Çarşamba, Eylül 30, 2009

Minik Fenerli Deren


Belki hala görmeyen, izlemeyen vardır. Minik Fenerli Deren'in "Fenerbahçe aşkı". Facebook'ta adına grup açılan, dünyanın en sevimli ufaklıklarından Deren kardeşimizi severek takip ediyoruz.

İşte o meşhur video... Tabii Galatasaraylı arkadaşların hoşgörüsüne sığınarak demeyi de eksik etmeyelim.


Sherrif'ten 1 Puan Almak

Christoph Daum : "Sherrif'ten 1 puan alırsak güzel olur,3 puan alırsak çok güzel olur."

I shot the sheriff
But I didn't shoot no deputy...

Salı, Eylül 29, 2009

Ölen Toulouse Taraftarının Ardından

UEFA Avrupa Ligi grup açılış maçında Partizan Belgrad-Toulouse karşılaşmasını izlemeye gelip, maçtan önce çıkan kavgada yaralanan Fransız taraftar, hayatını kaybetti.

Fransız taraftarın, Sırbistan'ın başkenti Belgrad'da tedavi gördüğü hastanenin sözcüsü Drago Jovanovic, Reuters Haber Ajansı'na yaptığı açıklamada, 17 Eylül'de Partizan Belgrad-Toulouse maçını izlemeye gelen Fransız Brice Taton'un, yaşam mücadelesini kaybettiğini bildirdi.

Bir grup Partizan taraftarı, Belgrad'daki bir barda tartıştıkları 28 yaşındaki Taton'u demir çubuklar ve beyzbol sopalarıyla dövmüş, Fransız taraftarın başında ve çenesinde, çoklu kırıklar oluşmuştu.


***

Ajanslar böyle nakletmiş olayı. Partizan taraftarı hakkında, Fenerbahçe'yle eşleştikleri zaman bilgiler vermiştik. Partizan taraftarı şiddette sınır tanımaz. İngiliz holiganlarının tarzını benimsedikleri iddia edilir, ki bu doğru bir yorum olarak görülebilir. Lakin bu adamlar aynı zamanda rakip taraftara tecavüz edecek kadar kendilerinden geçebilir. Bunu da ilaveten söylemek lazım.

Toulouse taraftarı Brice Taton bir hiç uğruna öldü. Evet. Bir hiç uğruna giden bir hayat. Dini, dili, rengi, takımı ne olursa olsun insan etkileniyor böyle bir ölümden.

Demir çubuklarla, beyzbol sopalarıyla bir taraftara saldırmak, onu öldürmek... Yaptıkları her türlü pisliğin ardından, kendilerini savunacak bir sebep üreten Partizan taraftarı bakalım bu kez ne diyecek?

Öte yandan, giden gitti tabii ki. Kaç puan 1 can eder ki?

Futbol Gündemine Dair


Ülke futbolunun gündemindeki bazı konuları kısa kısa değerlendirmek gerekirse;

* Fenerbahçe Stadı'ndaki en ucuz bilet fiyatlarına yapılan zammın geri alınması, taraftarın tepkisinin bu konuda işe yaradığının göstergesi olması açısından sevindiricidir. Lakin 44 lira hala en ucuz bilet için pahalı bir miktardır. Bunu da görmek gerek. Ayrıca 44 liraya geri çekilen en ucuz bilet için taraftara"buna da şükür" dedirten Fenerbahçe yönetiminin iyi bir strateji uyguladığını da kabul edebiliriz.

* Bursaspor ve Diyarbkırspor arasında yaşanan gerilim Federasyon başkanın devreye girmesiyle, geçici olarak çözülmüş görünüyor. Bursaspor başkanının topu daha çok taraftara atmasını yemedik. Diyarbakırspor başkanın "provakasyona geldik" itirafını da hadisenin çözümü için pozitif bir yaklaşım olarak kabul edebiliriz.

* Rijkaard'ın Eskişehirspor maçından sonra söylediği şu sözler ise 10. hafta yaklaşırken ortamın yavaş yavaş ısındığını göstergesi olsa gerek; "Daum'un yardımcısı Koch umarım maçtan keyif almıştır!".

* Rıdvan Dilmen geçenlerde "Daum Avrupa'yı düşünmüyor" diyenleri eleştirmişti. Buna karşı çıktığını, "Ligdeki kadroyla Avrupa maçlarına çıkıyor" diyerek belirtti. Rıdvan Dilmen'in hayranıyız ama her yorumuna körü körüne katılacak değiliz. Daum'un aynı kadroyla sahaya çıkması Avrupa Ligine de aynı ehemmiyetle baktığını göstermez. Sadece saha dışındaki halini ve maç sonrası demeçlerine bakarak bile, Daum'un Avrupa başarısını çok önemsemediğini görmek mümkündür.

* Bir madde de ülke dışından olsun. 57 tane Catania taraftarı çıkardıkları olaylar yüzünden göz altına alınmış. Haberin detayı burada.

* Hakan Şükür'ün Fanatik gazetesinde yazmaya başlaması ve ilk yazısının başlığının "Babamın Fenerbahçe'si" olması.. Ne garip değil mi?

Keita Uçtu Alex Dokundu


"Bu hafta cevaplarım net ve basit. Alex, neticede Güiza içine etse de öyle iki pas attı ki..İlk pası 55’inci dakikada attı, yanımdaki deftere not düştüm. İkinciyi 78’de attı, yine deftere uzandım. Galatasaray-Eskişehirspor maçında Keita o “gerçeküstü çalım”ı Numaralı’nın önünde, az ilerimde attı. Keita’nın uçuşunu seyrederken, Alex’in ipince pasını düşünürken “Futbolu sadece bu küçük anlar için seyrediyorum galiba” dedim kendi kendime. Futbolun neredeyse sanat eserine dönüştüğü anlar. İşte bu yüzden vazgeçemiyoruz. Varabildiği tek mantıklı açıklama budur."

Kanat Atkaya / Hürriyet

Medyanın Rijkaard'la Alıp Veremediği Ne?

Galatasaray'ın Süper Lig'de kaybettiği ilk puan ve serinin bozulmasıyla birlikte, tıpkı geçmiş yıllarda olduğu gibi medyanın eleştiri okları yaylarından fırladı. Eleştiri herkese ve herkesce yapılabilir bir şey. Rijkaard'ın yerine Capello olsa Galtasaray'ın başında, o da ilk puan kaybında eleştirilir. Buna şüphe yok.

Yalnız Galatasaraylılar Rijkaard'dan çok şey bekledikleri için (ki haklılar) ve onun sisteminin oturması için gerekli olan şeyin sabır ve zaman bileşimi olduğunu iyi bildiklerinden, medyanın bu eleştirilerine çok kızmış görünüyorlar. Esasında Boğaz'ın diğer yakasından bakan Fenerbahçeliler için bu durum daha çok, Galatasaray ve Galatasaray'ın teknik direktörü eleştirilemez mantığında bir noktaya getirildiği yönünde. Bu yoruma Galatasaraylı okurlar muhtemelen kızacaklar ve savunma mekanizmalarını devreye sokacaklar ama buradan bakınca öyle yorumlanabiliyor hadise. Bunu da kabul etmeliler.

Dün geceki maçtan sonra pek çok şey yazıldı. Rijkaard'ın B planı olup olmadığından tutun, karakterine kadar birçok şey tartışıldı. İlave yorumlarla ortalığı daha fazla bulandırmaya niyetimiz yok elbette. Konuyla ilgili Mehmet Demirkol'un tespitleri fevkalede önemlidir. Onu işaret etmek lazım. Rijkaard'ı eleştirmeden önce onun teknik adamlık geçmişini, oyun felsefesini, ve daha önce çalıştırdığı takımlarda B planı olup olmadığını araştırmak daha makul bir yoldur.


Medyanın Rijkaard'la alıp veremediği ne? Bugün birçok Galatasaraylı bu soruyu soruyordu. Herhangi bir alıp veremedikleri şey var mı yok mu? Şu aşamada bunu kestirmek zor. Lakin hadiseye esprili bir şekilde yaklaşmak icap ederse, geçmişten kalan bir meselenin intikamı alınıyor olabilir. Rüştü, Barca'da forma şansı bulamıyorken, "Bu adam niye Rüştü'yü oynatmıyor?" sorusunu defalarca soran ve Rijkaard'a bu tercihi yüzünden kızan medya, belki de o günlerin intikamını almaya çalışıyordur. Kim bilir?

Ya Ben Lan Neyse Bi' Şey Demiyorum!



Temsilcilerimizin maçları hangi kanalda?

Şampiyonlar Ligi'nde mücadele eden Beşiktaş ile UEFA Avrupa Ligi'nde mücadele eden Fenerbahçe ve Galatasaray'ın gruplarında oynayacağı ikinci maçların yayınlanacağı televizyon kanalları belli oldu.

Avrupa'daki temsilcilerimizden Beşiktaş ve Galatasaray'ın maçları açık kanaldan, Fenerbahçe'nin maçı ise şifreli kanaldan izlenebilecek.

CSKA MOSKOVA - BEŞİKTAŞ
30 Eylül 2009 Çarşamba Saat: 19.30
Star Tv

FC SHERİFF - FENERBAHÇE
1 Ekim 2009 Perşembe - Saat: 20.00
D Smart Euro Futbol

GALATASARAY - STURM GRAZ
1 Ekim 2009 Perşembe - Saat: 22.05
D Smart Euro / TNT kanal


Pazartesi, Eylül 28, 2009

Zeman Mourinho'ya Sallamış

Bir dönem Fenerbahçe'yi de çalıştıran Çek teknik adam Zdenek Zeman, Jose Mourinho'ya fena sallamış.

