Perşembe, Aralık 31, 2009

Neyse Ki Bitti!

2009'un ilk 5 ayını askerde geçirdik. Zaten buradan belliydi herhalde onu sevemeyeceğim. Geri kalan kısmında Beşiktaş'ın iki kupa aldığı günleri gördük futbol için konuşursak. Bir Fenerbahçelinin hayırla yâd edeceği bir yıl olamaz herhalde.

Bir de Barcelona abartı bir başarıyı yakaladı. Buna da şahit olduk. Gerçi anti-Barca ruhumuz bunlara üzülse de başka bir galaksinin futbolunu oynayan adamlara saygı duyduk.

Ülkede işler sanki her geçen gün daha kötüye gider gibi oldu. Ekonomi dünya çapında takla atınca, etkisi bizde daha büyük oldu. İşten çıkarılan bir sürü arkadaşım oldu. Zam üstüne zam manyağı olduk yine. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, darbe silahıyla korkutulur olduk... Kime güveneceğimizi şaşırır olduk.

Şöyle bir baktım, hiç mi güzel bir şey olmadı lan bu 2009'da diye.. Olmadı sanki. Çocukluğumuzun pop kralı da gitti misal. Çocukluğum da resmen öldü.

Dersten çıktıktan sonra, Eczaneye uğradım. "Mutlu yıllar" dedi Eczanedeki bayan. "Size de" dedim. Telefonuma mesaj geldi. Miss B.'den gelmiş. Miss. B'nin yeni yılımı kutlayan mesajına cevap olarak, "benim adıma 2009 bok gibi geçtiydi zaten" yazdım. O da "kazasız belasız atlatmadın mı? Şükret buna" demiş. "Onu iyi dedin bak. Şükredelim" diye cevap yazdım.

Evet, tam 2009'un..diyerek küfredecekken, doğru söylediğini fark ettim. Neyse ki bitti diye şükretmek lazım. Gerçi daha birkaç saat var bitmesine ama olsun, sorunsuz bitmiş gibi yapalım. Sorunsuz bitsin diye dua edeyim...

Mutlu yıllar herkese...

Çarşamba, Aralık 30, 2009

Ancak Dış Mihraklar Böyle Bir Harita Yapardı


Gelin itiraf edelim (mevzuya Ertuğrul Özkök tarzı giriş); Türkiye'nin Batı'sında doğmuş, büyümüş ve hala Batı'da ikamet eden insanlar olarak çoğumuz ülkeyi ikiye ayırarak değerlendiriyoruz kafamızda aslında. Türkiye'nin Doğu'su ve Batı'sı. Elbette aramızda istisna olanlar vardır ama eminim çoğumuz aynıyız.

Öss sonrası tercih yapacak olan gençlere ailesi ve çevresi genelde, "Ankara'dan ötesini yazma oğlum/kızım" der. Askerlik çağına gelen oğlunun Batı'da bir yerlere düşmesi için dua eder anneler, babalar ve tabii o kişinin sevdikleri. Şu haritanın Batı'sında bir yerlere çıkınca "oh çok şükür" derler, Doğu'sunda bir yer olursa, belli etmeseler de üzüntüyle karşılarlar bu haberleri. Gücü yeten torpil yapmakla uğraşır hatta. Onların bu işler için neler çevirdiklerini Ergenekon davasını yakından takip edenler bilir.

Keza okul ve askerlik sonrası iş hayatına atılacak oğlunun Batı'da bir yerlerde çalışmasını ister aileler ve çevresindekiler. Gelinlik çağındaki kızını ise Doğu'ya göndermek istemez. Gönderirse de istemeye istemeye yapmıştır bunu.

Buradaki niyetler elbette ki "bölücülük" anlamında değildir. Tırnak içi ifade edelim bunu, gözden kaçmasın. Bahsedilen şey Batı'da yaşayan kişilerin, ülkenin diğer yakasını kendince sebepler göstererek "daha az güvenli bulması" ve bu yüzden tedirgin olmasıdır. Bu kişiler haklıdır, değildir meselesini burada tartışacak değilim şu an. Lakin şunu da belirteyim; yazının sonunda okuyacağınız Ercan Güven'den alıntı olan cümlelerin bilhassa sonlar yazılı olanlarını daha bir dikkatli okumanızı tavsiye ederim. Ve tekrardan mevzuya dönelim...

Tüm bu yukarıda yazdığım şeyler aile sohbetlerinde, dükkanların içinde, kahvehane köşelerinde ve samimi arkadaş ortamlarında sabah akşam konuşulan şeylerdir. Bugüne dek ülkenin Batı'sında yaşamış biri olarak bunları gözlemledim. Ülkenin Doğu'sunda nasıl bir durum var? Bilmiyorum tabii. Belki orada da benzer bir durum vardır, kim bilir?

Şimdi bakıyoruz Türkiye Futbol Federasyonu talip olduğu 2016'daki Şampiyona için aday şehirleri belirlemiş. Mehmet Demirkol'un güzel tespitine kadar öyle yüksek sesle dile getirilmeyen o ince çizgiyi fark ediyor ve ona odaklanıyorsunuz. Hakkaten de haritadaki aday şehirlere bakınca sürekli şikayetçisi olduğumuz dış mihrakların emellerindeki o meşhur haritalardan biri çizilmiş gibi duruyor. Ülke ikiye bölünmüş. Hani bazen Fransa'da, İngiltere'de yahut ne bileyim işte Almanya'da bazı yayın organlarında kasti ya da değil bazı yanlış Türkiye haritaları basılır ve bizler de bu durumlara tepki koyarız ya hep, aynen öyle bir durum var.

Ülkenin futbolunu yöneten insanlar bazı kriterleri göz önüne aldıklarını iddia ederek, böyle seçimler yaptıklarını söylüyorlar. İyi de burada bir saçmalık var. Misal, bana kalsa İnönü ve Şükrü Saraçoğlu gibi iki stad bu listede olmalıdır. İkisi de çok güzel stadyumlar. Bu düşüncemi bir iddia olarak dile getirsem, "UEFA kriterleri" falan filan derler. Hangi kriterler? Madem bu stadlar o kadar problemli neden Avrupa Kupası maçları ve finaller oynanıyor. Kaldı ki kusurlar varsa daha 2016'ya hayli zaman var. Eksiklikler giderilir.

Aday şehirler arasında ortada bahsi geçen stadyumların olmadığı yerler de var. O zaman neden iki taş üst üste konmamış stadyumları seçiyorsunuz dediğiniz zaman, bu kez de savunma kanadı 2016'ya daha çok var diyor. Peki, o zaman neden Trabzon gibi bir futbol şehrini ya da ülkenin Doğu'sundaki şehirleri tercih etmediniz? E hani 2016'ya daha çok vardı? Ne yaptığının farkında olmamaktır bu. İşleri eline yüzüne bulaştırmaktır bu.

Son olarak bu organizasyonsuzluğuma bakarak, ben olsam bize Şampiyona falan vermem dedikten sonra daha fazla uzatmadan yazıyı Ercan Güven'in bugünkü köşesinden bir alıntıyla bitirelim;

“En iyi stadını söyle” deyince, hep birlikte “Şükrü Saracoğlu” diye bağırdığımız bu ülkede Avrupa Şampiyonası adaylığı için başvuru yapılması ve Şükrü Saracoğlu’nun maç oynanacak statlar listesinde yer almaması tuhaf tabi.
“Euro 2016”ya aday olmamız da tuhaf, stat tercihleri de, Fenerbahçe’nin tepkisi de!
Al birini vur ötekine.
Kurumları kavga eden, sokakları molotof ve havai fişekle yangın yerine dönen Türkiye’ye, Avrupa Şampiyonası isterseniz, ortaya Mehmet Demirkol’un köşesine koyduğu gibi bir Türkiye haritası çıkar; kimseye izah edemezsiniz.
Sayın Başbakan’ın, MHP lideri sayın Bahçeli’ye “Sivas’tan öteye gidemiyorsunuz” dediği Türkiye’de, Sivas’tan öteye maç koyamayarak fiili durumu futbol üzerinden ikrar edip belgelendirirsiniz.
Yeni stat yapılacaksa, Ağrı’ya da yapılır, Tatvan’a da,Yüksekova’ya da, Nusaybin’e de...
Demek ki, “oralar UEFA’nın güvenlik kriterlerine uymuyor”.
Bırakın UEFA kriterlerini, bazı vatandaşlarımızın güvenlik kriterleri bile müsaade etmiyor oralara.
Bunu mu demek istediniz?
O zaman...
Daha ülkesinin tüm sokaklarında güvenliği sağlayamamış olanların Avrupa Şampiyonası neyine?

Salı, Aralık 29, 2009

Pazartesi, Aralık 28, 2009

Teknik Adam Ciddiyetinde Maçı İzleyen Adam


Detay manyağı yapan bir başka Umut Sarıkaya karikatürü. Futbola, tribünlere dair çiziktirince daha da hoş oluyor doğrusu.

Maç Justin TV'de İzlenir

Nerede gördüm: http://bobiler.org/naylon_brando

Norberto " Beto" Alonso


Norberto "Beto" Alonso futbol hayatının büyük kısmını River Plate formasıyla geçirmiş efsane isimlerden biri. Profesyonel futbolculuk kariyerine 1970 yılında River Plate'de başlamış. 6 yıl River forması giydikten sonra Avrupa'ya, O. Marsilya'ya transfer olur. Fransız takımında sadece 17 maç oynadıktan sonra, yaşadığı uyum sorunu ve ülkesinden, sevdiklerinden uzak olmanın verdiği mutsuzluk gibi etmenler nedeniyle tekrar Arjantin'a dönmüş.

Yine River Plate yolunu tutmuş ve 1977-1981 sezonları arasında River Plate'de oynamış. Daha sonra 2 yıllık Vélez Sársfield deneyimi yaşamıştır. Ve en son 1983 senesinde yine River Plate'e döner ve 1987 yılına, yani futbolu bırakana kadar River Plate forması giyer ve bugün hala kulübün efsane isimleriyle bir anılmaktadır.

Zaman zaman forvet olarak görev almış olsa da aslında hücuma dönük orta saha oyuncusudur Beto ve inanılmaz bir istatistiğe imza atar. River Plate formasıyla attığı 149 gol ile kulüp tarihinin en golcü 5. oyuncusu olmuştur. Oynadığı maç sayısı baz alındığında ise kulüp tarihinin en çok forma giyen 7. oyuncusudur. Ayrıca River Plate'in kazandığı ilk Libertadores kupasında da ciddi payı vardır.

1978-1983 seneleri arasında Arjantin Milli Takımında oynamıştır ama istediği fırsatları yakaladığı söylenemez. River Plate'de gösterdiği muazzam performansa rağmen, Milli Takım'da yeterli şans kendisine verilmemiştir. Arjantin Milli Takımında daha genç isimlere (Diego Maradona, Jorge Burruchaga, Carlos Tapia gibi) yer verilmeye başlandığı için, artık Milli Takım için de pek ümidi kalmamıştır. Zaten 1983 senesinden sonra Milli Takımda oynamamamıştır. Yine de, kulübü River'ın ilk Libertadores kupasını Beto'nun da önemli işler çıkarttığı 1985 yılında kazanmış olduğunu hatırlatalım.

River Plate taraftarına göre Norberto "Beto" Alonso bir efsanedir. Hatta kimilerine göre Beto'nun ismi Maradona gibi Arjantin ve Dünya futboluna altın harflerle yazılması gerekirken bu fırsatın ona verilmediğini söylererek, Beto'nun çok şansız olduğunu iddia ederler.

Son olarak şunu da yazalım. 1978 yılında Arjantin Milli Takımı, Dünya Kupası kadrosunun forma dağılımını yaparken alfabetik sıralama sistemini uygulamıştır. Alonso listenin en başında olduğundan genelde kalecilere ait olan 1 numaralı formayı giymiştir.

