip geliyor bir yandan. Bakkalcı gibi.

* "Gözlerde yaş yoksa, ruh gökkuşağına sahip olamaz". (Kızılderili atasözü)

Rıdvan Dilmen #6


Herkesin bir çocukluk kahramanı vardır, senin kahramanın kimdi? sorusuna verdiğim cevap Rıdvan Dilmen'dir.

Herkesin çocukluğunda sokak aralarında top oynamışlığı vardır ve top oynayan her çocuk o maçlarda hayran olduğu futbolcu olur, onun adını haykırır her hareketinde, peki sen kim olurdun? sorusuna verdiğim cevap da Rıdvan Dilmen'di.

Blogdaki Rıdvan Dilmen başlıklı ilk yazımdan, yani kendimden bir alıntı yapayım;

"...Rıdvan demek Fenerbahçe demekti o yıllarda. Sanırım Fenerbahçe'nin rakip takım taraftarlarınca en çok sevilen oyuncusuydu Rıdvan. En sevdiğim sayı 8. Geçenlerde bunun sebebini düşündüm, ilkokulda aşık olduğum kız, en sevdiğim sayıyı sormuştu. Ben önce "seninki kaç?" dedim. 8 olduğunu söyledi. Ben de 8 dedim akabinde...ama o 8 demese bile 8 derdim yine. Rıdvan'ın numarasıydı çünkü..Sevilmez mi hiç?"

***

Yandaş medya Papazın Çayırı'ndan "aethewulf" çok güzel bir Rıdvan yazısı yazmış. Bir garip oldum okurken. Sonra da kendi kendime "hay şansıma sokayım arkadaş" dedim. O kadar gittim şu Ntv Spor'a, bir kez bile Rıdvan Dilmen'i orada görüp, iki dakika da olsa muhabbet etme şansım olmadı. Bir de bana "şanslı" derler. Böyle şans mı olur lan?

foto: Google


Perşembe, Mart 04, 2010

Melekler Tam Gaz


Bayanlar Voleybol Şampiyonlar Ligi'nde Fenerbahçe Bayan Voleybol Takımı Rusya deplasmanında Zarechie Odintsovo'yu 3-0 yendi.

Her sette ilk sayıyı alarak, "nasıl başlarsan, öyle bitirirsin" tarifesini uygulayan Melekler, maçın 3 setini (25-20, 25-15 ve 26-24 )de almasını bildi ve temizinden 3-0'lık skorla deplasmandaki ilk maçı kazandı.

İlk seti alarak maça moral olarak iyi başladı Fenerbahçe. Ve bilhassa 2. sette müthiş bir oyun ortaya koydu Melekler. Gaza getirdiler. Daha sonra nazarlık cinsinden, biraz tedirgin edici bir 3. set yaşatsalar da, onu da kazanmasını bildiler. Burada özel bir yorum yapmak isterim, "Natasa Osmokrovic çok büyük oyuncusun".

Her Avrupa maçından sonra artık adet haline gelen, "Meleklerin sözü var" notu buraya düşülerek bitsin bu yazı.

foto: Fenerbahce.org

Çiftçi Akrostişin Efendisidir

İstanbul'da yaşayan yahut yolu İstanbul'da sevgiden geçen herkes, en az bir kere Kadıköy'den karşıya vapurla geçmiştir. İşte o kısa yolculuk esnasında TMO'nun fotoğraftaki silolarını görmüşsünüzdür muhakkak. Bugüne dek fark etmediyseniz, bundan sonra daha dikkatli bakmanızı öneririm.

Efendim, dediğim şeyi görenler içindir lafım, bilmiyorum size de aynısı oldu mu? Bunu ilk gördüğüm günden beri, orada yazılı olan şeyi hep yanlış okuyorum. Yani en tepede "TMO", altında da "Ofis çiftçinin karagün dostudur" yazmakta. Lakin ben onu daima evvela, "OÇKD FİAO TİFRS STAT MÇGU..." diye yanlış okuyorum, sonra esas meseleye ayılıyorum ve "Ofis çiftçinin..." diye doğru haliyle okuyorum.

Size de oluyor mu aynısı? Hatta her seferinde oluyor mu? Çok garip bir şey bu yahu. Cidden. Bu konu araştırılmalı. Tez konusu olmalı.

Evet. Bu kadardı.

Şimdi dağılabilirsiniz.

foto: Google görseller'den.


Özledim


Fifa 99 oynarken maçın gidişatına sinirlenir ya da hiçbir şeye sinirlenmez, öylesine kalecinin ayağına kayardık. Hakem de hemen düdüğünü oracıkta öttürür ve kırmızı kartla oyuncumuzu dışarı atardı.

Hey gidi günler. Ne oyundu be! Başka hiçbir oyunda o tadı bulamadım işte.

Özledim teninin kokusunu özledim...

foto: feysbuk'tan

Test


Yukarıdaki fotoğrafa ilk baktığınızda kaç kişi gördünüz?

Eğer cevabınız 5'ten az ise, gözlerinizde ciddi problem var demektir. Yahut kaç kişi olduğunu saymaktan ziyade, başka yerlere konsantre olmuşsunuz.

Şayet cevabınız 5 ise, gözlerinizin iyi gördüğünü sanıyor olmalısınız ama o kadar emin olmayın demek lazım. İyi bakın, gerçekten 5 kişi mi var? 5 kişi saymışsanız ne yazık ki farkında olmadan ırkçılık yapıyorsunuz. Bu kötü bir durum. Gizli ırkçılıkla baş etmek zor. Allah yardımcınız olsun.

Öte yandan, 6 kişi sayanları tebrik ediyoruz. Testi geçtiniz.

Bu bir farkıdalık testiydi. Katılan herkese teşekürler.


Pazartesi, Mart 01, 2010

Zizou


"Taraftarlardan ve takım arkadaşlarımdan özür dilerim. İtalya'ya finalde kaybettiğimiz maçtan sonra soyunma odasına gittim ve arkadaşlarımdan özür diledim. (Bu hiçbir şeyi değiştirmez ama sizden özür dilerim) dedim. Ama Materazzi'den özür dilemem. Hiçbir zaman. Bu kendi şerefimi lekelemek olur. Özür dileyeceğime ölürüm"

"Orada kendimi tutamadım. Çünkü fazlası var. Bu bir bahane değil ama annem hastaydı. Hastanede yatıyordu. İnsanlar bunu bilmiyordu. Kötü bir dönemdi. Anneme birden çok kez hakaret etti. Bir şey demedim ama bir yerden sonra kendimi tutamadım"

Zinedine Zidane, İspanyol El Pais Gazetesi'ne böyle konuşmuş. Evet, hala onun yerinde olsaydım aynısını yapardım diye düşünüyorum.

May The Force Be With You



Link: http://www.youtube.com/watch?v=f3bhE-HtN5c

Başlıksız Yazı

 En son 2018'de Fenerbahçe'de bir şeylerin değişeceğine, eski düzenin yok olacağına inanarak bir yazı karalamışım. Ali Koç'tan n...