Zeman'a göre Mourinho, gazetecileri futbolculardan daha iyi kontrol eden alalade bir taktisyenmiş.

Tam olarak şöyle demiş Zeman; "Mourinho kameraların ardında bayağılığını saklayan bir teknik adam olarak iyi bir iletişimci".

Jose'nin gazeticileri futbolculardan daha iyi yönettiğini iddia etmiş Zeman ve eklemiş, "Inter'in kötü futbol oynasa bile şampiyonluğun favorisi olmasının nedeni en iyi kadroya sahip olmasıdır".

Lazio'nun eski çalıştırıcılarından Zdenek Zeman son olarak da Inter taraftarının Mourinho'yla güzel futbol izleyemeyeceği öngörüsünde bulunmuş.

Mourinho'yu sever ve iyi bir taktisyen olduğunu düşünürüm. Zeman abartmış demek gerek. Jose'nin medyayı iyi kullandığı yorumuna katılıyorum ama.. Yine de Zeman'ın Mourinho kalitesindeki bir teknik adamı sıradan bir taktisyen olarak değerlendirmesi abestir.

Zeman'ın Fenerbahçe günleri. 1999-2000 sezonu. Rıdvan Dilmen'in istifasından sonra takımın başına getirilmişti. Bugünlerde dillere pelesenk olan 4-3-3 çlıgınlığını ilk ondan öğrenmiştik. Daha takım kadrosunu görmeden "Ben takımı 4-4-3 oynatırım" demişti. Forvet hattını Elvir Boliç-Yaw Preko ve Viorel Moldovan üçlüsünden oluştururdu genelde. Ağır idmanlar yaptırdığı yazılırdı bir de...

Kendisini hayırla yâd etmek biz Fenerbahçeliler için mümkün değildir. Pendikspor faciasını yaşayan takımın başındaydı. Maç sonunda "penaltımızı vermediler" basitliğinde bir yorum yaparak, iyice gözümden düşmüştü bu adam. Sadece o verilmeyen penaltı mıydı yani o mağlubiyetin sebebi?

Şimdi galaksinin en görkemli teknik adamlarından birine salladığını görünce ve kendisinin bu ülkede yaptıklarına bakınca ister istemez "hadi oradan!" diyorum...

Beynimiz Nasıl Çalışır?

Biri Bu Adamı Durdursun!

En son olaylı Diyarbakırspor-Fenerbahçe maçında yaşanan kepazelikleri Diyarbakır'da yaşayan Galatasaray taraftarına bağlayacak kadar kendinden geçen Diyarbakırspor kulüp başkanı Çetin Sümer'in son demecine dikiz: "Ligden çekiliyoruz, bu ülkede daha çok kan akar".

Bursa'da yaşanan olaylar Bursaspor taraftarını bağlar. Konuyla ilgili gerekli açıklamaları onlar yapacaktır ama bir kulüp yöneticisinin kurduğu cümleye bakınız. Ahmet, Mehmet ya da benim gibi sıradan bir blog yazarı mağlubiyetin vermiş olduğu sinir ve moral bozukluğuyla böyle cümleler kurabilir ama bir kulüp başkanının devamlı böyle ucuz demeçler vermesi, ortamı germesi kesinlikle provakasyondur, rezilliktir.

Gerek her sene tribünlerinde yaşanan olaylar gerekse de böyle yöneticiler sebebiyle Diyarbakırspor iyice antipatik bir kulüp olmuştur. Suçu sağa sola atmak yerine, kendi içlerindeki pislikleri temizlemeleri daha hayırlı bir iş olacaktır.

Diyarbakırsporlu yöneticilerin provakasyonlarıyla ilgili başka bir yazı için bkz. Ultras Movement blog / Adam mısın?

Güntekin Onay'ın Tespiti ve Turkcell Fevkalede Süper Ligimizin Görünümü

Bülent Timurlenk'e göre "%100 Futbol" programının % 51'i, kimine göre ise Beşiktaş yenildiğinde ağzı bozulan deli gibi sinirlenen bir isimdir Güntekin Onay.

Ben ise onu daha çok; "di mi Güntekin", Anfield Road'daki hali ve "bitir demediniz mi lan?" hadisesiyle hatırlıyorum..

İşin şakası bir yana. Avrupa ve dünya futbolunu çok iyi takip eden bir isim Güntekin Onay. Bir yerde çocukluğunda futbol pek sevmediğini, içindeki futbol sevgisinin sonradan ortaya çıktığını okumuştum. Doğru mu yazılmış, emin değilim.. Star'dayken kendini orada harcadığını düşünürdüm. Star spor servisinde çalışanlar bu sözlerimi yanlış anlamasın. Güntekin Onay'ın daha çok spor yayını yapan bir kanala geçmesini istiyordum. Ntv Spor onun için nokta atışı oldu demek yanlış olmaz.

Rıdvan Dilmen'le birlikte iyi bir ikili olduklarını düşünenlerin sayısı çok. Ben de onlardan biriyim.Programda zaman zaman bazı kesimleri kızdıran yorumlar yapsalar da, on numara tespitler de hayli fazla. Onlardan birisi Güntekin Onay'dan gelmiş bu kez. Turkcell Süper Lig için şunu demiş Güntekin Onay;

"Garip bir lig. 3 maçı eksik olan Ankaraspor Sivasspor'un 4 puan önünde."

Sadece şu cümle üzerine sabahlara kadar konuşulabilir aslında. Fenerbahçe'nin 7'de 7 yaparak kayıpsız devam etmesi, müthiş oynamasak da biz Fenerbahçelileri mutlu etse de, Güntekin Onay'ın değindiği konu üzerinde uzun uzun düşünmek gerek. En azından bir Fenerbahçeli olarak bu duruma değinmek niyetindeyim.

Sivasspor son 2 sezonun tartışmasız flaş takımıydı. Kısıtlı imkanlarıyla 2 sezondur son haftalara kadar şampiyonluk yarışının içinde kaldılar. Şu an ise 7 maçta 1 puanla sondan birinci sıradalar. Ankaraspor 4 maçta 4 gol atarak 5 puan toplamış. Sivasspor ise 1 gol fazla atmış olmasına rağmen, Ankaraspor'un 4 puan gerisinde.

Ankaraspor'un başına gelenler ve gerisi malum. Çift kupa galibi Beşiktaş'ın durumu, beklentiyi karşılamayan Gaziantepspor'un performansı da bir diğer garip konu başlıkları.

Fenerbahçe ve Galatasaray'ın arayı erken açacakları öngörüsü var bir de. Galatasaray ile lig 3.sü Bursaspor'un arasında 6 puan var. Galatasaray'ın Beşiktaş ve Kasımpaşa maçındaki galibiyetlerinde şanslı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Keza Fenerbahçe'nin de Manisaspor ve Antalyaspor'un maçlarından gelen son dakika golleri de şans olarak nitelendirilebilir. Son dakikalarda gelen gollerin şampiyonluk yarışında o golleri atan takıma moral kazandırırken, rakibi için moral bozucu bir etken olduğunu da hatırlatmak gerek. Geçmişte bunun örnekleri fazlasıyla mevcuttu hatırlarsanız.

Neyse , ligi açık ara götürecekleri iddia edilen iki takımın biraz şansla biraz da yetenekli oyuncularla kazandıkları puanlar ve alt sıralarda olan takımların yine yukarıda zikrettiğimiz durumlarına bakınca, öyle pek ahım şahım bir lig oynandığı söylenemez.

Denebilir ki, biz zaten bunun farkındayız, sana günaydın. Bunun farkına elbette ki önceden varmıştık ama bu sezon öncesi yapılan transferlerden sonra, gelmiş geçmiş en kalite ligin olacağı bekleniyordu. Bir de şimdiki vaziyete bakın.

Kendimizi kandırmaya devam ediyoruz sanki..

Necati Kıncır

Dostumuz, ağabeyimiz, kardeşimiz... Necati Kıncır aramızdan ayrılalı üç sene oldu. 28 Eylül 2006'da vefat ederek tribünlerimizi yasa boğan Necati Kıncır'ı rahmetle anıyoruz. O, tribünlerimizin en sevilen isimlerinden biriydi. Fenerbahçe tribünleri olarak seni asla unutmayacağız...

Rahat uyu Necati Kıncır, mekanın cennet olsun... Sevenlerine sabırlar diliyoruz.

GRUP CK

Pazar, Eylül 27, 2009

Lefter ve Alex'in Buluşması

"Sen de benim üçüncü torunumsun..."

Yaşayan iki efsane nihayet buluşmuş. Fenerbahçe Dergisi'nin Ekim sayısında bu buluşmanın detaylarının yer alacağını öğrendiğimiz için mutlu olduk. Sabırsızlıkla bekliyoruz Ekim sayısını.

Lefter ve Alex'in buluşmasını kaleme almış Ercan Saatçi. Onun anlattıklarından bazı alıntılar yapalım. Alex'in buluşma öncesinde düşünceleri, Lefter'le sohbet ederken söyledikleri ve Lefter'in yorumları...