Cumartesi, Aralık 26, 2009

Kenny Dalglish

the King @ the Hillsborough Memorial game

Tarantino'ya Göre 2009'un En İyileri


Quentin Tarantino ağabeyimiz, Hollywood Reporter ile yaptığı söyleşide, geçtiğimiz yılın en beğendiği filmlerini açıklamış. Listesini açıklarken, "Avatar", "The Lovely Bones" ve "Invictus"u henüz izlemediğini de belirtmiş.

1. Star Trek
2. Drag Me to Hell
3. Funny People
4. Up in the Air
5. Chocolate
6. Observe & Report
7. Precious
8. An Education

11.Yıl

Cuma, Aralık 25, 2009

Metacritic'e Göre Son 10 Yılın En İyi Filmi: Pan’s Labyrinth


Metacritic son on yılın en iyi filmlerini seçmiş, zirvede Guillermo Del Toro'nun El Laberinto del Fauno'su, yani Pan's Labyrinth filmi var. Tamam, Türkçesini de yazıyorum, Pan'ın Labirenti. Listenin geri kalanı aşağıda. Parantez içerisindeki yapım tarihinden sonraki sayı filmin aldığı toplam puanı gösteriyor.


1. Pan’s Labyrinth (2006) 98
2. Ratatouille (2007) 96
3. Spirited Away (2002) 94
4. The Lord of the Rings: The Return of the King (2003) 94
5. Sideways (2004) 94
6. WALL-E (2008) 93
7. Crouching Tiger, Hidden Dragon (2000) 93
8. There Will Be Blood (2007) 92
9. The Lord of the Rings: The Fellowship of the Ring (2001) 92
10. The Queen (2006) 91


Rotten Tomatoes sitesi de boş durmamış tabii, onlar da seçmiş birincilerini. Zirvede "Man On Wire" var. Yüzdelik dilimlerle yazmışlar listeyi.

100% Man On Wire 141
98% Up 250
98% The Wrestler 205
98% Finding Nemo 191
98% The Hurt Locker 171
98% Let the Right One In 146
98% Spellbound 134
98% Chicken Run 134
98% Murderball 133
98% The Fog of War 133
98% Anvil! The Story of Anvil 122
98% The Band’s Visit 110
97% The Incredibles 224
97% Sideways 207
97% The Queen 177
97% Spirited Away 154
97% Once 148
97% Capturing the Friedmans 143
97% Maria Full of Grace 131
97% Winged Migration 125

Perşembe, Aralık 24, 2009

Haybeden Gerçeküstü Lakırtılar #21


* "Dünya artık emek-yoğun, malzeme yoğun, enerji-yoğun değildir; bilgi yoğun olmaktadır". Peter F. Drucker

* Allison Stokke'u birine benzeteceğim ama daha bulamadım. (şu fotoğrafta Cansu Dere gibi durmuş yine de)

*
Avatar filmine gidenlerin, "Avatar'dan sonra uzun bir sure kendime gelemedim", demeleri yasaklanmış.

* Soren Kierkegaard'ı lise yıllarımda okur anlamazdım. Anca üniversitenin sonlarına doğru çakozlamaya başladım ama hala tam emin değilim.

* Alt tarafı 5 aylık askerlik diyorsun da bebek, iki denetleme gördüm. Biri Kara Kuvvetleri denetlemesiydi hatta. Şansımı seveyim bebek.

* İngilizce'de söylemesi en hoş olan kelime sizce nedir? Favorim: "absolutely".

* "...Bu arada Monica Belluci, biz erkeklerin, güzelliği karşısında nerdeyse eksiksiz mutabık olduğumuz tek kadın mı ne? Yani her kadına bi laf sokulur. Angelina Jolie dersin, dudahları çoh büyik derler, ne biliyim, Jessica Alba dersin, memelerinin cinsel cazibesi ben tatmin etmiyi derler, yani her kadına bi laf sokulur, fakat Monica Belluci dediğin zaman, haa, o başka..." (Alpay Erdem-Uykusuz)

* Sorarım size a dostlar; Şebnem Ferah'ı bırakıp Ebru Gündeş'e gitmek, attan inip eşşeğe binmek değil de nedir? (bu kadar açık konuşmak zorunda değilim tabii)

*
Facebook'ta "Kemalist fotoğrafçılar" adında bir grup var.

*
Türk kadınlarına seslenmek istiyorum; sarışınlık iyi güzel de her sarışın Michelle Pfeiffer olacak diye bir kaide yok. Onda anlaşalım baştan.

* Askerden döndüm döneli pek msn kullanmıyorum ama zaman zaman göz ucuyla baktığımda görüyorum ki bazılarının msn kullanma biçimleri hala değişmemiş. Bazıları msn iletisine neden "duştayım" yazar mesela? Bir de "bıcı bıcı yapıyorum" yazan kızlar da var. "Peştemali kaptım, geliyorum" yazacağım onlara bundan kelli.

* Çim Adam modası geri döner diye bir yerlerde hala Çim Adam'ını saklayan insanlar var bence. Hissedebiliyorum onları.

* Biliyorum bu huyuma anlam veremiyorsun ama ömrümün sonuna kadar Cranberries dinleyebilirim bebek.

* Bu kadar çok utandığım anlar çok nadirdir: Kurban Bayramının 4. günü İzmir'deydik. Bir ara Forum Bornova'ya gittik.Alışveriş yapmak için mağazaları çağdaş ve de laik insanlar olarak dolaşıyoruz. Şimdi ismini vermeyeyim girdiğimiz mağazanın birinde, raflardaki ürünleri inceliyordum. Boyumuzun uzunluğu nedeniyle alt raflarda dikkatimi çeken bir şeyi incelemek için vücudumun belden yukarısını aşağıya doğru eğdim. Tabii o esnada kalçam haliyle geriye gitti. O an bir şey çarptığımı hissettim. Çarptığım şeyin vitrin mankeni olduğunu düşündüm. Ve öyle tamamen arkama bakmadan göz ucuyla arkaya hafif bakar gibi olurken aynı anda iki elimle az önce çarptığım mankenin bel kısmını (daha doğrusu kalçasının iki yanını) tuttum, düzelttim ve iki saniyeyi geçmeyen bu hareketimle mankenin sallanarak düşmesini engellediğimi düşündüm. Neyse, daha sonra ürünleri incelemeye devam ettim. Mağaza çok büyük değil bu arada. 2 dakika sonra diğer taraflara bakarken, "Yahu ben neye çarptım? Şuna bir bakayım" diyerek az önce bulunduğum yere baktım ve ne göreyim? Az önce çarptığım şey vitrin mankeni değil, bildiğin kanlı canlı bir insanmış. Mağazada çalışan ve o esnada raflardaki ürünleri düzelten bir hatun kişiye çarpmışım. Nerden bu kanıya vardın? Başkasıydı belki diyorsunuz şu an. Başkası değildi değerli okurlar. Zira çarptıktan sonra göz ucuyla arkaya baktığımda çarptığım şeyin belden aşağısını görmüş, ve hangi renk kot pantolon giydiğini hala hatırlıyordum. Biraz önce o hatun kişiye çarptığım ve bırakın geriye dönerek özür dilemeyi, bir de hatunun kalçasını tutmak gibi bir hayvanlığı yaptığımı fark ettikten sonra yüzüm hemen kıpkırmızı kesildi (bir de bana rahat, vurdumduymaz adam diyor bazıları, alakası yok). Hatun kişi sırtı bana dönük şekilde hala raflardaki ürünlerle ilgileniyordu. Kısa bir an için gidip özür dilesim mi? diye düşündüm ama sadece çarpmış değildim. Daha da beter bir işe imza atmıştım. Yanımdakilere çaktırmadan, "hadi çıkalım, off çok sıkıldım, çok küçük burası, çok basık" diyerek oradan çıkarttım milleti. Şöyle bi on dakika kendime gelemedim. Yanımdakilere de bunu belli etmedim. Sonra normale döndüm. Dönüştte yine aynı mağazanın önünden geçiyorduk, içeriyi kestim. Hatun kişi kasanın oradaydı. Bir müşteriyle ilgileniyordu. Neyse ya, olan oldu. Kapatalım bu bahsi dermişcesine yoluma devam ettim...

* Uçağı sağ salim indirdi diye pilotu alkışlamayı her zaman garip bulmuşumdur.

*
Beni benden alan yaşlı amca aforizmaları: "Halayı biz çekeriz mala damat vurur."

* Ahmet Çakır sağolsun, sayesinde Küçük İskender'den alıntı yapmaya korkar olduk.

* En kötü yönetim darbeden iyidir diye düşünüyorum. Evet, hala bunu düşünüyorum.

* Bende mi Sorosçuyum acaba? Bazı vakitler kendimden bile şüphe eder oluyorum.

* Tekrar edilmeyen bilgi unutulmaya mahkumdur. Geçenlerde 'Ordu Jimnastiği tüfeksiz hareketler serisi'ni unuttuğumu fark ettiğimi yazmıştım Twitter'a. Daha sonra da aklıma ilk cümledeki söz gelmişti.

* "İki şey var ki, ruhumu hep yeni, hep artan bir hayranlık ve müthiş bir saygıyla dolduruyor: Üzerimdeki yıldızlı gökyüzü ve vicdanımdaki ahlak yasası". Immanuel Kant


Fenerbahçe 3 Altay 0

Maçı üzerine bir şeyler yazacak kadar takip etmediğimden, sadece şunları yazayım.

Özer'in iki gol atması sevindirici. Her ne kadar 83. dakikada da olsa, Abdülkadir'in Kadıköy'e çıkmış olması da hoş...

Zaman zaman yerden yere vursam da, Fenerbahçe'nin futbolda katıldığı her kulvarda 2009 sonu itibariyle lider olduğunu görmek güzel be hafız.

Bakmayın öyle, bazen skor yazarı gibi takılmak lazım.

0-3


Bugüne kadar voleybolun sadece plaj versiyonu (bayanlar tabii) ilgiyle takip eden biriyken, bu sene oldukça iddialı bir kadroyla salonlara çıkan Fenerbahçe Bayan Voleybol takımını ilgiyle takip eder oldum.

Voleybol bilgim nerdeyse sıfır. İki üç cümle kurmak bile çok zor benim için. Zaten bu yüzden geyiğine "Ne güzelsin sen Naz" gibilerinden yazılar yazıyorum. Bu yazdıklarımı yanlış anlayan çok oluyor tabii, alakasız yorumları öyle yorumlamalıyım sanırım.

Neyse, iki şey söylemek isterim yine de. Birincisi estirilen rüzgardan mıdır, yoksa benim Voleybol cahilliğimden midir bilinmez, tahmin ettiğimden daha çok zorlandı Fenerbahçe. Bunun sebebi yorgunluksa, normal karşılamalı. Fakat aksi bir durum varsa, bu irdelenmeli sanki.

İkincisi de gerçekten oldukça iddialı bir kadro kuruldu, ama şimdiden uçmak için biraz erken gibi. Arkadaş ortamında uçuşlar serbest olsun da, ele güne karşı biraz daha usturuplu yazıp çizmek gerek. Sonradan maytap geçilmesin.



Salon : TVF 50. Yıl
Hakemler : Ebru Meriçkan, Temel Öneri
Galatasaray: Deniz, Özlem, Djerisilo, Valeska, Krsmanovic, Elif, Ayça(L), Neslihan, Burcu, Dilara
Fenerbahçe Acıbadem: Çiğdem, Gamova, Osmokrovic, Eda, Naz, Seda, Nihan(L), İpek, Songül, Dirickx
Setler : 19-25 , 20-25 , 20-25
Süre : 75 dakika (22-27-26)

İsmi lazım değil, bir arkadaşa cevabımdır; Naz'ın benden 6 yaş küçük olduğunu biliyorum, ama yine de güzedir insandır, bu durum kendisini beğenmeme mani değildir bebek...