***

Alex de Souza: "Gittiğim her kulüpte, o camianın efsane olmuş isimleri ile tanıştım. Buraya geldiğimde Lefter ve Rıdvan Dilmen’in isimlerinden bana çok bahsettiler. 100 yıllık tarihi olan Fenerbahçe’nin böylesine önemli ismi ile tanışmak bana gurur verecek" "Kaldığım süre içinde yaşatabileceğim her şeyi yaşattığımı düşünüyorum. Futbolu bırakıp gittiğimde sevgiyle anılırsam, Türk kültürüne adapte olup benimsendiysem, bu beni çok mutlu edecek" "İnsanın 84 yaşında bu kadar güçlü durması inanılmaz. Fenerbahçe ve Türk futboluna yaşattıkları için kendisine teşekkür ederim. Yaptığı işler az buz şeyler değil. Nasıl böylesine dinç kalabiliyor, doğrusu merak ettim" "Bu formayı Brezilya’ya götüreceğim ve en güzel yerde saklayacağım. 10 numaralı forma her zaman Lefter’indir. Kaptanlık da forma da benim üzerimde ödünç olarak duruyor" "Şampiyonluk kupasını aldığımızda kupayla birlikte adaya geleceğim. Bu sevinci sizinle birlikte yaşamak istiyorum"

Lefter Küçükandonyadis: "Topu ayağına aldığı zaman her şeyi yapıyor. Ben topu aldığım zaman gidiyordum, Alex de gole gidiyor. Eğer genç olsaydım, Alex ile yan yana oynamak isterdim. Verdiği pasları, attığı golleri herkes yapamaz. Rakip takımlar Alex’ten çekiniyor. Onun için özel önlem alıyorlar. Her maçta oynamasını isterim. Sahada onu göremeyince üzülüyorum"

"Bir düzeltme yapayım; gazeteler yanlış yazıyor. 450 golüm olduğu ifade ediliyor. Yanlış, ben 1500 gol attım"

"Bizim zamanımızda tekstil bu kadar ileri değildi. Otlu formalar giyerdik. Ne zaman otlu formayı giysem, atlar üzerime gelecek diye korkardım"


"Ölüp gideceğim, ismim kalacak. Bu benim için en büyük gurur” (Heykeli için yaptığı yorum)

“Son maçlarda çok gol kaçırdık. Futbolda bunlar her zaman vardır. Ben olsam kaçırmazdım diyemem. Taraftara mesajım şudur; sabırlı olsunlar. Takımlarını yalnız bırakmasınlar. Şahane bir stadımız var. Her maça geliyorlar. Tribünleri dolduruyorlar. Takımlarına inansınlar, sonuna kadar desteğe devam etsinler.”

Rıdvan Dilmen: "Amatör Takım Bile Yemez"



Antalyaspor-Fenerbahçe maçının 90.dakikasında gelen ilginç golle alakalı yorumumu, "mahalle maçında atılan gollere benziyor" diyerek yapmıştım.

Rıdvan Dilmen de golün garipliğiyle ilgili şunu söylemiş; "Böyle bir golü 5-0 önde olan amatör takımı bile yemez''.

Antalyaspor 1 Fenerbahçe 2


Maç öncesindeki hava gerginliğe sebebiyet verecek türdendi. Antalyaspor yönetiminin fahiş bilet fiyatları politkası (şimdi kesin birileri sizin tribünleriniz çok mu ucuz der? e be birader onu da eleştiriyoruz, aç gözünü iyi seyret etrafını..), sanaldan sallamayı meziyet bilen klavye silahşörleri ve Antalyaspor Teknik Direktörü'nün bütün hedeflerinin Fenerbahçe'nin 6 da 6'lık performansını sonlandırmak olduğunu ifade etmesi. "Antalyaspor'un bu sezonki hedefi nedir?" sorusunun yanıtı şu herhalde: "Fenerbahçe'ye çelme takmak". Gülmeyin! Mehmet Özdilek'in hafta boyunca yaptığı açıklamaları takip edince bu gerçek ortaya çıkıyor.

Fenerbahçe'nin maçının olduğu saatte nikah olur mu? E tabii bizim halaoğlu Beşiktaşlı olunca iplememişler böyle bir ayrıntıyı. Bu işin şakası tabii. Genç çiftimize buradan da tebriklerimi sunayım fırsattan istifade. Fazlasıyla kişisel olan bu detayın ardından, göz ucuyla takip edebildiğim maçın üzerine birkaç cümle yazayım, yazıyı bitereyim..

Attığımız golleri ve Kazım'ın direkten dönen şutunu iyi görebildim sadece. Maçın geri kalanını iyi takip edebildiğimi söyleyemem.

Kazım ve Güiza'nın ne yapacağı merakla bekleniyordu. Güiza aynı kazmalıkla oynamış maçta. En azından müsait pozisyonlarda yaptıkları bunu gösteriyor. Kazım ise (üzerindeki forma nedeniyle ıslıklanmaması, yuhalanmaması gereken bir oyuncudur demiştik malum) gerek attığı golde, gerekse de diğer gollük pozisyonlardaki varlığıyla, motive olduğunda bu takım için önemli bir silah olabileceğinin sinyalini verdi denebilir.

Yunus Yıldırım'ın Uğur Boral'a yapılan o harekete penaltı verememesi şaşırtıcıydı. Güzal bir gol yedik tabii, onu da es geçmemek lazım. Eleman iyi vurdu. Bir de 90. dakikada gelen golde sanki bir mahallle maçı havası vardı. Çocukluğumuzda böyle 4-5 kişi rakip kalede pozisyon bulur, yanımızda boş olan arkadaşa pası verirdik, o da boş kaleye topu yuvarlardı. O geldi aklıma.

7 de 7... Devamı gelir inşallah.
Perşembe'ye konsantre olma vaktidir..

Cuma, Eylül 25, 2009

Cihan Pehlivanı Ortega ve Sarı Yeşillerde Yüzler Gülüyor


Ariel Ortega
6 yıl sonra (yaş 35) Arjantin Milli Takımı'na seçilmiş. Haberi, futbol bloglar aleminin en kral Fenerli blogu Papaz'ın Çayırı'ndan öğrendim. Onlar da Reuters'i işaret etmişler.

E tabii sevindik bu habere. Maradona'dan sonra 10 numarayı sırtına geçiren ilk adam, eski bir dost, ayrıca nerdeyse 15 yıldır takip ettiğim ve faal futbolcular arasında en sevdiğim isim olan Ariel Ortega'nın Arjantin Milli Takımı'na çağırılması güzel bir haberdir benim açımdan.


Arjantin-Gana maçı için kadroya çağırılması ayrı bir heyecan yaşatıyor adama. Ortega ve Appiah'ın mücadelede karşı karşıya geldiği anlara tanık olmak, iç geçirmek bendenizden beklenecek türden hareketler. Sağlam bir Appiah'a, ve aklı karışık olmayan, sadece futbolu düşünen Ortega'ya o kadar çok ihtiyacımız var ki şu an..

Yazıyı en sevdiğim yazalardan biri olan Umut Sarıkaya'nın bir yazısıyla bitirmek isterim. Sarı Yeşillerde Yüzler Gülüyor başlıklı bu yazıyı sonuna kadar okumanızı tavsiye ederim. Beşiktaşlı Umut Sarıkaya'nın futbol ve tribün yazılarını okumak keyif veriyor insana...

***


SARI-YEŞİLLİLERDE YÜZLER GÜLÜYOR...

Şimdiki Şensoylar Pide ve Börek Salonu o zamanlar bizim kulüp binasıydı. Hergün okuldan gelir, kravatımı ceketimi çıkarıp çantamı ve kramponlarımı alarak kulübe giderdim. Bina dediğime bakmayın, bir yazıhane ve geniş bir salondan oluşan içinde çeşitli malzemeler ve kapısında bir önceki haftanın maçının skorunun asılı olduğu küçük bi kara tahta olan, bir duşu bile olmayan, bol ayak ve ter kokulu bir giriş katından ibaretti kulüp.

Kulübe benden başka hep İskender abi de gelirdi. İskender abi zamanında 2. ligde çok top koşturmuş sonra gençlere fırsat tanımak için alt yapıya geçmiş, engin bir bilgi birikimine sahip bir futbol adamıydı. Önce beraber klübü temizler düzenler, ardından da futbol üzerine konuşur en son olarak da konileri araba lastiklerini alıp İskender abi gözetiminde tek başıma idmana çıkardım.

Aslında şimdi sağlam kafayla düşünüyorum da futbol sevgisinden çok bir yere ait olma, tutunacak bir dal, sığınacak bir liman arama hissiymiş beni Yeşil-sarılı formaya bağlayan, tıpkı şimdi dergi binasına gereğinden çok takıldığım, burayı kendime yurt bellediğim gibi... Zira idmandan çok kulüp binasında zaman geçirmeyi, elime aldığım bir maşrapa suyu, maşrapanın ağzını parmaklarımla kapatarak yere silkmeyi sonra da yeri süpürmeyi, skorbordu günde belki de 10 defa silip yeniden yazmayı seviyordum ben. Ayrıca yardımcı antronör İskender abinin de muhabbeti çok güzeldi.

Diğer günler tek, çarşamba ve cuma günleri ise teknik hoca Ercan Ziyal gözetiminde takımla antremana çıkıyordum. Fakat Ercan hoca takıma geldiğinden beri bana ilk onbirde fırsat tanımıyor, o da yetmezmiş gibi antremanlarda kondisyon eksikliğimi bahane göstererek beni takımdan dışlıyor, takımdan ayrı düz koşu yaptırıyordu. Takım hep beraber birlik ruhu eşliğinde aynı tempoyla koşarken sizin orda ipsiz sapsız zaar gibi tek başına dolaşmanın ezikliğini bilemezsiniz.