Çarşamba, Aralık 23, 2009

Alp Yalman & Ömer Çavuşoğlu


Alp Yalman ve Ömer Çavuşoğlu... Sene 1981

Sinema sektöründe çalışan bir arkadaşım var. Alp Yalman'ın evinde birkaç çekim yapmışlar. Yalman'ın evinde müthiş bir kitap ve film arşivi olduğunu söylemişti. Her çeşit filmin arşivi varmış ama (anladınız siz onu). Arkadaşın yalancısıyım.

Ömer Çavuşoğlu'nu da en son Miniatürk'e gittiğimde gördüydüm. Ailecek gezmeye gelmiş gibiydiler.

not: foto Esat Yağcı arşivinden...

Salı, Aralık 22, 2009

Gamova Sormuş Carlos Yanıtlamış

Fenerbahçe Resmi Sitesi'nde az önce rastladım bu söyleşiye. Geçtiğimiz günlerde ülkemizden ayrılan Roberto Carlos ile ilk ve son söyleşinisi yapmış Ekaterina Gamova. Resmi sitedeki habere göre bu söyleşi Can bartu Tesislerinde gerçekleşmiş ve simultane yapılmış. Söyleşiden bir alıntı yapalım, adettendir zira;

"...Özellikle kamp günleri Fenerbahçe Acıbadem'in maçları olursa karşılaşmalarınızı büyük bir zevkle izliyordum. Fenerbahçe Acıbadem izlemekten keyif alınan bir takım. Ben futbolun yanında diğer sporları da seviyorum ve bunu pek kimse bilmez ama ben bir voleybol hayranıyım. Fenerbahçe Acıbadem çok kaliteli bir takım olduğu için maçlarını da izlemek güzel oluyor. Fenerbahçe Acıbadem şampiyonluğu hak ediyor. Sizlere her zaman başarılar diliyorum"

Söyleşinin tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

***

Öte yandan, blog söyleşilerim devam edecek diye bir duyuru yapmıştım. Öncelikle şunu da açıklayayım, blog söyleşileri lafından kastım bu söyleşilerin blogda geçecek olmasıyla alakalıydı. Yani önümüzdeki günlerde gerçekleşecek söyleşilerde; blog yazmayan birine , yahut bir blogu olmamasına rağmen bloglar aleminde bir şekilde yer edinmiş, ismi duyulmuş kişilere rastlayabilirsiniz. Bu açıklamayı yaptıktan sonra, bir sonraki söyleşiyi Fenerbahçe tribünlerini iyi bilen, çok olay görmüş/ yaşamış bir isimle yapacağımı duyurayım. Kendisinin geçmişte yaşanan olayları ve eski maçları da net bir şekilde hatırlaması çok hoşuma gitmiştir. Şimdi ismini buraya yazmayayım. İşin heyecanı kaçmasın. Ama bunca şeyi neden yazdım? Geçmiş yıllara ait sormak istediğiniz bir şey varsa, (Fenerbahçe'yle, tribünlerle de ilgili olabilir) yorum bölümüne soruyu yazın. Biz de uygun bir şekilde soralım.

Pazar, Aralık 20, 2009

Lidere Selam Durun: Trabzonspor 0 Fenerbahçe 1

Maçın ilk yarısı tahminimden daha hızlı ve keyifli geçti. Bu bölümde, Güiza'nın kendisinden beklenmeyecek derece mükemmel bir şut çektiği ve kendisinden beklenecek şekilde 6 pastan topu boş kaleye vurmak yerine, dışarı atmayı becerdiğini gördük.

Fenerbahçe de Trabzonspor da maça istekli başladı. Öyle zannediyorum ki, ilk yarıyı izleyenler belki müthiş bir futbol izlememiş olsalar bile, maçın temposundan hoşnut kalmışlardır.

İlk yarıda Fenerbahçe'nin değerlendiremediği başka pozisyonlar da vardı tabii. Ve eklemek gerekir ki, Trabzonspor'un da ofsaytla uzaktan yakından alakası olmayan bir pozisyonu yardımcı hakemin hatasıyla ofsayt diye kesildi.

Trabzonspor'un kanat elemanlarının çabukluğu ve arzusu muhtemelen Daum'un çekinmesine sebep olmuş olacak ki, Daum sağ ve sol kanattaki oyuncuları pek ileri göndermeyi istemedi. Sadece zaman zaman Özer gereksiz kahramanlık denemelerine kaçtı. Halbuki sade oynamayı tercih etse, o bölümlerde daha hayırlı işler yapabilirdi. Ayrıca Özer'in fizik olarak da iyi durumda olmadığı da bir gerçek. Her ne kadar Özer oynasın diye buradan yazıp çizsek de, bu gerçeği de söylemek lazım. Öte yandan sağ taraftaki M.Topuz içinden iyi şeyler söylemek zor. O da ne doğru düzgün bindirmeler yapıyor, ne de kendisinden beklenen o şutlarını çekiyor. Kazım'ın piyasada olmaması rehavete mi soktu acep M.Topuz'u? Öyleyse, yanlış yolda.


İlk devre Emre ve Baroni ikilisi hayli iyiydi. Bilhassa fırsat buldukları anlarda sahanın öte tarafında ileri oynama konusundaki zorlamaları yerindeydi. Lakin bu ikili aşırı zorladıklarından ikinci yarı oyundan düştüler. Daum da zaten ikisinden birini, sakatlıktan yeni çıkan Emre'yi oyundan almak zorunda kaldı.

İkinci devrede golü atana kadar aslına bakarsanız Fenerbahçe bir şey yapmadı. Bu bölümlerde Trabzonspor'un istediği şekilde gidiyordu maç...taa ki kaptan Alex'in devreye girdiği ana kadar. Bir oyuncu kafasıyla bu kadar şık asist yapabilir mi? Hem de zor bir pozisyonda yaptı bunu. Gerçekten Güiza'nın önüne çok muazzam bir top indirdi. E tabii o pozisyonda bir anlık hatayla ileri çıkıp çıkmama ikileminde kalan Song'un da oyundan düştüğünü ve Güiza'nın boş alan bulmasına sebep olduğunu belirtelim. Güiza neyse ki golü atabildi. Zoru atmak, ama daha kolaylarını harcamak... Garip adam şu Güiza.

Golden sonraki oyunda Fenerbahçe yine bekleneni yapamadı. İleride topu ayağında tutmasını beklediğimiz adamlar nedense hep bocaladılar ve her seferinde hatalı paslar verdiler. Yukarıda da yazdığımız gibi Özer'in fizik olarak düşmesiyle kötü bir performans çizdiği bir maç oldu ne yazık ki. Umarım Özer'i birilerinin bir hamlede sildiği bir maç olmaz bu. Bizim sabırsızlar delirir böyle zamanlarda, severler Türk oyuncuları bir kalemde silmeyi.


Aslında güçsüz olan sadece Özer değildi. Meselam oyuna sonradan giren Semih'in de nerdeyse ayakta duracak hali yok gibiydi. Devre arasına lider olarak girmek ne kadar güzelse, bu olumsuz görüntülerden kurtulma adına önümüzde bir hazırlık evresi olması da o kadarsevindirici. Umarım teknik heyet bunun farkında olur, bazı önlemler alır bu konuda.

Son olarak her şeye rağmen Trabzonspor'un direkten dönen topunu ve Alanzinho'yla değerlendiremediği pozisyonları da unutmamak lazım. İlk yarıda Fenerbahçe'nin girdiği kadar olmasa da Trabzonspor da önemli şansları değerlendiremedi.

Tüm bu eksilere ve şimdiye dek kaybedilen onca puana rağmen, ilk yarıyı lider kapamak elbette ki keyiflendirici. İnşallah sezon sonunda da Fenerbahçe'yi zirvede görmek nasip olur.

Not: Maç boyunca tezahüratlarını işittiğimiz, Trabzon deplasmanı yaparak "hacı" olan tüm taraftarlarımıza da ayrı teşekkür etmek lazım.

Melekler'den: Sensiz Ben Nefes Alamam



Helal olsun!!! Daha ne diyeyim ki başka?

Cumartesi, Aralık 19, 2009

Tanjevic İstifa!

Edebinle gelmedin,
bari edebinle git...

http://tanjevicistifa.blogspot.com/

Lille Tribünleri


Futbol takımıyla ilgili herkes üç beş cümle söylecektir ama şöyle kısa şekilde bir de tribünleri ne durumda ona bakacak olursak; öncelikle Lille taraftarının ağırlıklı olarak işçilerden oluştuğunu söyleyebiliriz.

Şu an meşhur olan 4 tribün grupları var. Bunlar hakkında da ilk etapta şunları söyleyebiliriz, öncelikle ilk tribün grupları 1984 yılında kurulmuş.Onu söyleyelim. İsmi de “NORTHSIDE”. Adından da anlaşılacağı üzere kuzey tribününde konuşlanmışlar. Neden -mış'lı cümle kuruyorum? Bunun sebebi artık bugün bu grubun olmamasıdır.

Onun yerine bugün aktif olan, “Dogues Virage Est” isimli gruba kanalize olmuş üyeler. Bu grup ise 1989 yılında kurulmuş. 1990-94 yılları arasında 600 aktif üyesi varmış grubun. Daha sonra yavaş yavaş eski etkinliklerini yitirmişler. Bugün hala 200 civarı aktif ismin olduğu ve kendilerini takip eden yüzlerce kişinin olduğu söylense de eski güçleri yok. Yine de tribünde bazı görsel işlerde hala parmakları var. Onlar da kuzey tribünde konuşlanıyorlar. Grubun şu an tadilatta olan bir de web sitesi var (http://dvelille89.free.fr/).



İkinci grubun adı ise "Rijsel Spirit (RS)". Bu adın hikayesi Flamanca'dan gelmekte. Şehrin kıyılarından Flamanca konuşuluyor zaten. Ultras kültürünü benimseyen bu grubun aktif üye sayısı az, ama hatırı sayılır işler çıkarıyorlar. Rijsel Spirit'in de web sitesi var (http://www.rijselspirit.com/).

Üçüncü grubun adı “YESTDDINs”. Bu bir kısaltma. Lakin Türkçe'ye çevirmek hayli güç olacak. Fakat şöyle diyebiliriz, "Kuzey Fransa'da iki lehçe var: Picard ve Flemish" (Flamanca). Garip öyle değil mi? Güney tribünde konuşlanan bu grup ağırlıklı olarak yerel şarkılar söylüyor. Zaman zaman da bira eşliğinde barlarda birlikte maç izliyorlar. Bunu çok seviyorlarmış.

Dördüncü ve son grup ise hayli küçük bir grup aslında. İsimleri "KSG". Bu ismin nasıl ortaya çıktığını hatırlayan yok. O da ilginçtir. Kuzeyliler ve bir avuç çılgından oluşan bu grup maçları bazen "YESTDDINs" tayfasıyla birlikte seyrediyormuş. Ateşli bir kitle olduğu iddia ediliyor. Avrupa tribünlerinde yavaş yavaş isimlerinden söz ettirmeye başlamışlar.

Son olarak Lille tribünlerinin kendi deyimleriyle çok ciddi bir deplasman kültürü yok. Lakin 2001 yılındaki (Uefa Kupası) Dortmund deplasmanına 1000 kişiden fazla gitmişler. Yine Fransa'da deplasmanlara da ortalama 100-800 arası giden kişi oluyormuş.

Bakalım Kadıköy'e kaç kişi gelecekler?

grupck.com

Not: Aslında daha uzun bir bilgilendirme yazısıydı ama bir şekilde uçtu gitti yazdıklarım ve de yedeklememe gibi bir hata yaptım. Bununla idare edin artık.


Alternatif Medya: Zaytung


Deplasman Röportaj Yönetmeliğine Uymayan Futbolcuya 6 Maç Ceza

Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu(PFDK), geçtiğimiz hafta oynanan Gençlerbirliği - Manisaspor maçı öncesi kendisiyle yapılan röportaj sırasında yönetmelik dışı yanıtlar verdiği gerekçesiyle Manisaspor'lu oyuncu Nihat Doğan'a 6 maç ceza verdi.