Bir değil iki değil her antremanda ben takımdan ayrı koşunca, omuz omuza mücadele verdiğimiz arkadaşların yanımdan geçerken alaylarına maruz kalınca ben tabi haliyle bu duruma içerledim. Tırstığım için Ercan hocaya soramadım ama İskender abiye sormaya karar verdim. Antremandan sonra klüp binasında konçlarımı çıkarırken İskender abiye açıldım. İskender abi Ercan hocaya gıcık olduğunu, onun asıl sorunun kendisiyle olduğunu, hocanın benim hevesimi kendisine yakın olduğum için kesmeye çalıştığını kısacası Ercan Ziyal’in g.tün teki olduğunu söyledi bana. İskender abi’ye ben çok hak verdim ama ne yapmam gerektiğini zira takıma bu şartlarda bi yararım olmadığını da adabınca sordum. İskender abi çok çalışıp hocanın gözüne girmekten başka çaremin olmadığını aksi takdirde bonservisimi alıp bu diyarı terketmem gerektiğini söyledi. Yapılacak bi şey yoktu, beni çalışmak özgürleştirecekti ve bu özgürlük savaşında bi tek kişi, İskender abi benim yanımda olacaktı.

O günden sonra geceli gündüzlü İskender abiyle antremana çıktık. Yağmur oldu, kar oldu, gece oldu, gündüz oldu çıktık. İskender abi nasıl gaza geldiyse beni ayı gibi çalıştırıyor benim gibi bi Sivaslıdan bir sambacı yaratmaya çalışıyordu. Her akşam eve güç bela atıyor, içten içe de futboldan, idmandan krampondan bi nebze de olsa tiksinyordum. Tabi benim bu sipor aşkıyla ters orantılı olarak gerileyen derslerim de ailemin sinirini bozuyordu. Zaten futbolun geniş kitleleri uyutmak için bir afyon olduğuna inanan anne-babam inceden İskender abiye kıl kapıyor, benim yanımda en büyük ustam hakkında ileri geri konuşuyor, onun bir aile bile kuramayan eşşeğin teki olduğunu, yaşının kırka dayanmasına rağmen halen çoluk çocuğa artistik yaptığını söylüyorlardı. Ben başta biraz alınsam da sonuçta aileme hak verdim ve bireysel antremanları aksatmaya başladım. Ben tabi antremanları aksatınca bi müddet sonra İskender abi bizim eve geldi, merak ettiğini başıma bişey gelip gelmediğini kapıyı açan babama sordu. Babam onun hiiiiiiiç canını sıkmamasını çünkü gayet iyi olduğumu, sadece bundan sonra bu ekstra antremanlara gelmeyeceğimi söyledi. İskender abi bu antremanların çok önemli olduğu, takıma kabul edilmem için tek çıkar yol olduğu konusunda ısrar edince babam şimdi burda söylemenin uygun olmayacağı bir üslupla Ercan hocayla kendi arasındaki sorunlarının kendilerinin halletmesi gerektiğini benim bu işe alet edilmem gerektiğini anlattı. Ve 15 yaşındaki beni çağırıp “söyle oğlum gitmek istiyor musun antremana? Hani demiştin ya evladım -evet baba ben de tiksindim bu antremanlardan- diye tekrarlasana. Oğlum konuşsana dilini mi yuttun!” diye kızarmışçasına sordu. Sustum ve omuzlarımı silkerek odama gittim, böyle bi duruma düştüğüm ve belki de rezil olduğum için o gece sabaha kadar ağladım.

O günden sonra herkes gibi ben de sadece çarşamba ve cuma günleri çıktım antremana. Sonradan öğrendiğime göre babam Ercan hocayla konuştuğu için antremanlarda takımla beraber çalıştım. Ercan Hocamın düdükleri ile verdiği startlarda depara kalkıp konilerin etrafından belimi kıvırta kıvırta koştum, tüm takımla birlikte tek dizimle daire yapa yapa tur attım saha içinde. Bu sırada İskender abi köpek gibi uzakta oturmuş bana yadırgarcasına bakıyor ben de görmezden geliyordum. Futbol geleceğim açısından bu görmezden geliş çok önemliydi.

İki gün sonra Kilyos gençlerle yapacağımız maçta hoca bana da şans tanıdı. Kendimi göstermem için bulunmaz bir fırsattı bu. 72. dakikaya gelmiş ve maç golsüz beraberlikle devam ediyordu. Karadeniz ekibi bizim yarı sahada vururlarsa tehlikeli olabilecek pozisyonlara çok sık giriyordu ve etkili bir alan savunmasına ihtiyaç vardı. O alan savunmasını ise kenarda 72 dakikadır ısınan benden baskası yapamazdı. Ve nihayet oyuna alındım. Yeşil sahada ayak basmadık yer bırakmıyordum ama ayağıma top bi kere bile gelmiyordu ve sonuçta olan oldu ve iki gol yiyerek yenildik. Haliyle fatura da bana kesildi ve bol bol kınandım takım arkadaşlarım tarafından. 72 dakika ha şimdi girdin, ha gireceksin diye haybiye ısındırılıp yorulan, yetmezmiş gibi insan üstü bir performansla saha içinde koşan bendim ama sonuçta yine kötü olan ben oluyordum.

Hep beraber Ergun abinin minibüsüyle Kilyos’tan mahalleye, kulübe geldik. Moraller çökük, sinirler gergindi. Bu sırada İskender abi içeri girdi ve hafif alaysal bir tebessümle bizle yani Ercan Ziyal’in öğrencileriyle dalga geçti. Aslında bizle değil de bizim üzerimizden Ercan abiyle dalga geçiyordu, uğursuz pezevenk. Bu alaylar gitti gitti ve en sonunda Ercan abiyle ikili tartışmaya, ardından da küfürleşmeye kadar vardı. Bunun üzerine Ercan Hoca’nın tepesi attı ve kulüpten şimdi Namık’ların devraldığı büfeye kadar İskender abiyi kovalayıp, topsuz alanda bi güzel dövdü. Duyduğuma göre bu görkemli dayaktan sonra İskender abinin emarı çekilmiş.

Tabi Ercan hoca o sinirle beni yine eskisi gibi takımdan ayrı düz koşulara mahkum etti. Ben takımdan ayrı düz koşu yapa yapa bi süre sonra birey oldum. İçime kapanıp bi süre hayatımı sorguladım o koşularda. Kimdi bu insanlar? Ne arıyordum bunların içinde? İşte bu ve bu soruların cevabını kendi içimde aradım ve bir düz koşu esnasında bularak rotamı saha içinden ayırıp eve doğru koştum. Kimse de ardımdan bir dur bile demedi. Ve o günden sonra futbol hayatıma mutlu bir seyirci olarak devam ettim. Kendimi daha yararlı şeyler olan kitaplara, kağıt-kaleme verdim.

Geçen Hafta dergiden çıkıp eve geldiğimde takımdan 72. dakikada çıkıp yerine girdiğim için o günden beri bana sinir olan Selçuk denyosuyla karşılaştım. Siyah beyazlı renklere gönül verdiğimi bilen Selçuk hoşbeşden sonra “Anelka’yı da aldık varya bu sene iyice sıçarız ağzınıza” gibi gayet sığ bir cümle kurdu. Hayatta yenilmiş bir insanın gayet safiyane çırpınışıydı bu sözler. Futbol üzerinden giderek benden intikam almaya çalışıyordu. Gülümseyip eve gittim. Uykum yoktu bi kitap alıp okumaya başladım, sonra durup Selçuk’u, İskender abiyi, Ercan hocayı her halükarda yenilenleri düşündüm. Ve “Anelkaymış..... Ulan siz öyle bir takımsınız ki koskoca cihan pehlivanı Ortega’yı bitirdiniz, adam sizin yüzünüzden uzun süre hiç bir kulübe giremez bir derbeder oldu. Anelka ne yapsın tırto” diye içimden geçirdim. Kitabımı okumaya devam ettim.

Sinema Dünyasından Haberler #8

* İlk haberimiz Varol abi için gelsin. Seinfeld sevdası malum. They're back! (And they're spectecular).. Detaylar burada.

* Yönetmenliğini Kenneth Branagh'ın yapacağı Thor filmine daha önceki aylarda Chris Hemsworth, Natalie Portman ve Tom Hiddleston katılmıştı. Hollywood Reporter'ın haberine göre Jaimie Alexander ve Colm Feore de filmde rol almaları için Marvel Studios ile anlaşmış. Alexander, filmde süper kahraman Thor'un sevgililerinden birini, Feore de bir düşmanını canlandıracakmış.

* 61. Emmy Ödül Töreni'yle ilgili bir yazı yazmadım. Daha önce böyle şeyleri es geçmezdim. Eski okurlar bilir ama her ne kadar oldukça kaliteli bir yapım da olsa, Mad Men'in böyle Emmy'nin gediklisi olacakmış izlenimi vermesi hoşuma gitmiyor. Kendimce anlamsız bir protesto yaptım. Kimse farkında olmadı ama..ya blog okuru hatırlayamadı bu merakımı ya da böyle sanatsal kaygılar tahmin ettiğim kadar ilgi görmüyor.

* Rambo V - The Savage Hunt. İnsan öyle ya da böyle heyecanlanıyor Rambo ismini görünce. Mickey Rourke'nin filmde yer alacağına dair söylentiler dolaşıyor.

* Geçtiğimiz aylarda ölen pop müziğin kralı Michael Jackson'ın sadece iki hafta vizyonda kalacak olan kısa filminin fragmanı internette izlenme rekorları kırıyormuş. Filmin adı, "This is it". Film, Michael Jackson’ın sahneye dönüş konserleri için yaptığı provalardaki çekimlerden seçilen sahnelerden oluşuyor. İngiltere’de 28 Ekim’de gösterime girecekmiş. Türkiye’ye ne zaman getirileceği isebelli değil.

* Enis aka Cornholio'ya olan benzerliğiyle bilinen ünlü Türk yönetmen Fatih Akın'ın son filmi Soul Kitchen'ın, 66. Venedik Film Festivali'nde "Jüri Özel Ödül"üne layık görüldüğünü duymayanlara duyuralım.

* Çağan Irmak'ın son filmi Karanlıktakiler'in dünya prömiyeri 33. Montreal Fİlm Festivali'nde yapıldı. “Focus on World Cinema” (Dünya Sinemasına Bakış, böyle çevirmiş haber sitesi) bölümünde gösterilmiş film. Haberlere göre, eleştirmenler ve Kanada basını tarafından olumlu not almış. Beklemedeyiz.


* 23 Temmuz 2009’da vefat eden, sinemamızın önemli ve bol ödüllü yönetmenlerinden Ersin Pertan’ın ölümünden kısa süre önce tamamladığı son filmi “Mazi Yarası” 9 Ekim’de sinemaseverlerle buluşacakmış. Gözden kaçırmamak gerek.

* Biri Hasan Karacadağ'ı durdursun. Korku filmlerinden pek hazzetmem. Hele ki Türk işi korku filmlerini ise korkudan ziyade komik bulurum. Dabbe ve Semum gibi gereksiz iki film çeken ve nasıl olduysa 1 milyon izleyici sayısına ulaşan Karacadağ, Dabbe 2'yi de çekmiş. Başrolde bir zamanlar Kurtlar Vadisi dizisinde Erdal Kömürcü karakterini canlandıran Sefa Zengin var. Film, 25 Aralık'ta 200 kopyayla vizyona girecek. Meraklısına duyurulur.

* Son olarak, 10-17 Ekim tarihleri arasında 46.sı düzenlenecek olan Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde yarışacak olan filmler, yarışma kategorileri ve ödül listesini verelim..

Festivalde yarışacak 16 film:

* Emre Şahin’in ilk filmi ‘40’
* Kutluğ Ataman’ın yönettiği ‘Aya Seyahat’
* Meriç Demiray’ın ilk filmi “Babam Büfe’
* İlksen Başarır’ın ilk filmi ‘Başka Dilde Aşk’
* Onur Ünlü’nün yönettiği ‘Beş Şehir’
* İnan Temelkuran’ın yönettiği ‘Bornova Bornova’
* Murat Saraçoğlu’nun yönettiği ‘Deli Deli Olma’
* Ümit Ünal’ın yönettiği ‘Gölgesizler’
* Orhan Eskiköy ve Özgür Doğan’ın birlikte ilk filmleri ‘İki Dil Bir Bavul’
* Yavuz Özkan’ın Yönettiği ‘İlkbahar Sonbahar’
* Mehmet Bahadırer ve Maryna Gorbach’ın birlikte yönettikleri ilk filmleri ‘Kara Köpekler Havlarken’
* Zeki Demirkubuz’un yönettiği ‘Kıskanmak’
* Reha Erdem’in yönettiği ‘Kosmos’
* Miraz Bezar’ın ilk filmi ‘Min Dit’
* Bahadır Karataş’ın ilk filmi ‘Usta’
* Mahmut Fazıl Coşkun’un ilk filmi ‘Uzak İhtimal’


Festival Yarışma Kategorileri ve Ödüler:

* En İyi Film: 300 bin TL ve Altın Portakal heykeli
* En İyi İlk Film: 50 bin TL ve Altın Portakal heykeli
* En İyi Yönetmen: 50 bin TL ve Altın Portakal heykeli
* En İyi Senaryo: 30 bin TL ve Altın Portakal heykeli
* En İyi Görüntü Yönetmeni: 30 bin TL karşılığı film ve Altın Portakal heykeli
* En İyi Müzik: 30 bin TL ve Altın Portakal heykeli
* En İyi Kadın Oyuncu: Altın Portakal heykeli
* En İyi Erkek Oyuncu: Altın Portakal heykeli
* En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Altın Portakal heykeli
* En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Altın Portakal heykeli
* En İyi Kurgu: Altın Portakal heykeli
* En İyi Sanat Yönetmeni: Altın Portakal heykeli
* Behlül Dal Jüri Özel Ödülü: Altın Portakal heykeli
* Dr. Avni Tolunay Jüri Özel Ödülü: Altın Portakal heykeli


***

kaynak: bilimum sinema sitesi..

Fenerbahçe Çok Yaşa!

Şu görüntünün sadeliğine, güzelliğine doyum olmuyor. Her köşesinden samimiyet fışkırıyor. Görebilene, fark edebilene tabii ki...

Futbolun naif, tribünlerin sade ama hoş günlerinden bir kare.

"Ya ya ya...şa şa şa... Fenerbahçe çok yaşa!" diye tezahürat yapardı bu güzel insanlar. Sahi, bu tezahürat neden unutuldu? Niçin söylenmez artık? Hatırlamak, yeniden tribünlerde söylemek çok mu zor?

not: fotoğraf Amigo Kemik'in arşivinden...

Aziz Medya

“Medya” ve “Gündem” kelimeleri son yıllarda, olması gereken anlamının dışına çıkmaya başladı. Örtbas etme, sindirme ya da yüceltme gibi tarafsızlıktan uzak kelimelerle anılmaya başlandı medya. Bu özelliğiyle medyanın, spor camiasında da önemli bir araç haline geldiği aşikâr. Buna son zamanlardaki en büyük örnek belki de Beşiktaş’ın kazanmış olduğu iki kupanın gündemde sadece birkaç gün kalması ve hemen ardından basit bir transfer dosyası olan Mehmet Topuz transferinin uzun süre gündemi meşgul etmesidir. Birkaç Beşiktaşlı hariç kimse de bizim iki şampiyonluğumuz var, biz geçen senenin en büyüğüydük diyemedi. Herkes ortalama bir oyuncunun yüksek paralara mal olan ve iki büyük kulüp arasında sert bir çekişmeye sahne olan transfere odaklandı.

Bu örnekten sonra asıl gündemimiz olan konuya geçmek istiyorum. Aziz Yıldırım ve medya!
Aziz Yıldırım her zaman medyayı istediği şekilde yönetmesi ve istediği gündemi yaratmasıyla tanınmıştır. Bunun örnekleri çoktur. Fakat Haziran ayında Aziz başkanın medyayı yeterince kullanamadığı bir olay gerçekleşmişti.

PAF Liginde Antalyaspor’un cezalı futbolcu oynatmasından ve olayın kısa sürede çözüme kavuşmamasından kaynaklanan bir sorundu bu. Fenerbahçe averaj ile Antalyaspor’un altında 2.sırada bitirmişti ligi. Fenerbahçe yönetimi bu olaya tepkisini göstermiş, ligin iptalini istemişti. O zamanlar dikkat ettiğim bir nokta vardı ki bu olay sadece birkaç gün, ufak yazılar halinde basında yer aldı. Televizyonda ise neredeyse hiç konuşulmadı. Aziz Yıldırım gibi bir gündemci nasıl oldu da bu olayı istediği şekilde büyütemedi anlamak biraz güç.

Son zamanlarda basketbol camiasından bir doping olayı patlak vermişti. Efes Pilsen’de forma giyen Kerem Gönlüm’ ün doping testleri pozitif çıkmıştı. İşte bu noktada Aziz Yıldırım devreye giriyordu. Çünkü aynı, Antalyaspor olayındaki gibi burada da Fenerbahçe’nin hakkının yenildiği iddia ediliyordu. Doping testini yapıldığı tarih 14.06.2009. Bu tarih Efes Pilsen’in final serisinde 3–2 öne geçtiği tarihtir. Fenerbahçe deplasmanda oynadığı ilk iki maçı kazanmış ve ardından Efes Pilsen inanılmaz bir çıkış ile seride 4–2 öne geçmiş ve şampiyon olmuştu. Doping test sonucunun açıklanması elbette zaman almış, A ve B numuneleri sırayla incelenmişti. Geçen zaman içerisinde sonuç pozitif çıkmıştı. Yani Efes Pilsen dopingli oyuncu oynatarak 2–0 geriye düştüğü seride 4–2 öne geçmişti. Doping olayının yanında, özellikle Fenerbahçe tarafından haksızlık olarak yorumlanan, hakem kararları da bu seri de çok tartışılmıştı.