Kuruldan yapılan açıklamada Manisasporun 14 sırt numaralı futbolcusu Nihat Doğan'ın maç öncesi kendisiyle röportaj yapan Lig TV muhabirinin sorularını, ilgili yönetmelikte belirtilen standartlara uygun olmayan bir şekilde yanıtladığı için kendisine 6 maç, böyle bir davranışa izin verdiği için kulübü Manisaspor'a da 10.000 TL para cezası verilmesinin uygun görüldüğü, söz konusu davranışın tekrarı halinde ise futbolcunun lisansının iptalinin gündeme geleceği belirtildi.

Yönetmelikte Açıkca Belirtiliyor

Manisaspor'un genç stoperi Nihat, maç öncesi kendisiyle yapılan röportaj sırasında muhabirin "Evet Nihat, Gençlerbirliği, zorlu bir deplasman, rakibiniz kendi evinde oynadığı son 3 maçını da kazandı, bugünkü maç için ne düşünüyorsun?" sorusuna "valla adamlar takır takır top oynuyor, kesin çakacaklar bize bu akşam, en az 3 yeriz gibi geliyor eheh" diyerek geçtiğimiz haftanın futbol gündemine damgasını vurmuştu.

Oysa "Futbolcular İçin Röportaj Standartları" yönetmeliğinin, kendisinden daha güçlü bir takımla deplasmanda karşılacak takım oyuncularının maç öncesi vermesi gereken beyanatları düzenleyen 16. maddesinde Nihat'ın bu soruya vermesi gereken cevap açıkça belirtiliyor. Söz konusu maddeye göre Nihat'ın, "Rakibimiz iyi bir hava yakaladı ama biz de bu maçla birlikte çıkışa geçmek istiyoruz, buraya puan ya da puanlar almaya geldik, çıkıp topumuzu oynayacağız, öncelikle taraftarlarımıza güzel futbol izletmek istiyoruz, hakeden kazansın" demesi gerekiyordu.

Genç Oyuncu Şaşkın: "Vallahi Haberim Yoktu!"

Ceza kararının ardından muhabirimizin sorularını yanıtlayan genç Nihat, böyle bir yönetmeliğin varlığından bile haberdar olmadığını belirterek, "yıllardır futbolcu ağabeylerimin her maç öncesi kelimesi kelimesine aynı şeyleri söylemelerini onların yaratıcılıktan uzak, kafası fazla çalışmayan adamlar olmalarına bağlıyordum. Kendimce bu zinciri kırmak istedim. Bu konuyla ilgili bir yönetmelik olabileceği aklıma dahi gelmemişti. Taraftarlarımızdan ve tüm futbol camiasından çok özür diliyorum. Yapacak bir şey yok. Hayat devam ediyor. Artık bu cezayı unutup önümüzdeki maçlara bakıcaz" dedi.

***

Hanidir bahsedecektim ama bir şekilde hep unutmuşum. Gavurun "the Onion" sitesi varsa, bizim de Zaytung'umuz var ulan, diyebiliriz artık gönül rahatlığıyla. Her konuda haber yazılabiliyor. Güzel ve de yararlı anketler mevcut. Günlük falınızı da okumayı eksik etmeyin. Hadi bakalım.

Cuma, Aralık 18, 2009

Haydi Lille Lille Lille'li Yar

Turu atlarsak, stad hoparlörlerinden Fatih Ürek'in şarkısı çalınır herhalde. Elenirsek, şarkıyı Boğaz'ın öte yakasındakiler bize söyleyeceklerdir muhtemelen.

Liverpool'la bu turda eşleşmemiş olmak güzeldi. Fakat bu turu geçtiğimizde (ki Lille çok formda, bu Fenerbahçe için hayli zor olacak) rakip olma ihtimalimiz kötü oldu. Hiç sevinmedim bu habere. Genel olarak kötü bir kura diyebilirim...En azından benim için. Galatasaray da zor bir kura çekti. Her ne kadar bu sene A.Madrid iyi durumda olmasa da İspanyol temsilcisidir, kupa gediklisidir. Leo Franco'nun zayıf yanlarını da ezbere biliyorlar zaten. O da ayrı mesele.

Lille çıktığında çevremdekilerin çoğu mutlu oldu. Herkes şimdiden Liverpool eşleşmesini düşünüyor ama ağır olun da molla desinler. Lille şu an Avrupa'nın en formda takımlarından biri. Bundan 2 ay sonra durumları ne olur bilinmez belki ama çok sıradan bir takımmış gibi bakmamak lazım.

Son olarak önce saldır Fener, sonra da saldır Urziceni (bunu yazdığıma inanamıyorum).

Naz Aydemir #2

Nazımıssss... Kıymetlimissss...

Aşık oluyorum eyvah, yerimde duramıyorum...
Bu kızı alıcaz, başka yolu yok!...

Helal Olsun Size!


Birileri sizden ders alsın!



Nerde görülür ki bu taraftar.
Herkesin gözü üzerinde.
Hiç durmadan alkışlar susmazlar‚
Yeriniz kalbimizde.

Biz neler yaşadık hep beraber.
Yenilgiler‚ galibiyetler.
Güzel günler çok yakında bekler.
Söz veriyor melekler...

Jübile Maçı Gibiydi: Fenerbahçe 1 Sheriff 0


Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük sol bek oyuncusunun Fenerbahçe forması giydiği son maçta tribünlerin tıklım tıklım olması daha hoş olurdu. Lakin gerek maçta bir iddianın olmaması (ki bu stada gelmememek için bir neden olmamalı aslında), gerekse o soğukta stada gitmek ve geç saatlerde eve dönme olasılıklarının olduğu bir haftaiçi maçı olunca işte, futbolcuların maç seçmesi gibi, bir takım seyirci de maç seçebiliyor.

Maç için üç beş kelam etmek gerekirse; yedek ağırlıklı olarak sahaya çıkan kadrodan, pek forma şansı bulamayanlar arasında "şu aslında ilk on bir oynayacak kapasitede" denebilecek biri yoktu ne yazık ki. Elbette ki bu oyuncuları tek maçla değerlendirmek haksızlık olur, ama bir şekilde sahada o ışığı veremediler.

Rakip belki zorlu mücadeleler için ölçü sayılmaz ama R.Carlos'un gidişinin hayra yorulabilecek yegane etkisi Santos'un daha iyi oynayabileceği mevkiye çekilmesidir herhalde. Dün gece rakip takımın sağ açığı kendisini ciddi manada zorlamamış olsa da, Santos "benim esas yerim sol bek" mesajını vermiştir. Zaman zaman hücuma katılma girişimlerinde bulunmuş, ve yaptığı artistik hareketler soğuk geceyi bir nebze ısıtmıştır. Artık nasıl etkilendilerse, Selçuk ve Bekir gibi teknik kapasiteleri sınırlı olan (hatta kimilerine göre hiç olmayan) iki düz oyuncu bile zaman zaman fantastik işler yaptılar. O anlarda maçı takip edenler şaşkınlığa uğradılar tabii ki. Yine de artık klişe halini almış o anlamsız geri paslar ve nasıl becerdikleri bir türlü anlaşılmayan hatalı paslarıyla, "biz değişmedik, hala kazmayız" mesajını da vermeyi ihmal etmediler. Emre'nin yokluğu ve Alex'in dinlendirildiği maçta Fenerbahçe adına kadife ayaklarıyla oyunu ısıtabilecek iki kişi vardı sahada; biri Santos, diğeri de Özer. Daum muhtemelen Özer'i haftasonunu düşünerek kenara aldı. Onun yerine oyuna giren M.Topuz ise yine sahada hayalet gibiydi.

Sevilla fatihi Uğur Boral'ın da "ben daha ölmedim" mesajına şahit olundu bu maçta (ne mesaj kaygılı maçmış ama). Gol öncesi Özer'in sağ kanattan yaptığı bindirmenin akabinde ceza sahası dışına kestiği ortayı Güiza Semih'e iyi bıraktı, Semih de Uğur'a güzel pas çıkardı. Uğur Boral da yapabileceği en harika vuruşla topu kaleye yolladı. Önce attığı gole şükretti, daha sonra da gelmiş geçmiş en büyük sol bek oyuncusunun yanına, yedek kulübesine koşarak bu güzel golü R.Carlos'a armağan etti. R.Carlos gibi bir oyuncuya da ancak böyle güzel bir gol armağan edilerek veda edilmeliydi zaten.

Avrupa maceraları genelde sıkıntı ve stres dolu olan Fenerbahçe'nin grubundaki son maçına bir üst turu garantilemiş olarak çıkması, ve Avrupa'da üst üste yaptığı son 5 maçı da kazanması hayli etkileyicidir. Belki bu maçlarda öyle ahım şahım top oynamadı Fenerbahçe ama bir gerçek var ki, genelde oyuna hep istediği şekilde hükmetti ve elbette ki sonuçta kazanmasını bildi. Bu 5 galibiyetin ülke puanına yapacağı büyük katkıyı da göz ardı etmemek gerek.

Yarın yapılacak kura çekiminde olası en kötü senaryo Liverpool ile eşleşmektir. Bu satırların sahibi daha önce de belirttiği üzere Liverpool'u çok sevmekte ve Fenerbahçe'yle eşleşmesi durumunda, bu iki takım arasında bir husumet yaşanma ihtimalinden çekinmektedir. Zaten genel olarak futbol anlamında da eşleşilebilecek en kötü takım Liverpool olur aslında. Şom ağızlılık yapmamış olma dileğiyle yazıya son verirken, Roberto Carlos gibi bir futbolcuyu satır arasına "uğurlar olsun" diyerek göndermek Ariel Ortega bloga yakışmaz. Onun için ayrı yazı yazmak gerek. Ama yine de şunu yazmak lazımdır, "Teşekkürler Roberto Carlos". Her şeye rağmen Dünya'nın gelmiş geçmiş en büyük sol bek oyuncusunu Türkiye'de ve tabii ki Fenerbahçe formasıyla izlemek gurur vericiydi.

Perşembe, Aralık 17, 2009

Best Songs of Fifa (EA Sports) - From '98 to '08



1998 - Song 2 by Blur
1999 - Rude Boy Rock by Lion Rock
2000 - Apollo 440 - Stop The Rock
2001 - Bodyrock by Moby
2002 - 19-2000 (Fifa 2002 Remix) by Gorillaz
2003 - To Get Down (Fatboy Slim Mix) by Timo Maas
2004 - Red Morning light by Kings of Leon
2005 - Irish Blood, English Heart by Morissey
2006 - Helicopter by Bloc Party
2007 - Can't Get Enough by Infadels
2008 - Fa-Fa-Fa by Datarock

Favorim kesinlikle Fifa 98'in müziği Song 2 - Blur.
Oyun olarak da Fifa 99'un hastasıydım tabii, onu da diyeyim madem.

Düzeltme için Kaan Özaydın'a teşekkürler.

Korkaklar Ordusu


Milliyet'ten Nilay Yılmaz "korkaklar ordusu" başlıklı yazısıyla güldürdü. Güzel bir Hıncal Uluç eleştirisi olmuş. Bütünlüğündeki anlam kaçmasın diye, yazının tamamını aşağıya yapıştıyorum. Buyrun.

***

Korkaklar ordusu!

Korkmak: 1.Korku duymak, ürkmek, dehşete kapılmak, 2.Kaygı duymak, endişe etmek, 3. Çekinmek, sakınmak, saygı duymak, 4. Yapamamak, cesaret edememek.
Korkak: Çok çabuk ve olmayacak şeylerden korkan (kimse, hayvan).
TDK’nin sözlüğünde böyle diyor.

Bence oraya “Hıncal Uluç’un ağırlıklı olarak teknik direktörler için kullandığı, ancak zaman zaman basının da nasibini aldığı tanımlama” diye de ekleyebilirler.
Google’a “korkak, Hıncal Uluç” diye yazdığınızda karşınıza çıkan yazıları okumaya takatiniz kalmaz. Benim kalmadı. Yok yok. Ama gözümden kaçanlar vardır mutlak, kusuruma bakmasınlar. İşte size geçmişten günümüze “korkaklar” listesi:

Mircea Lucescu: “Lucescu’ya korkak diyorum, sonra da üzülüyorum. Çünkü biz, bir korkaklar ligi oynuyoruz. Teknik direktörlerin tamamı neredeyse sahaya yenilmemek için çıkıyorlar.” (23.12.2003)

George Hagi: “Galatasaray’ın ne yazık ki, fikri sabitlerinden kurtulamayan korkak bir hocası var.” (02.10.2004)

Levent Bıçakcı: “Bıçakcı anlaşılması zor bir adam. Konuştuğum zaman akıllı, analizci, sorunları çok iyi gören bir kişi. Ama işin başına geldiği zaman bir o kadar aciz, korkak, çekingen, sessiz. Otorite kuramıyorsan bırak. İstifa etmek de bir erdemdir.” (22.02.2005)

Eric Gerets: “Eğer bu Gerets futboldan anlıyorsa, ben atom fiziği uzmanıyım. Niye Cihan ve Mehmet böyle bir anda? Çünkü korkak Gerets artık kazanmayı düşünmüyor.” (14.09.2006)

Tigana ve Zico: “Fenerbahçe’nin ne oynadığını da gördük. Sözüm ona düzgün oynadığı birinci devrede 2.5 tane şutu var. İkinci devre hiç yok Fenerbahçe hücumda. Kapanmış kendi sahasına. Çünkü Zico, Tigana’dan daha korkak.” (09-05-2007)

Karl-Heinz Feldkamp: “Beşiktaş’a karşı 11’e 11 oynamak gerek, 11’e 10 oynayamazsın. İki; burası çok önemli, aynen Gerets gibi, Kalli’de de korkak Türk spor medyasının ve yorumcularının tesirinde kalarak, hücum futbolundan, savunma futboluna ricat görüyorum.” (02.10.2007)

Fatih Terim: “Terim’in, Portekiz’den korkacağını hiç tahmin etmiyordum. 26 kişilik kadro yanlış, gönderilen 3 kişi yanlış, o 23’ten seçilen ilk 11 yanlış, taktik yanlış, takımı kenardan izlemesi yanlış Bu Fatih Terim felsefesinin, imajının iflasıdır. Rakibe göre seçim yapıyorsan bu işi bırak. Takıma güvenen birisi gelsin. Fatih Terim, Portekiz’den korkmuş, dizleri titremiş.” (10.06.2008)

Ömer Üründül: “İnsan olarak bir pırlanta. Ama futbol bilgisi, üç beş cümleyle sınırlı. Üstelik fena halde korkak. Risk alanları yermeyi marifet sayacak kadar korkak. Yani bir yerde maçı ATV’de izleyen gençlere kötü yaşam dersleri veriyor. Korkaklığı kendisi için de geçerli. Cesur yorumlar yapamıyor, durumu idare ediyor. (24.06.2008)

Michael Skibbe: “Galatasaray açısından 1 puanla, sıfır puan arasında hiçbir fark yok, ama Skibbe açısından var. Yenilirse şutlanabilir, ama berabere kaldığı sürece kalır. ‘Korkak bezirgan; ne kâr eder, ne ziyan.’” (02.09.2008)

Şenol Güneş: “2002’de Şenol Güneş’in korkaklığına kurban gittik. Türkiye’nin, Dünya Şampiyonu olacağına Şenol Güneş inanamadı. Öyle inanamadı ki, ben aylar öncesinden ‘Dünya futbolunda büyük düşüş var. Biz, burada şampiyon oluruz’ dediğim zaman bunu ‘Hıncal Uluç, Türkiye’nin dünyadaki yerini anlatmıyor. Bana saldırmak için zemin hazırlıyor’ diye yorumladı. Düşüncesi buydu. Bu kafadaki bir teknik direktör ile ancak onu yapabilirsin.” (09.09.2008)

Mustafa Denizli: “Tello var, Yusuf var sahada üçüncü oyun kurucu olarak Serdar Özkan girdi. İleride bir tek Bobo var. Pes Mustafa hoca ya! Vallahi pes! Sen bu kadar korkak olduktan sonra ben başka hocalara ne diyeyim! Türkiye’ye hücum futbolunu getiren adam Mustafa Denizli. Şimdi dudağa uçukluyor hücum futbolu oynamaktan.” (11.02.2009)

Bülent Uygun: “Sivas arayı çoktan açardı, ama Bülent Uygun’un korkaklığı yüzünden o da alakasız puanlar verdi. Her maçın ilk 45 dakikasını ‘hele bir yatalım da ondan sonra bakarız’ diye geçiren bir hocayla bir takım nasıl şampiyon olur?” (11.02.2009)

Bülent Korkmaz: “Eğer Adnan Polat olsaydım, eğer Galatasaray başkanı olsaydım Bursa maçının bittiği anda Korkmaz’ın işi biterdi. Hiç kimsenin Galatasaray’ı bu kadar aşağılamaya hakkı yok. Ayrıca gördüm ki, futbolun f’sinden haberi yok. Ayrıca gördüm ki, Galatasaray’ı hiç bilmiyor. Ayrıca gördüm ki, soyadının tam tersine müthiş bir korkak.” (10.03.2009)

Mesut Bakkal: “Manisaspor korkak hocası yüzünden (Fenerbahçe karşısında) mağlubiyeti hak etti.” (16.09.2009)

Frank Rijkaard: “Korkak ya, Rijkaard. Korkak. İki forvetten kork, ille iki ilave kazma ile oyna. İki ön libero eklemesiyle dört stoper. Niye? Dudağını uçuklatacak rakip mi çıktı karşına bugüne dek, Türkiye’de Avrupa’da?” (06.10.2009)

Madem kimseyi beğenmiyor, bir hoca önersin de tüm kamuoyu rahat etsin diyeceğim ama, geçen hafta “Rijkaard’ı alsınlar, ben geçeyim yerine, nelerin değiştiğini görürsünüz” dedi.
Buradan varacağımız sonuç şu ki; herkes korkak, Hıncal Uluç değil!

***

Hıncal Uluç’a göre herkes korkak olunca ekşi sözlükte “hıncal uluç’un teknik direktörleri korkak bulması” diye sayfa bile açılmış. Bir ekşi sözlük yazarı da konu üzerine şöyle demiş: Galatasaray’ın başına kitaplı mitaplı peygamber inse de bu tutum değişmez. (bkz: ben hayatımda bu kadar korkak peygamber görmedim)

Nilay Yılmaz / Milliyet

Not: Girişteki fotoşop Papazın Çayırı blogundan (ç)alıntıdır.

Çarşamba, Aralık 16, 2009

Fotoritim'deki Umut Sarıkaya Röportajı


e-Fotoğraf Dergisi (e-Photo Magazine) Fotoritim'den Şebnem Evren, Kasım 2009 sayısında Uykusuz dergisi çizerlerinden, hayranı olduğumuz Umut Sarıkaya ile bir röportaj gerçekleştirmiş. Ciddi mevzular konuşulduğu bir röportaj olmuş tabii. Umut Sarıkaya'yı seven herkesin bu röportajı okumasını tavsiye ederim.

"...İnsan bir yazarı-çizeri kendine çok yakın hissettiği için seviyor. Genelde arkadaş olabilirim herhalde ben bu adamla diye düşünebiliyor. Bize elma yollamışlardı mesela Amasya'dan. Hiçbir gazete yazarına herhangi bir çıkarı olmadan kimse elma yollamaz. Dur, Oktay Ekşi'ye elma yollayayım demezsin. Okur seninle arkadaş olmak istiyor. Tek olayı bu aslında..."

Umut Sarıkaya: Bir Uykusuz adlı röportaja buradan ulaşabilirsiniz.

***

Ayrıca bir de yüzsüzlük yapayım, ne de olsa kendi blogum değil mi arkadaş? Mutlak Gol Pozisyonu blogundan Oğuz Öztürk benimle röportaj yapmak istediğini söylemişti. Olur dedim. Ve gönderdiği soruları cevapladım. Röportaj bugün MGP blogunda yayımlanmış. Okumak isteyen olursa, buradan buyursun...

Salı, Aralık 15, 2009

Yaşlı Medya Genç İsimlere Savaş Mı Açtı?


Fenerbahçe - Kasımpaşa maçında Alex'e uygulanan markajı çağdışı bulan Kaan Koç'un yazısı üzerine mesleğe yıllarına vermiş Atilla Gökçe bir eleştiri yazısı yazdı. "Vayy Koç'um" başlıklı yazısında Kaan Koç'a vermiş veriştirmişti. Yazıda Kaan Koç'un soyadından dolayı "Koçum" lafzı tabii hep havalarda uçuşuyordu.

Daha sonra Kaan Koç da Atilla Gökçe'nin eleştirisi üzerine bir yazı yazdı. O yazısının bir köşesinde ise Küçük İskender'den bir alıntı yapmış;

"Yaşlı şairler unutmasın: Tabutlarını romatizma ağrıları çeken prostatlı kuşakdaşları değil‚ genç şairler taşıyacaklar. İki amaçla: Hem düşürmemeye özen göstereceklerdir‚ hem de bir an önce gömme telaşında olacaklardır".

Olay tabii bu dizilerle birden yaşlı medya vs. genç medya meselesine dönüştü. Bir taraf "siz kimsiniz, daha dün şöylediniz, bugün böylesiniz" diye ağır biçimde diğerlerini eleştirmeye başladı. Bunların arasında Gürcan Bilgiç‚ Ahmet Çakır‚ Aybars Hünalp‚ Uğur Meleke‚ Mehmet Ayan gibi isimler var. Komik olan ise bu kişilerin Kaan Koç'un yazılarını eleştirirken yazdıklarının bir linç girişimini andırması. Bu memlekette gördüğüm en komik olaylardan biridir bu. Yıllardır da değişmez. Hem diyorsunuz ki Kaan Koç ayıp etmiştir, saygısızlık yapmıştır. Hem de adamı linç etmeye kalkıyorsunuz. Bu ne perhiz derler adama... Hele Ahmet Çakır'ın, "Herhangi bir nedenle Küçük İskender'i referans göstermek yanlış anlamalara yol açabilir Koçum, dikkatli ol!", cümlesine bakınız. Neyi ima ediyor acaba? Bravo, çok zekisiniz kuzum!


Keza Uğur Meleke gibi böyle arabesk işlere girişmeyecek kadar soğukkanlı bulduğumuz bir ismin bile gaza gelmesi ve bu olayda elini yüzünü savaş boyalarına bularmışcasına Atilla Gökçe'nin safına geçmesi de ilginç. Vefa iyidir güzeldir de, olaya böyle arabesk minvalde yaklaşmak bugüne dek çizdiği soğukkanlı figüre yakışmadı hiç.



Kaan Koç'un kalemini beğenmiyor olabilirsiniz. Yazdığının haddini aşan cümleler olduğunu da iddia edebilirsiniz, ama verilen tepkide bir ayarsızlık olduğu kesin. Tepki veren eski isimler gençken öyle sessiz sakin mi takılıyorlardı? Hiç mi boylarını aşan laf etmediler? Her yaşın bir olgunluğa vardır tamam da, esas olgun olması gerekenlerin bir elde kalkan, bir elde hançer savaş nidaları atarmışcasına yazması ironik değil midir?

Bu olay ilk ortaya çıktığında herhangi bir tarafı desteklemiyordum ama eski isimlerin "linç kampanyasını" görünce, ister istemez genç isimlere fazla yüklenildiğini düşünüyorum. Ve en çok da her koşulda genç isimlere desteğimi veririm diyen Okay Karacan'ın bu hususa nasıl yaklaşacağını merak ediyorum. Bekleyelim görelim..

Pazartesi, Aralık 14, 2009

Avea'dan Fenerbahçe-Sheriff Maçına Türk Telekom Tribünü Bileti


Geçenlerde blogdan Avea desteğiyle bilet dağıtacağımızı duyurmuştuk. Siftahı yapalım.