Bugünlerde Aziz Yıldırım’ın bu olayın üstüne gitmeyen medyayı suçladığı ve kendisinin gideceği haberlerini okuyoruz. Gündem yaratmayı ve meşgul etmeyi çok iyi bilen Aziz Yıldırım bu sefer bu iş için baltasını biledi gibi görünüyor. Şimdilik birkaç hafif iddia ile başlayan bu olayın, yakında final serisinin iptali isteğine kadar gideceğine pek şüphe yok gibi. En azından bu konular konuşulacak. Tabii ki bunların hepsi Aziz Yıldırım’ın ne kadar bu olayın üstüne gideceğine bağlı. Ancak, bizim tanıdığımız Aziz Yıldırım, kazanmasına rağmen oynadığı futbolla sürekli eleştirilen bir takımı varken, basının takım ve taraftarlar üzerindeki olumsuz etkisini yok etmek için bu olayın üzerine gider.

misafir yazar: walkan

***

not: bu yazı bana ait değildir, bu yazı bana ait değildir, bu yazı bana ait değildir... misafir yazar kategorisi altında yayımladığım bazı yazıların ısrarla ben yazmışım gibi yorumlanmasını anlayamadığım için böyle üç defa tekrar etme ihtiyacı hissettim. ve bir eleştiriniz varsa, yazının altında ismini cismini belirttiğimiz kişiye bu eleştiriyi yönelttiğinizi belirtirseniz mutlu olurum. hayır, çok ilginç yorumlar ve e-mailler geliyor. "sizin böyle bir yazı yazmanıza şaşırdım", "klasik uslübünüzün dışına çıkmışsınız" falan diyenler var. halbuki böyle her yazının altına, yazının başkası tarafından yazıldığını belirttiğim bir not düşüyorum, yazanın ismini yahut rumuzunu yazıyorum ama sanırım bazen dikkatten kaçıyor. bu arada yazı için teşekkürler walkan, dedikten sonra;

Ortega'nın notu: Bu hususta Aziz Yıldırım olayın üzerine gitmelidir tabii ki de. O bakımdan yazıda belirtilen bazı noktalara katılmıyorum. Ayrıca medyanın da orası burası oynuyor arkadaş, onlar hakkında istisnalar hariç ne düşündüğümü gayet iyi biliyorsunuz zaten..

Perşembe, Eylül 24, 2009

55Lira.com


55Lira.com tamamen bağımsız bir internet sitesidir.

Tek derdimiz, tek amacımız Fenerbahçe tribünlerinin halktan koparılmasının önüne geçebilmektir.

Protestomuzun toplumun büyük bir kesimine ulaşabilmesi, ve hatta Fenerbahçe yönetiminin sesimizi duyabilmesi için vereceğiniz desteğin önemi çok büyük olacaktır. MSN, Facebook, Twitter gibi sosyal ağlar üzerindeki arkadaşlarınıza sitemizden bahsederek; blogunuzda sitemizi duyurarak, üye olduğunuz topluluk forumlarında sitemize yer vererek bize destek olabilirsiniz.

Blogunuzda ya da sitenizde yazmış olduğunuz yazıları lütfen bizimle paylaşınız. Destek veren siteler, bu sayfa altında listelenecektir.

55Lira.com için banner görselleri tasarlayarak bize yardımcı olabilirsiniz. Tasarladığınız görsellerinizi lütfen bizimle paylaşın.

Farklı destek yöntemleri için lütfen iletişim sayfamızı kullanın.

Biz Fenerbahçeliyiz! Bizden çok adam çıkar!

Burcu Esmersoy Hangi Takımı Tutuyor?


Bir ara Tribün Dergi forumlarında "Hangi spiker hangi takımı tutuyor" diye bir konu vardı. Oraya yazdım Burcu Esmersoy'un durumunu. Bir de buraya yazayım. İşin içinden çıkamadık zira.

***

Haziran 2006: Ahmet Sivaslı'nın röportajı, Sporx'ten..

Soru: Hangi takımı tutuyorsunuz?
B.E: Galatasaraylıyım.

Soru: Peki FB tv'de çalışır mısınız?
B.E: Fenerbahçe tv'den bir teklif daha önce gelmişti. Ben de "herkes benim Galatasaraylı olduğumu biliyor. Benim ne işim var Fenerbahçe tv'de" dedim. Biraz zor.

***

Nisan 2008: Yeni Şafak'tan bir röportaj..

Soru: Hangi takımı tutuyorsunuz?

B.E: Eskiden Galatasaray`ı tutuyordum ama artık takım tutmuyorum.

Soru: Neden?

B.E: Çünkü profesyonelliğimin önüne geçip, mesleğime zarar veriyordu. Televizyonda haber sunan spikerleri izlediğinizde çoğunun hangi takımı tuttuğunu anlıyorsunuz. Bence bu çok doğru olmuyor.

Soru: Öyle hemen nasıl vazgeçtiniz?

B.E: Beni işimi çok seviyorum. Dolayısıyla onun için herşeyden vazgeçerim. Takımımdan yüz defa geçerim.

Soru: Hiç etkilenmiyor musunuz yani?

B.E: Hayır. Takım tutmayınca o kadar iyi oluyor ki tamamen pozitif biri haline geliyorsunuz. Futbol daha iyi gelmeye başlıyor ve her takım kazansın istiyorsunuz. Fenerbahçe - Galatasaray maçı varsa, yenilen tarafa sevinmiyorsunuz. Ama takım tuttuğunuzda bu böyle olmuyor.


***
Temmuz 2009: Vatan gazetesinde yayımlanan bir röportajdan...

Soru: Galatasaraylı Arda “beni hiçbir para Fenerbahçeli yapamaz” dedi. Siz bu sözler hakkında ne düşünüyorsunuz?
B.E: Vallahi kimse büyük konuşmasın, çünkü herkes bir gün Fenerbahçeli oluyor.

Soru: Vay vay vay vay harbi Fenerli’yiz anlaşılan.
B.E: Herkes gibi.

***

Ben izlemedim ama bir rivayete göre; Burcu Esmersoy FB tv.deki "Fenerli Ünlüler" programına katılmış. Hani şu stada falan götürüyorlar ya bazı ünlüleri, röportaj yapıyorlar filan. O program işte.

Burcu Esmersoy'un hangi takımı tuttuğu çok mühim bir konu değildir elbette ama insanın kafasını karıştırıyor bu röportajlar. Ersin Düzen blogunda Burcu Esmersoy röportajı yapacakmış. Şu meseleyi sorar umarım. Nedir ne değildir, öğrenelim artık..

not: bi de burcu esmersoy'un hürriyet'te gördüğümüz kolejli ünlüler başlıklı fotolarını da çok beğendik, sevdik, tebrik ettik :)

Yalnız ve Ayı

Pazartesi, Eylül 21, 2009

Şampiyonluk İstiyorsak

Son iki lig maçı ile birlikte Twente maçının da ardından "acaba" sesleri yükseliyordu tribünden. Ligin ilk üç haftasındaki fırtına şeklinde lige başlayış geride kalmış, tekrar geçen seneki o isteksiz takım ortaya çıkar gibi olmuştu. özellikle Twente maçında bu korkular epey artınca tribünlerde de homurdanmalar yükselmişti. Bugün de İstanbul Belediye karşısında 1-0 galip kapatmamıza rağmen tribünde özellikle Kazım kurban seçildi ve yoğun ıslıklar altında maçtan çıktı.

Peki kasedi geriye sarıp en başa dönersek... Fenerbahçe, yenilenen stadı ile birlikte daha önceleri "bağıran taraftar" olarak görülen insanlar bir anda çağdaş ve modern futbolun istemediği insanlar olarak görüldü. Yükselen bilet fiyatları ile birlikte camia ve basın sürekli "değişen seyirci profili"nden bahseder oldu. Seyirci artık maça müdahale edendi. Bilet fiyatları yükseldikçe özellikle maraton altla başlayan, yeni tribün Fenerium ile devam eden bir "İngilizleştirme" sürecine girdik. Bu insanlar yüksek paralar verdiğinden olsa gerek ne zaman Fenerbahçe kötüye gitse hemen devreye girip iyice kötüye gidilmesi için elinden gelen ne varsa onları yaptı ve yapmaya devam ediyor. Acı gerçek de bu olsa gerek...

Ligin 6. haftasında 6. galibiyetini almış bir takımın kimi futbolcuları ıslıklanıyor. Peki bu ıslık neye göre oluyor, hedefi ve kurbanı nasıl belirliyorlar diye düşündüğümüzde önümüze sunulan medya geliyor hemen akla... Medyada okuduklarını tribüne yansıtma çabaları diye de açıklanabilir.

Oysa ki, 6 haftada 18 puan toplamış bir takımın stadı böyle olmamalıydı. Bilet fiyatları bu kadar yüksek olmamalı, tribünlerdeki o boş koltuklar gözükmemeliydi. Şimdi "şampiyonluk istiyoruz" diye çıktığımız yolda ilk amaç çok para kazanmak mı yoksa çok daha iyi olmak mı bir kez daha düşünme sırası.

Takımın kötü oynadığı bir gerçek. Her daim kötü oynayarak kazanılmayacağı da aşikar iken takımın biraz daha hırslanma sürecine girmesi için tribündekiler olarak elimizde olan tüm gücü kullanmalıyız. Maçın ilk yarısında alkol komasına giren insanların tatsızlıkları tribünün de gidişatına olumsuz yansısa da ikinci yarı saha ile ilgilenmemiz gerektiğini anlamış olduk.

Sırada Antalya deplasmanı var. Kötü de olsak, ligin zirvesinde olduğumuzu unutmayarak kara bulutları üzerimizden atma vaktidir artık. Bu sene şampiyon olmak istiyorsak artık başka Fenerbahçe'nin olmadığını hatırlamamız lazım...

misafir yazar: immo guitti
grupck.com

Pazar, Eylül 20, 2009

Bayrama Özel Kampanya

Tüm İslam aleminin Mübarek Ramazan Bayramını
kutlarım bu vesileyle. İyi bayramlar herkese...

Cumartesi, Eylül 19, 2009

İnternetspor'un Pisliğini Kim Temizleyecek?