Sorumuz şöyle;

Fenerbahçe futbol takımı Balkan Kupası hangi sezon kazanmıştır. Finalde hangi ülkenin takımıyla eşleşmiştir? Maçların skorlarını iç ve dış saha belirtmek üzere yazınız.

Soruyu hatasız ve de en hızlı şekilde cevaplayan okurumuz, 17 Aralık 2009 günü Şükrü Saraçoğlu Stadyumu’nda oynanacak olan Sheriff kaşılaşmasına Türk Telekom Tribünü bileti kazanacak.

Not: Anonim yorumları yarışmaya dahil etmiyoruz. Bir isim yazmanızı bekliyoruz.

***

Öncelikle katılımlarınız ve cevaplarınız için teşekkür ederiz. Doğru cevabı soruda belirttiğimiz şekilde eksiksiz veren ilk kişi "sanut"olmuştur. Tebrik ediyoruz. Ad soyad, adres ve telefon bilgilerini içeren bir mail bekliyoruz kendisinden.. elburrito23[at]gmail.com adresine istenilen bilgileri yarın akşama kadar gönderirseniz seviniriz. Aksi takdirde, bilet hakkını soruyu istenilen şekilde doğru cevaplandıran ikinci kişiye devredeceğiz.

Ayrıca cevaplarınızı blogun e-mail adresi yerine, yorum bölümüne yazarsanız yarışmanın ruhu adına daha uygun olacaktır.

Bu arada son final maçının tarihi malum sebepten dolayı 1968'dir. Bu konuda düzeltmeler gelecektir muhtemelen ama soruya dikkat ederseniz, "hangi sezon" şeklinde sorduk. Fenerbahçe'nin kazandığı Balkan Kupası1966-1967 sezonuna aittir.

Blogu takip etmeye devam edin. Çok kısa süre içerisinde başka sorularla karşınıza çıkabiliriz.


Fenerbahçe 1911-1912


Üst sıra: Yahya Berki (Karagözoğlu)/"yönetici", Elkatipzade Abbas, Zeki Mazlum (Saltık)/"yönetici", Emirzade Arif, Hulki (Malkoç)/"yönetici"

Orta Sıra: Hüseyin, Sabri (Çerkez), İzzi

Alt Sıra: Kemal (Aski), Nuri (Otomobil), Galip (Kulaksızoğlu)/kaptan, Sait Selehattin (Cihanoğlu), Hasan Kamil (Sporel)

Not: poster R. Sertaç Kayserilioğlu arşivinden alınmış... Bu foto için 2 Ağustos bloguna da ayrı teşekkür ediyorum tabi..

Pazar, Aralık 13, 2009

İttir Kaktır United: Fenerbahçe 3 Ankaragücü 2

Madde madde yazmak gerekirse,

* Genel olarak psikolojisi Fenerbahçe'den daha kötü durumda olan Ankaragücü'nü zar zor yenen bir takım vardı dün gece. İttir kaktır United ekolü. Üstelik son dakikalarda çizgiyi geçip geçmediği muamma olan bir Ankaragücü pozisyonun gerçekleşmesi de cabası. Maçı izlerken net bir fikrim olmadı. Maç sonrası izlediğim görüntüler ve fotoğraflardan da bir şey anlamadım. Bunlar yetmedi, Erman Hoca'nın tuvalet kağıdı hesabından da bir şey anlamadım. Top belki de çizgiyi geçmişti, buz gibi goldü ama maçın üzerinden onca saat geçmişken ve defalarca pozisyon tekrarı izlemişken bizler hala net bir şey söyleyemiyorsak, pozisyonu anlık süzmesi gereken kişilere sallamak ne kadar doğrudur? Son 3 haftada bir şekilde ofsayttan ya da verilemeyen faul pozisyonlarının akabinde gol yiyen bir takım taraftarı olarak söylüyorum bunları. O zamanlar laga luga yapmadıydık burada. Mühim olan daha çok mücadele etmek ve rakipten bir gol fazla atmaktır. Yani boşu boşuna, "ama siz şöyle falan filan", ya da "bari Fenerliler ağlamasın bik bik..." gibi eleştirilerle gelmeyin rica ediyorum.

* Fenerbahçe maçı kazandı ama genel görüntüsü nasıldı? Takımın geneline bakarsak değişen çok şey yok aslında. Bilhassa ilk yarı koşmayan, mücadele etmeyen ama bir şekilde denemeyi pek akıl edtmediğimiz kanattan açılan topla golü bulan bir Fenerbahçe vardı. Lakin golden sonra rahatlaması ve oyunu fark götürmesi gerekirken, anlamsız rehavete kapılan ve karşısındaki uyuyan rakibini uyandıran bir görüntü çıktı ortaya. Beraberlik golüyle Ankaragücü takımı biz buradan puan çıkarırız düşüncesine kapıldı, ki haklıydılar da böyle düşünmekte.

* Fenerbahçe kanatları yine etkili kullanamadı. Mehmet Topuz ve Özer çok fazla içeriye kaçıyorlar. Bu onlara Daum tarafından verilmiş talimat da olabilir tabii, ama sahaya sağ ve sol açık olarak çıkan oyunculardan kanat bindirmeleri yapmalarını ve çizgiye inme çabalarını beklemek fazla olmaz. Futbolun basit kuralları arasında yer alıyor bunlar. Topuz'un olmadığı kanatı Gökhan Gönül ekstra enerjisiyle fazla zorladı. Ve buradan bir gol de geldi tabii. Ama esas işi olan sağ beklik kavramının fazla dışına çıkmış oldu böylece. Futbolun ofansif yönünü daha çok seven biri olarak Gökhan'ın bu zorlamalarını sevmiş olsam da, rakipte daha tecrübeli bir sol açık olsa Fenerbahçe'nin hali duman olabilirdi gerçeğini de görmemiz gerekir diye düşünmekteyim.

* 3 puanla birlikte inşallah Özer'i de kazandığımız maç olarak hatırlarız bu haftayı. Bir üst maddede Özer'i çizgiye inmiyor diye eleştirmiş olsam da genel olarak mücadelesinden, özgüveninden çok memnunum. Takımda Alex'in futbol zekasına, paslaşma trafiğine katılımda bulunabilecek bir adam daha olduğunu herkes görmüştür artık (bir de Emre var malum). Maç sonrasında Alex bayağı övdü Özer'i. Daum'a da "Özer'i oynat" imasında bulundu. Herr Daum inat yapmaz umarım. Maçı izleyenler hatırlayacaktır, bir pozisyonda Özer sadece göğüs kontrolüyle tek hamlede rakibini öyle bir ekarte etti ki, sadece o hareketi bile bu adamı 16 haftadır neden ilk onbirde izlemiyoruz sorusunu sorduruyor insana? Pozisyonun devamında belki topa çok kötü vurdu ama o da mühim değil. Zorlamak gerek. Uzaktan şutlarla kaleyi yoklamak gerek. Şut çekmezseniz golü bulamazsınız malum. Keza M.Topuz'un da bu bağlamda daha çok şut denemesinde bulunması gerekir.

* E bir de dün seyircisiz oynamanın bir avantajı olduysa o da Özer'in zaman zaman hatalı paslar vermesine rağmen, ısrarla defansın arkasına top kaçırmaya zorlaması ve yine zaman zaman hatalı olsa da, dribilinglerle adam geçmeye çabalamayı bırakmamamış olmasıdır. Aynı hareketleri dolu tribünlerin önünde saçma ıslıklar ve küfürsel tepkileri işitince yapmayı istemeyebilirsiniz. Ve bunlar son yıllarda Kadıköy'de çok oluyor. Dün Özer'in avantajına oldu bu durum belki de. Biraz daha antreman havasındaydı, rahat oynadı. Umarım bu oyununun üzerine koyabileceği forma şansını bundan sonra da bulabilir.

* Alex'siz hücumda sorun yaşayan, hücumda B planı olmayan Fenerbahçe'den bahsederim ya hep. Aslına bakarsanız, Daum inatçı olmasa ve Özer'e güvenebilse var ya... hücumda güzel günler görebiliriz.

* Çok mu abartıyorum dediniz? Öyleyim lanet olsun. Nerede futbol topu ayağına çok yakışan ve de oyunuyla beni mest eden bir topçu görsem, anında hayranı oluyorum.

* R.Carlos'un gitmesi üzerine yazarız bir şeyler. Şimdi sırası değil.

* Selçuk ve Baroni'nin gereğinden fazla abartıldığını görüyorum. Bu adamlar ne ki, yani daha doğrusu adamların çapı nedir ki siz onlardan 10 kat daha fazlasını bekliyorsunuz? Bu iki oyuncuya kızmak yerine, esas onları yeterli görerek dün sahada olmalarına razı olanlara bir şeyler söyleyince bence.

* Haftaya Trabzon deplasmanına giderek hacı olmak ister bu gönül ama işimdeyim gücümdeyim....

Cumartesi, Aralık 12, 2009

Kapatalım Tükkanı


Bence biz futbolu komple tedavülden kaldıralım. Her hafta futboldan ziyade hakemler, başkanlar, yöneticiler falan diye birbirimize giriyoruz. Değişen bir şey oluyor mu? Hayır. O zaman ne diye nefesimizi tüketiyoruz ki? Az önce Maraton programında olanları görmüşsünüzdür. Tuvalet kağıdıyla topun çizgiyi geçip geçmeyeceğini öğrenebileceğiniz tek ülke Türkiye'dir herhalde. Resmen komedi. Saçma sapan işler peşindeyiz.

Böyle dedim diye, futboldan kopar mıyım? Ona da hayır. Yarın gelirim yine maçlarla ilgili bir şeyler yazarım, atarım tutarım buradan. Orası ayrı.

Perşembe, Aralık 10, 2009

Blog Söyleşileri: Voodoo Girl


Geçenlerde duyurduğumuz Blog Söyleşilerinin ilkiyle karşınızdayız. İlk söyleşide kimin olacağını tahmin edin demiştik. Birçok tahmin geldi ama kimse tutturamadı ne yazık ki. Bazı tahminlere de hayli güldüğümü belirteyim bu arada. Sanırım futbol ağırlık bir blog yazdığım için, ilk etapta yine bir futbol blog yazarıyla söyleşi yapacağımız düşünüldü herhalde. Bu da normal bir şey gerçi.

İlk söyleşide sizler için Voodoo Girl'e gittik (yalana bak, internetten soruları gönderdim, sağolsun o da cevapladı). Eğlenceli bir söyleşi olduğunu söyleyebilirim. Biraz uzun belki, fakat bölmek istemedim. Bir yandan çayınızı, kahvenizi ya da içkinizi yudumlarken, öte yandan okurken hoşça vakit geçereceğinize inandığım bir söyleşi oldu. Bu vesileyle bir kez daha Voodoo Girl'e teşekkür ederim, ayrıca blogu da 3. yaşgününü kutluyor...Tebrik ediyor, bol bol bloglamasını diliyorum (bloglamak ne ki?)

Buyrunuz efem....


***


"Parti Kızı Değilim!"


Çoğu söyleşinin girizgahında yer alan sizi kısaca tanıyalım bahsini geçiyorum, ve şunu sormak istiyorum, eğitimci olmak nasıl bir duygu? Zaman zaman öğrenciye, sorumlu olduğunuz amirlere falan kafa atmak istediğin oluyor mu?

Sen klişe başlamasan da ben klişe başlayayım, beni ünlüymüşüm gibi hissettiren bu söyleşi ve bu seride ilk benimle söyleşmeyi seçtiğin için teşekkür ediyorum efendim. Eğitimci olmak çok keyifli bir duygu, ben zaten o “hiçbir şey olamazsam öğretmen olurum”culardan değildim, isteyerek seçtim bu mesleği. Bir insana bir şey öğreterek onun hayatını değiştirebilme gücü bence müthiş. Kafa atma konusuna gelirsek, özel hayatında çok sabırsız bir insan olmamın en büyük nedenlerinden biri sanırım iş hayatında çok sabırlı olmam ve oradaki birikimlerin acısını özel hayatımdan çıkartmam. Anlamayan öğrenciye hiç sinirlenmiyorum, sonuçta dil öğrenmek de bir yerde kapasite meselesi ama beni dinlemeyen öğrenciye tahammülüm yok. Amirlerimle alakalı olarak ise uygulanan mantıksız kurallara gıcığım sadece.

Peki sayın Voodoo girl, neden blog?

Tamamen sıkıntıdan başladı, bir Cumartesi evde sıkıntıdan patlıyordum ve o sırada hali hazırda blog yazarı olan bir arkadaşım blog yazmamı önerdi. Öyle başladı, sonra eğlenceli gelmeye başladı, sonra bir de takipçiler falan arttıkça iyice “ilginin odak noktası olma” ihtiyacımı tatmin etmeye başladım derken bugünlere geldik. Benim için tamamen ego tatmini ve eğlence yani bu blog işi, öyle “içimde durduramadığım bir yazma ihtiyacı var enginlere sığmıyor taşıyorum” falan değil. İnanmıyorum zaten onu diyenlere de, o zaman git deftere yaz. Eğer herkesin okuyabileceği bir yere yazıyorsan beklediğin bir tepki var demektir.

Öğrencileriniz tarafından blogunun okunuyor olma durumu/ihtimali için ne düşünüyorsun?

Çok korkuyorum! İsmimi soyadımı açık etmememin tek sebebi bu, okulumu bile çaktırmıyordum eskiden de twittera yazdığım bir kaç şeyle artık anlaşıldı sanıyorum. Blogda özel hayatımdan da bahsettiğim için istemem öğrencilerimin görmesini çünkü yaş grubu itibariyle o sınırları algılayabilecek olgunlukta olmayan öğrencilerim var. Sadece blog değil örneğin dışarıda bir yerde içerken ya da erkek arkadaşımlayken öğrencilerimle karşılaşmayı falan da sevmiyorum, yoksa mevzu bloga yazış şeklim falan değil yani.

Ankara dışında başka bir şehirde yaşamama isteği nerden geliyor? Dünya adeta İstanbul’a hayranken, dünyanın en eğlenceli şeylerinden biri İstanbul’da üniversite okumakken, neden Ankara, neden Hacettepe Üniversitesi tercihi mesela? Deli misin?

Ankara bana huzur veriyor. Verebileceğim en net cevap bu. İnsanların en sık kullandıkları argümandır, örneğin akşam dışarı çıktığınızda İstanbul’da yüzlerce seçenek olması. Bana saçma gelen bu lafı eden insanların yine dönüp dolaşıp aynı mekâna gidiyor olmaları. Yani 500 seçenek arasından dönüp dolaşıp 3 yere gitmekle 5 seçenek arasından dönüp dolaşıp aynı 3 yere gitmek arasında benim için hiç bir fark yok. O yüzden anlayamıyorum bu ‘Ankara yetmiyor’ meselesini. Ben yettiriyorum şahsen :) Bu şehir tartışmaları komik geliyor aslen bana, önemli olan içindeki insandır çünkü. Kendini büyüten şehre nankör davrananlara katlanamıyorum sadece, üniversiteden sonra İstanbul’a giden ve Asmalı Mescit’te takılıyor diye kendini bohem zanneden tayfayı kastediyorum. Herkes kendini mutlu eden şehirde yaşasın ama kimse de kalkıp benim şehrime laf etmesin. Hot Hot Heat ne güzel söylemiş; ugly or pretty, it's still my city / make up your mind and get in or get out!

Üniversitedeki sınıf arkadaşların olan Ahmet ve diğer iki gay arkadaşa neden bu kadar çok taktın? Görüyorum her fırsatta sallıyorsun onlara. Nedir o arkadaşları bu kadar antipatik kılan?

Hahahah sana öyle gelmiş yahu, taktığımdan değil genelde sınıfta sadece kızların olduğunu söyleme amaçlı kullanıyorum o örneği. Yoksa Ahmetlerden birini severim, diğeri polis oldu ama onu pek sevmezdim zaten içime doğmuş herhalde :) Gay olanla da pek alakam yoktu, ama homofobik insan şu hayatta en nefret ettiğim insan türüdür yeri gelmişken belirteyim.

Basketbol takımında oynamışsın. Peki hiç futbol oynadın mı? Futbol yazıp çizmek kolay iki de top tepseydin derse misal birileri ne cevap verirsin?

Futbolun teknik-taktik özellikleriyle ilgili yazıp çizmiyorum, o konuda anlaşalım. Hakkında yazı yazacak kadar donanımlı görmüyorum onun için kendimi. Ama futbol oynamışlığım var ortaokulda, okulun halı sahasını kiralardık. Defans oynardım ben. Yalnız şöyle bir durum vardı, benim babam koyu Fenerbahçeli eski bir hakem ama ben dünyayı algılar yaşa geldiğimde çoktan emekli olmuştu. Artık mesleki deformasyondan mıdır nedir bizim evimizde hiç maç ya da spor programı izlenilmezdi. Dolayısıyla futbol oynamaya falan gidecek kadar futbolla içli dışlı büyümedim.

Fanatik bir futbol taraftarı olmadığını iddia ediyorsun, ama geçenlerde Colin Kazım’a twitter vesilesiyle sağlam küfür ettin? E hani fanatik değildiniz kuzum?

Başka takımı tutan insanlarla maçtan önce/sonra polemiğe girmek açısından fanatik olmadığımı iddia ettim. Ama Colin Kazım örneği çok başka. “Başkasının sikiyle gerdeğe girilmez” diye bir laf vardır, futbolla ilgilenen herkes bilir. Ben zaten çenesi o şekil çalışan taraftarı hiç sevmem, bunu yapan futbolcu olunca iyice kan beynime sıçradı. Haydi sen atmış olsan o 8 golü, konuşman bir derece anlaşılabilir. Ama işte elalemin sikiyle gerdeğe girmeye kalkarsan twitterda da belirttiğim gibi 3 gol de kırmızı kart da sana girer, başkasına değil. Yalnız o olaydan sonra adam kaza geçirdi ya herkes bana iyi davranmaya başladı beddualarımın tuttuğunu düşünerek :)

"Cinsiyet üzerinden yapılan genellemelere karşıyım."

Kadınlar sigara içmez, osurmaz, sıçmaz, küfür etmez vs. gibi bir anlayış hakim toplumun genelinde. İnsanları böyle düşündüren ne olabilir?

Kadınların ta kendisi. Gecenin 4’ünde sevgilisi gelecek diye gözünün altına kapatıcı süren arkadaşım vardı misal. Bazı kadınlar kadınlıklarını o şekil hareketlerle göstermeyi tercih ediyorlar. Bir de tabii kadın imajı var herkesin kafasında yıllar yılı böyle gelmiş. Benim kabullenemediğim ‘kadına yakışmaz’ hali. Yani atıyorum küfür kötü bir şeyse (ki bence hiç değil) kimseye yakışmaz. Yani erkekleri ‘default’ hödük, kadınları da çıtkırıldım kabul etmeye karşıyım.

Kadın blogger yahut bayan blogger gibi ifadelere takıldığını biliyorum. Ama belki de bunları diyenlerin bazıları bazen tamamen safça böyle şeyler diyor olamazlar mı? Hepsi cinsiyetçi midir yani?

Bence cinsiyetçi olan zaten kendine ‘kadın blogger’ demeyi seçenler, onları öyle adlandıran diğerleri değil. Ben cinsiyetin bu gibi aktivitelerde tanım olarak kullanılmasına karşıyım. Kaldı ki ‘kadın blogu’ denilince akla genel tip blog belli, işte makyaj – moda – alışveriş üçgeninde yaşanan hayatlar. O zaman erkek blogları da sadece futboldan bahsediyor diyelim. O kadar kolay değil işte genelleme yapmak insan söz konusu olunca, hele de çıkış noktasını cinsiyet alarak.

Karşı cinsten blog yazanlarda genel olarak gördüğüm şey, “bugün sevgilimle köşe kapmaca oynadık”, “evde çıplak bir şekilde oradan oraya koşuştuk” vb. temalı yazılar. Voodoo girl ise blogunda bugüne dek böyle işlere pek girmedi. Herhangi bir sebebi var mı? Monoton bir hayatın mı var yoksa?

Bence gerçekten monoton bir hayatım var çünkü genelde aynı aktivitelerle geçiyor. Hafta içi işe git, haftasonu genelde aynı yerlere çık. Ama nedense insanlarda bir ‘party girl’ imajı oluşmuş. Yahu her Cuma-Cumartesi aynı yerdeyim öyle parti kızlığı mı olur :) Bir de ben bloglardaki “aman tanrım çok eğleniyoruz” hikâyelerine pek inanmamak lazım diyorum, yalan olduğundan değil de bir şey anlatılınca her zaman yaşandığı andan daha keyifli gözüktüğünden.

Wingman dergi’nin Ekim sayısında “Fuckbuddy” bulmamız konusunda bize yardımcı olacak rehber bir yazı yazdın. Karşı cinse amme hizmeti miydi o yazı?

Ben şahsen kendi cinsime amme hizmeti yapmaya çalıştım çünkü o konunun çıkışı bir türlü fuckbuddy olmayı beceremeyen erkeklerden şikâyet eden bir kız masasında oldu. Hep kadınlar beceremez zannediliyor ama aslında kadınlar sadece dürüstlük peşinde. Onun anlaşılması lazım. Yani sırf kadınlar hakkındaki genellemeleri yüzünden, atıyorum bir kadının oyun oynamıyor olmasını bile bir çeşit oyun zanneden erkekler var. Kafalardaki kadın – erkek imajını bırakıp birbirimizle iletişime geçsek bence dünya daha güzel bir yer, hayat da bayram olacak.

Yazıyı okuduktan sonra ofisine 10 Rocco Siffredi gücünde gelen öğrencilerin oldu mu?

Hahahaha ben öğrenci değil de klavye otuzbircilerini bekliyordum tetikte ama olmadı allahtan :)

Blogdan tanıdığımız kadarıyla Voodoo Girl daha çok kariyer kadını olma yolunda biri gibi. Haksız mıyım?

Daha önce de söylediğim gibi bu mesleğe bilerek ve isteyerek girdim ve tabii ki yükselme planlarım var. Ama kariyer kadınını başka bir kadın türüne karşılık söylediysen, misal “aşk kadını değil kariyer kadını” gibi bir önerme varsa soruda öyle bilinçli bir seçim yapmışlığım yok.

Bir zamanlar idealist bir blogger olarak yorumlara onay mekanizması koymayacağına dair and içmiştin. Ama sonra yapmak zorunda kaldın. Büyük konuşmuşsun sanki…

Evet, ne yazık ki öyle oldu çünkü tam anlamıyla bir ‘dadanma’ mevzusu yaşadık. Asla küfür içeriyor ya da benim söylediğimin aksini söylüyor diye yorum silmedim, şimdi de kabul etmezlik yapmıyorum zaten ama bu olayda adam her posta gelip abuk subuk şeyler yazıyordu ve fake olduğu inanılmaz belli olmasına rağmen insanlar ona cevap verdiği, onun karşısında beni korumaya falan çalıştığı için uzattıkça uzattı. Ben de yeter dedim. Bir de bu ara spam comment çok alıyorum isabet oldu yani.

el burrito'nun notu: Sanal alem vasıtasıyla söyleşi yapınca böyle karelerle
karşınıza çıkamadık ne yazık ki, bunun için özür dilerim...

Genelde hemcinslerim seks hayatlarını öyle pek bloglarına yansıtmazken, karşı cinstekiler çok rahat yazabiliyor. Hatta sadece bu tarz yazılarıyla blog aleminde meşhur olanlar var. Gerçek hayatta erkekler seks hayatları hakkında rahat konuşur, kadınlar baskıcı toplum etkisiyle pısar kalır bilirdik. Aldatıldık mı?