İnternetspor adında bir haber sitesi. Arkasında kim vardır ve kime hizmet ediyorlar hiçbir fikrim yok. Lakin bildiğim bir şey var ki; tarzlarını, sitedeki yazıları incelediğinizde kafanızda siteye dair hemen bir fikir oluşması mümkün olabiliyor. O fikir ne mi? Onu yazının sonunda belirteyim.

Yazıyı dün girecektim ama birkaç arkadaşımla bu konu hakkında konuştuk. Onların da ilgisini çekmiş bu site. Önce "aptallarla tartışmak aptallıktır" temelli yaklaştık olaya ama daha sonra buradan bu site hakkında 3-5 kelam etmek yanlış olmaz dedim, dedik... Cümle alem duysun, bilsin istedik.

Bu siteyi kim takip ediyor, kemik okuyucuları var mıdır, orasını bilemem ama internet yayıncılığı yaptıklarını iddia ettiklerine göre, bu mesleğin etik gereksinimlerine de haiz olmalılar diye düşünüyor insan. Yani en azından onlar zahmet etmesin diye ben düşünmüş oldum öyle..Zira kendileri pek bir düşüncesiz görünmekte.

Daha yakın geçmişte dikkatimi(zi) çekmişti bu site. Emre'nin Manisaspor maçında ettiği iddia edilen küfür üzerine verilen 3 maçlık cezayla ilgili haberde akılları sıra komiklik yaptıklarını zannederek, "Piç Kurusuna 3 maç ceza" başlığı atmıştı bu sitedekiler. Daha sonra da yaptıkları salaklığın farkına vararak, başlığı düzeltmişlerdi. Bir şeyler yazmıştım o zaman bu konuya dair. Hatırlayanlar olacaktır. Okumayan varsa da, şuradan bakabilir diyeyim.

Şimdi yine İnternetspor ve yine aptalca bir hareketle karşı karşıyayız. Sitede yazan Umut Öfkeli adlı bir şahıs, geçtiğimiz Perşembe günü oynanan Uefa Avrupa Ligi maçları hakkında bir yazı yazmış. Yazının başlığı da şöyle, "Fener'in pisliğini Galatasaray temizledi" (ha ha ha! aman ne komik!).

Kimdir bu Öfkeli Umut diye bir araştırınca, vatandaşın Facebook'taki Galatasaray Fan Page'in kurucusu olduğu görülüyor (Londra'da yaşayan bir polis olduğu da rivayet ediliyor hatta). Bu gayet normal bir şey elbette. Ahmet Öfkeli bir diye bir Fenerbahçe taraftarı olsa misal ve İnternetspor sitesinde yazıyor olsa, onun da Fenerbahçe Fan Page'i kurması garip durmazdı. Lakin bir fikir edinme adına yapılan bir araştırmanın neticesinde karşılaştığımız durum budur. Onu belirtelim evvela.

Meseleye de geri dönelim. Öfkeli Umut'tan Fenerbahçe'yi Avrupa Liginde desteklemesini bekleyemem. İstisnai durumlar hariç, ben de diğer Türk takımlarını Avrupa maçlarında desteklemem zaten. Aksini düşünen varsa da saygı duyarım ama.. Burada Öfkeli Umut'tan beklentim, Fenerbahçe gitti Twente'ye yenildi diye karalar bağlaması yönünde değildir. Umut Öfkeli adlı şahıs kendine ait bir sitede, blogda, Facebook Galatasaray Fan Page'de ya da Galatasaray taraftarlarının toplandığı herhangi bir sanal platformda Fenerbahçe'nin mağlubiyeti üzerine geyik döndürebilir. Olayı Galatasaray'ın galibiyetine bağlayarak, saçma sapan "pislik temizlendi" gibi başlıklar da atabilir ama madem İnternet yayıncılığı yaptığı iddia edilen bir sitedir İnternetspor ve tüm takım taraftarlarını sizleri okumaya davet eden bir yerde yazıyorsunuz, o zaman adam gibi yazmayı öğreneceksin(iz).

Tekrarlamak gerekise bu eleman gitse kendi sitesine, bloguna, fan page'inde böyle bir başlık atsa, böyle bir yazı yazsa, tepki vermem saçma olurdu, ama bir yandan tarafsız yayın yapan bir kurumuz ayağına yatacaksınız, öte yandan Fenerbahçe'ye aklınız sıraca giydirmeye çalışırsanız orada size "dur" diyen birileri çıkacaktır. Bu tarz tabirleri yazmak adetim değildir ama bu kitlenin tükürüğüyle boğulursunuz ey zavallılar, onu da unutmayın derim.

Gelelim pislik temizlenme meselesine. Şimdi olaya böyle yaklaşan, bu tarz başlık atan adamlar ne kadar ahmakça bir iş yaptıkların farkındalar mı acep? Her takım Avrupa kupalarında bir diğerinden daha başarılı ya da başarısız dönem geçirebilir. Bu mantığa göre, Galatasaray'ın kötü olduğu bir dönemde Fenerbahçe, Beşiktaş falan Galatasaray'ın pisliklerini mi temizliyordu yani en basit yaklaşımla? Bu kadar aptalca bir mantık olabilir mi?. Galatasaray'ın galibiyeti ve mağlubiyeti yine Galatasaray'ı bağlar. Aynı şey Fenerbahçe, Beşiktaş ve diğer takımlar için de geçerlidir (aynı sitenin Beşiktaş'ın Liverpool maçında aldığı 8-0'lik mağlubiyet üzerine de şuursuzca başlıklar attığı iddia edilmekte, fakat ben görmedim bunu da belirteyim). Sokakta kısa donla top peşinde koşan çocuğun yapamayacağı muhabbeti, belirli bir yaşa gelmiş, İnternet yayıncılığı yaptığını iddia eden bir sitede yazan bir adam ve o ekiptekiler nasıl düşünüyor ilginçtir. Fanatizmin gözü kör etmesine ve mantıklı düşünceye ket vurmasına en makul örnek bunlardır herhalde.

Yılmaz Özdil'in eseri olan, o ilginç Star gazetesi manşetleri bile daha normal kalıyor bunların yanında. Zamanında Özdil ve Star spor ekibiyle dalga geçtiğim ve yaptıkları işi küçümsediğim için utandım şimdi. Onlardan daha rezil durumda olanlar varmış meğerse.

Umut Öfkeli'ye sanal mastürbasyon temelli internet yazarlığı anlayışında başarılar dilerim. Bu performansını arttırabilirse, belki bir gün abileri Fatih Altaylı ve Hıncal Uluç'un dikkatini çekebilir. Bu da ona ve ekürilerine daha büyük kurumların kapısını açan bir yol olacaktır.

3-5 aklı evvel tarafından idare edildiği izlenimi veren İnternespor'a da bir karar vermeleri gerektiğini; ya tarafsız yayıncılık ilkesi gereği böyle pislikleri içlerinden temizlemelerini ya da tamamen niyetlerini açık açık belli eden bir oluşuma yönelmelerini, ve sitenin ismini cismini değiştirmelerini tavsiye ederim. Böyle bi yandan tarafsız yayın yapıyoruz diyerek, öte yandan bel altında vurma çabaları rezilliktir. Bunun farkına çabucak varmanız temennisiyle diyerekten bitiririm bu yazıyı..

Olan Oldu Artık

Türkiye 74 Yunanistan 76

Bu mağlubiyetten dolayı Hidayet'e, Ömer'e, Tanjevic'e, belki de bütün takıma sallamak mümkün ama olan oldu. Turnuva öncesi bu noktaya geleceğimiz muammaydı bana kalırsa. Bunu da unutmamak gerek. Ben de bilirim şimdi Hido'ya sallamayı, Ömer'in serbest atış kazmalıklarına dellenmeyi.. yahut Tanjevic'e küfretmeyi.. Ama olan oldu işte..

Yunanistan'a yenilerek elenmek bayağı bir koydu ama elden ne gelir?

Yaşattığınız güzellikler için teşekkürler 12 Dev Adam..Her şeye rağmen teşekkürler..

Cuma, Eylül 18, 2009

Senkronizeye Gel

Fotoğraf Panathinaikos - Galatasaray maçından.
Muhteşem bir görüntü gerçekten.

Fenerbahçe 1 Twente 2

Gruplar belli olduğunda Fenerbahçe'yi hem içeride hem de dışarıda en çok zorlayacak ekibin Twente olacağı beklentisinin ilk etabı ne yazık ki gerçekleşti . Twente takım savunmasını çok iyi yapan, bunun yanı sıra etkili kontralara çıkabilen bir takım. Artık günümüz futbolunun en önemli gereksinimlerinin başında gelen mücadeleci anlayışı da layıkıyla yerine getirdiklerini belirtelim.

Maç öncesi kağıt üzerinde favori olan Fenerbahçe'de ne hikmetse artık oyuncuların ya aklı başka yerdeydi (ki bu saçma bir şey olur) ya da Avrupa kulvarını çok ciddiye almıyorlar. Tamamen başkanın verdiği 3 yıl üst üste şampiyon olma sözü üzerinden yerel başarıya konsantre olmuşlar.

Emre dışında, sahada ne yaptığını, nerede durması gerektiğini bilen biri yoktu Fenerbahçe'de. Pozitif anlamda bir şeyler yapmaya çabalayan tek isimdi Emre. E tabii haliyle böyle bir manzarada, bir de yukarıda bahsettiğim özelliklere haiz bir takım olan Twente karşısında galibiyet biraz futbol şansına kalıyordu.