Yoo, kendin de söylüyorsun işte gerçek hayatta rahat olan erkekler. Kadınlar gerçek hayatlarında anlatamadıkları için bloga yazıyorlar belki de. Baskı hiç bir zaman bir şeyin olmasını engellemez, sadece gizli yapılmasını sağlar.

Blogundaki başlıklar genelde İngilizce. Herhangi bir sebebi var mı?

Şarkı sözlerinden ya da dizilerden alıyorum çoğunu. Bir de bazen kendimi İngilizce daha iyi ifade ediyorum, artistlikten değil 11 yaşımdan beri İngilizce öğrendiğim ve İngilizce hayatımın önemli bir parçası olduğu için.

Sanatsal bir fotoğrafını blogda yayımladın. Devamı gelecek mi? Efsane olan uzun parmakların mesela, onlardan başlar mısın? Parçaları birleştirmeyi de blog okurlarının hayal gücüne bırakır mısın? Şu an karşında olsam bu soru için bana tokat atar mıydın?

O sanatsal fotoğraf mevzusunu sırf dalga geçmek için koymuştum aslında ama ne mevzu oldu arkadaş! Millet geldi götüm hakkında falan yorum yaptı ki sadece gerçek hayatta götümü görmüş yorumcuların fikirlerine önem verdim o noktada söyleyeyim :) Parmaklarım uzun değil, o fotoğrafın altına da yazdığım gibi sırf uzun çıktı diye hoşuma gitti de koydum yoksa gayet tombul parmaklı bir insanım. İnsanlar beni merak etsin diye tam fotoğraf koymuyor değilim, biraz kimlik saklama derdinden öyle oldu. Ayrıca tabii ki tam gözükmediğim için çok güzelmişim izlenimi yaratan fotoğraflar koyuyorum, o da benim kevaşe ruhum yani :) Merak unsuru yarattığının tabii ki farkındayım ama gerçek hayatta görmedikleri bir kızın sırtının, kolunun falan fotoğrafına bakıp 31 çekme potansiyeli olan erkekleri de hayretle izliyorum. 3 senedir blog yazıyorum, gir bak en çok yorum almış 2 yazıdan biri bu sanatsal fotoğraf, diğeri de dövmemin fotoğrafını koyduğum. O kadar lafı boşuna mı ediyoruz ulan!

Dövmelerinizi blogdan teşhir etmeniz sebebi Facebook hesabınızın olmaması mı? Ne demişti bir okur yorumunda; “Bunlar için Facebook diye bir şey çıktı”. Doğru diyor adam, gelsene Facebook’a .Seni zorla Facebook’a çekmeye çalışıyorum, bilmem farkında mısın?

Facebook’a gelmeyeceğim, inat ettim :) Facebook ilk çıktığında, - bu da hep böyledir ya- daha haber programlarına falan çıkmadığı zamanlarda duymuştum arkadaşlardan ama uzak durmayı seçtim çünkü sosyal network sitelerini gençliğimde yeterince kullandığıma inanıyorum. Facebook’un diğer sitelerden bir farkı olduğuna inanmıyorum çünkü insanların kullanım amacı belli. Eskilerden birilerini bulmak istesem bulurum zaten, Facebook’a ihtiyacım olmaz. Şimdi öğrenciler falan var ya, gerek yok yani. Ama yazdığım biri olunca hevesleniyorum arada lan Facebook olsaydı oradan fotoğraflarına falan bakardım diye itiraf ediyorum :) Dövmemin resmini koymamın sebebi de hayatımda olup biten şeyleri bloga yazıyor olmam ve o dönem hayatımda olup biten en önemli şeyin o dövmeyi yaptırışım olması.

Erkek adam neden dans etmez? Çok kral dans eden ağabeyler, amcalar var düğünlerde. Görüyoruz yani. Sen de biraz daha fazla düğünlere git, gözlem yap bana kalırsa. Neden bu kadar net bir çizgi çektin bu olaya?

Gereksiz net çizgiler çizen bir insanım zaten o artık çok açık değil mi :) Benim orada ‘dans etmesin’den kastım sarhoş olup deli deli hareketler yapan erkeklerdi. Karizma önemli şey, çizdirmemek lazım.

Sanal alemde gördüğü her hatuna yazılan hemcinslerim var. Malum sen de pek çok sanal platformda cirit atıyorsun. Nasıl oluyor da erkek milletinden günde ortalama 30-40 tane e-mail almazsın, hayret ediyorum. Bu işte bir gariplik var? Kuzum yoksa beni kekliyor musun?

Sadece blogger ve twitter kullanıyorum, pek çok sanal platform demeyelim :) Gerçekten öyle 30-40 mail aldığım yok, arada tanışıp kaynaşalım mı formatında mailler alıyorum sadece. Bu çok ilginç bak bence, yani blogda seks yapan bir kadın olduğumu alenen yazıyor olmam blog okuyucularına tek tek vereceğim anlamına nasıl geliyor ki beni hiç tanımayan insanlar kalkıp da ‘görüşelim’ temalı mailler atarak olumlu cevap bekliyorlar? Fakirin ekmeği umut belki de.

Google’da yaptıkları garip aramalarla yolu bloguna düşen sevgi kelebeklerine buradan ne söylemek istersin?

Onları çok seviyorum çünkü komik şeyler yazmama sebep oluyorlar. Zaten google’ın sorulan soruyu anladığını düşünen bir millet olmamız başlı başına baya komik bence. Bir de “voodoo girl’ün gerçek adı”, “voodoo girl’ün …. grubunda çalan eski sevgilisi” gibi magazin basıncıları var onları da sevgiyle selamlıyorum buradan.

Yakışıklı bulduğun adamları blogda teşhir etmeni anladım da, hemcinslerini paylaşman, üstelik “"women I would definitely do", diyerek not düşmen garip değil mi? Hayırdır, ne iş?

Lezbiyen eğilimlerim yok, 31cilerden özür dileyerek söylüyorum. Önce sırf erkekleri koyuyordum zaten, sonra kadın fotoğrafı koyan bazı erkeklerin zevkini hiç beğenmediğimden kadın dediğin böyle olur diyesim geldi.

Bir partidesin, müthiş bir eleman gördün. Ahanda diyorsun “ilk görüşte aşk bu olmalı”. Hiçbir güç seni ondan alıkoyamaz gibi geliyor sana. Bir şekilde tanışıyorsun ve senden 7 yaş küçük çıkıyor. Ne yaparsın?

26-7, 19 eder değil mi? Problem yok. Her şey legal.

Biraz Jay Leno tarzı soru olsun. Şu sıralar dinlediğin ve bizi şaşırtacağını düşündüğün bir şarkı ya da şarkıcı var mı?

Öyle yeni bir keşif falan yapmışlığım yok son zamanlarda. Arctic Monkeys, Beatles, Beirut, Franz Ferdinand, Goldfrapp, Hot Hot Heat, Jamiroquai, the Last Shadow of Puppets, Moloko, No Doubt, Robbie Williams, Roisin Murphy, Röyksopp, Zero 7 her zaman severek dinlediklerim. Atlamamak için ipoddan açıp baktım alfabetik sıra oldu yalnız :) Türklerden de Bedük güzel.

Blog aleminden tanışmak istediğin, karizmatik bulduğun, hatta abartarak fantezilerinde protagonist yaptığın biri var mı?

Son zamanlarda hem ekşibeşiktaş hem de komünal işkembe’deki yazılarını severek okuduğum shelbyl var, bence çok iyi yazıyor.

Piyasadaki futbol blogger tayfasından bir takım oluşturmanı istesem, ilk on birin nasıl olurdu?

Sen, Fırat (Flying Duthcman), Erbo, Alper (Lambuja), Ali Ece, Footballove, EkşiBeşiktaş, Desportivo, Jesus Almeyda, Noat Samisa, PC Lion, Pennearabiata. 12 etti seni teknik direktör sayalım :) Çok bilindik isimler oldu, takip ettiğim pek çok başka futbol blogu da var tabii.

Çocuk bezi reklamlarının çocuk pornosunu andırdığını iddia etmiştin bir ara. Nedir sebebi?

Çocukların poposunu falan görüyoruz, çıplak çıplak zıplıyorlar, erkek çocuk kız çocuğu öpüyor falan. Yani çocuğu cinsel obje olarak gören insan bundan tahrik olmaz mı? Bana olur gibi geliyor.

Futbol takımlarının tercümanlarına kafayı takmışsın sanırım. Rijkaard’ın İngilizce’den çeviri yapan tercümanını eleştirmeni anlarım da, Portekizce çeviri yapan Samet'e neden ayar oluyorsun?

Ya o Samet ne kadar itici bir tip gıcık olmamak elde mi? Zamanında kim bilir ne gibi sikko bir sebepten Portekizce öğrenmiş, şimdi yaşadığı hayata bak. Kıskanıyorum tabii ki yaptıkları işi. Ayrıca Rijkaard’ı neden İngilizce konuşturup çeviriyorlar onu da çözemedim.

Ofiste blogla ilgilenmek, twitter’da takılmak sanki eli işte gözü oynaşta olmak gibi..Öyle değil mi?

10 dakika tenefüsüm var topu topu 50 dakikada bir onu da mı çok gördün :)

Karşı cinsteki bu futbolcu sevgili hayranlığının temelinde ne yatıyor? Beyaz atlı prensler kısırlaştırıldı mı artık? Ne oldu onlara?

Sporcu takıntım ezelden beri var. Futbolu seviyorum zaten. İlgi odağı olmak en sevdiğim şey, futbolcu sevgili de bunu bana sağlayabilecek bir şey. Bir de sigarası içkisi olmayan, günde çift idman yapan, kaslı bir erkeğin yataktaki performansını merak ediyorum.

"Parmaklarım uzun değil."

Bir de Sabri’nin ortaları bir tek senin gönlüne inse fena mı olurdu?

Blog yazmaya başladığımdan beri beni en çok şok eden olay insanların o fotoğrafı gerçek sanmaları oldu. Sorunun cevabı: evet fena olurdu :)

Tuğba Ekinci ve Ferrari takılıyor olsa tepkin ne olurdu?

Ne alaka derdim. Ayrıca eski sevgilisinden sonra attan inip eşeğe binmekten farkı olmaz Ferrari Tuğba Ekinciyle yatsa.

Beşiktaş’ta şu an gitse ardından ağlayacağın bir oyuncu var mı?

Aşkolsun. Tabii ki Holosko. Bir de Alman Ernst ve Fink gitse üzülürüm çok.

Şu konuları kesinlikle blogda yazmam dediğin türden şeyler var mı?

Hakkında yeterince bilgi sahibi olmadığım meseleleri yazmam.

Bugüne kadar bloguna gelen an absürd yorum neydi, hatırlıyor musun?

Geçenlerde adsızlardan biri delirdi 10 cümlelik yorumunda 15 kez “salaksın sen” demiş artık nasıl sinir ettimse. O komikti. Bir de yorum değil de blogla alakalı başıma gelen en absürd şey Flying Dutchman’de yaptığım bir yorum sonrası Ankaragüçlü bir arkadaştan gelen tehdit mailiydi. İnsanlardaki cüret beni çok şaşırtıyor bazen.

Son soru şu olsun; peki ya o pembe kelepçeler ne için?

Şimdi twitterdan takip etmeyen biri “Ortega Voodoo’nun pembe kelepçelerini nereden biliyor?” diye düşünebilir bak :) Bence güzel gözüküyorlar, dekoratif amaçlı kullanacağım. Bir gün demir başlı yatağı olan bir adama denk gelirsem fantezi amaçlı da kullanırım tabii, Amerikan filmlerinin bir bildiği olmalı.

Vakit ayırdığın ve de sorularımı cevapladığın için teşekkür ederim

Rica ederim Mr. Ortega, yine beklerim.

Başlıksız Yazı

 En son 2018'de Fenerbahçe'de bir şeylerin değişeceğine, eski düzenin yok olacağına inanarak bir yazı karalamışım. Ali Koç'tan n...