Tüm bu olumsuzluklara rağmen, Mehmet Topuz'un muhteşem frikik golüyle öne geçtik. Lakin o dakikadan sonra Fenerbahçeli oyuncular yapılması gereken ilk şeyi beceremediler. Oyunu soğutmak. Evet. Skor 1-0 olduğunda, en azından bi 5 dakika bunu yapabilmek gerekiyordu. Olmadı. 4 dakika sonra golü kalemizde gördük. Gerçi burada gol öncesi sakatlık sebebiyle saha kenarında olan Gökhan Gönül'ün eksikliği, o bölgede açık vermeye sebep oldu denebilir. Orayı Kazım kapatmaya çabaladı ama beceremedi. Bir de Nkufo'nun şutunda Volkan'ın ciddi bir hata yaparak golde payı olduğunu da belirtelim. Oyundan soğumuş izlenemi verdi.

Yenilen ilk golden önce, Gökhan'ın eksikliğini giderme konusunda ciddi bir hata yapıldı. İşte tam o dakikalarda rakibin tehlikeli bölgeye gelmemesi için faul yapılabilirdi ya da oyunu soğutma amaçlı başka şeyler, ama bunları hiç denemedi Fenerbahçeli futbolcular. Defans bölgesinde eksik olunca, golün gelmesi, ve tabii eksik kanadın olduğu yerden gelmesine şaşmamalı.

Skor 1-1 olduğunda Daum'dan bir hamle bekledik, fakat nafile. Oyun devam etti. Golden 5 dakika sonra, ikinci yarıda Twente'nin kaleyi bulan 2. şutunda yine Nkufo vardı (kaleyi bulan 2 şutun da gol olması da ne talihsizliktir). Serbest vuruştan gelen topu A.Santos uzaklaştıramadı, top Nkufo'nun önüne düştü ve o da affetmedi. 1-2.

Golden 1 dakika sonra o ana kadar sahada varlığı hissedilmeyen Alex bir aşırtma denedi, kaleye doğru yavaş giden topu Twente'li oyuncu dışarı attı. Gol olsa, bir şeyler değişir miydi? Belki. En azından kendi sahamızda 3 puanı yitirmezdik düşüncesi oluyor insanda.

Daum, 81. dakikada Semih ve Deivid'i aldı oyuna. Skor olarak geriye düşmeden ya da golün iyice geciktiği dakikaları saymazsak, Semih'in Daum'un aklına pek gelmediğini düşündüm o değişiklikler yapılırken. Daha sonra Daum'un maç sonu basın toplantısında, "Twente'nin golüne kadar oyunda Semih'e ihtiyacımız yoktu" açıklamasını duydum. İnsan böyle bir açıklama için ne diyeceğini şaşırıyor açıkçası.

Halbuki hem golü yemeden önce, hem de golün hemen akabinde en çok ihtiyaç duyulan oyuncuydu Semih. Sırtı dönük oynamayı becerebilen, top kullanma becerisi Güiza'ya göre daha fazla olan bir isim. Bu vesileyle geriden gelen adamlara da fırsat doğmasını sağlıyor. Benim gibi basit bir futbol izleyicisi bunu aklı edebiliyorken, Daum'un bunu hayli hayli düşünüyor olması gerekti...

Fenerbahçe bu maçı kazanabilirdi aslında. Twente'den daha iyi bir ekibiz ama onları yenebilmek için en az onlar kadar mücadele etmemiz gerekiyor. Fenerbahçeli futbolcular önce bunun bilincinde olmalı.


Şimdi muhtemelen Fenerbahçeli oyuncuların haftada 3 maçı kaldıramadıkları da yazılıp çizilecektir. E o zaman kadroyu ona göre ayaralayacaktık derim. Yahut Daum rotasyon işini biraz ciddiye almalı. Sadece 12-13 kişiden ibaret bir modelin bir işe yaramadığı gerçeğini görmeli. Gruptaki diğer maç berabere bitmiş. Bu bakımdan çok şey kaybettiğimiz söylenemez. Diğer maçlara daha ciddi hazırlanmak ve en az rakip takım kadar mücadele etmek gerek. O vakit bireysel anlamda gruptaki diğer takımlardan daha iyi olduğumuzu sadece kağıt üzerinde değil, sahaya da yansıtabiliriz işte..

Rakip için ekstra bir şey söylemek icap ederse; her ne kadar Nkufo 2 gol atarak öne çıksa da, Twente'nin en iyi ismi Stoch'tu bana kalırsa. Gökhan Gönül'ü çok zorladı. Kendini geliştirebilirse şayet, Chelsea'de uzun yıllar oynar ( Korkut Göze yorumu gibi oldu). 19 yaşındaki bu elemanı takip etmek gerek.

Son olarak el emeği, göz nuru o güzelim pankartımızı tribüne astırmayan Uefa yetkilisini de Allah'a havale ediyorum. Mağlubiyetle birlikte, iyice moral bozucu bir olay oldu bu da.

Perşembe, Eylül 17, 2009

Can Boğaz'dan Gelir

Habertürk'ün başlığına dokunmadan fotoğrafı paylaşıyor ve de müsaadenizle şunu söylemek istiyorum;

Malum, Can Dündar'ın eşini aldattığı ortaya çıktı. Peki sürekli "Romantik Can Dündar yazıları" forwardlayan hüzünlü kadınlar ne yapacak şimdi, çok merak ediyorum.

Mehmetçik Basri


Resmi sitedeki "Basri Dilimlili'yi andık" haberini görünce mutlu oldum. Böylesine efsanevi bir topçunun hatırlanması çok güzel..

"...Bir maç esnasında hava topunda aldığı darbe sonucunda kafası kanlar içerisinde kalır Basri Dirimlili'nin. Bu ağır sakatlığa rağmen, oyuna devam eder Basri. Kafasındaki bandaja rağmen oyuna devam etme konusunda gösterdiği yüreklilik sebebiyle "Mehmetçik" lakabını alır o günden sonra. Mehmetçik Basrı diye bilinir artık."

Mehmetçik Basri kimdir? diye merak eden olursa, buraya tıklayıp okuyunuz deriz. Mekanın cennet, ruhun şâd olsun Mehmetçik Basri...

İşte Tam Buraya Dikkat

Ankaraspor, Ankaragücü, Federasyon ve Gökçekgiller kavgasıyla ilgili her kafadan bir ses çıkıyor. Bir de ben uzun uzun yazarak şişirmeyeyim topu. Sadece iki açıklama var yetkililerce yapılan. Onlara dikkat çekmek isterim. Çelişkinin ağa babası gibi geliyor bana (yoksa şüphen mi var?)

***

Ankaraspor Kulüp Başkanı Ruhi Kurnaz: "Ankaragücü kongresinde Ankaraspor'dan hiç kimse yoktu. Çok fazla spekülasyon yapıldı. Ankaraspor olarak bizim hiç kimseyle bağlantımız yok. Biz ticari bir şirketiz. Ahmet Gökçek, bizde fahri olarak çalıştı. Kendisi, futbolu çok seven spor akademesi mezunu bir genç. Takımımıza da büyük katkıda bulundu. Ayrılmak istediği zaman önünün açılacağı gerekçesiyle buna olumlu yaklaştık. Melih Gökçek de Ankaraspor'u amatör kümeden almış, Süper Lig'e kadar çıkartmıştır. Birçok tesis kazandırmıştı. Ama biz daha sonra şirket haline geldik. O günden bu yana da Ankara Büyükşehir Belediyesi'nden 1 kuruş kasamıza girmedi"

***

90 Dakika programında Haşmet Babaoğlu bir konuya dikkatimizi çekmek isterken, işaret parmağını havaya kaldırarak "işte tam buraya dikkat" derdi. İşte ben de buraya dikkat diyorum onun gibi;

***

Ankaraspor Onursal Başkanı Melih Gökçek: "Ahmet, spor akademisi mezunu. Bu işin profesyoneli. Türkiye'de bu işi yapabilecek en iyi 8-10 kişiden birisi. Ankaraspor'da fahri olarak çalıştı. Sigortası bile yoktu. Anonim şirket olduğu için oraya başkan olmasını istemedim. Ankaraspor'daki görevinden istifa ettikten sonra Ankaragücü'ne üye oldu ve sonra başkanlığa seçildi. Tüm bunlar olurken her şey kanunlara göre yapıldı"


***

Cahilliğimi mazur görün ama sormadan edemiyorum. Herhangi bir kurumda fahri olarak görev aldıysanız, neden istifa etme ihtiyacı duyarsınız ki? Kanunlarda böyle bir şey mi var? Sigortası bile olmayan fahri bir görevli neden ve nasıl istifa edip, başka bir kulübün başkanı olabiliyor? Ve madem fahri olarak görev alıyor bu kişi, istifa etmesinin mantığı nedir?

Türk Dil Kurumu'nun sözlüğünde "fahri" kelimesinin karşılığı olarak "onursal" ve "gönüllü" yazmakta. Böyle onursal olan ve de gönüllü yapılan bir iş için istifa etmenin esprisini anlamadım açıkçası. Buna kanunlar nazarında nasıl bakıldığını bilen varsa, bizi aydınlatsın rica ediyorum. Belki de çok basit bir şey ama çıkamadım işin içinden..

Başlıksız Yazı

 En son 2018'de Fenerbahçe'de bir şeylerin değişeceğine, eski düzenin yok olacağına inanarak bir yazı karalamışım. Ali Koç'tan n...