Pazar, Şubat 28, 2010
28 Şubat
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en ahlaksız, en haince hadiselerinden biri olan 28 Şubat post-modern darbesinin yıldönümü bugün.
Birileri 28 Şubat için "1000 yıl sürecek" demişti. Umarım yanılırlar. Umarım bu halk uyutulmaz, suni tehditlerden ürkmez ve esas gerçeği görür. Ne zaman bu ülkede birileri, "filanca elden gidiyor" nidalarıyla dolaşıyorsa, bilin ki çoğunlukla bahsedilen şeyin elden gittiği yoktur. Mevzu sadece, suyu daha da bulandırmaktır. O sesi gür çıkanlar, yine birileri tarafından tutulmuş, satın alınmış kişilerdir. Amaçları bellidir.
Bundan 13 yıl önce, birileri tarafından güzelce yazılan senaryo kusursuz bir şekilde icra edildi. Ve ne yazık ki halkın bir bölümü de bu kurguyu yedi, belki de yemek zorunda kaldı. Zira çok korkutulmuşlardı. Daha sonra ne oldu? Anti-demokratik uygulamalarla ortalığın içine etti o kişiler. Kendi derebeyliklerini kurdular, insanları inancına ve inançsızlığına göre etiketlediler filan (bugün de buna benzer şeyler yaşanıyor gerçi). Yetmedi, kurulan tezgahlar sayesinde ekonomiyi de çökerttiler. Bankaların hortumlanmasını sağladılar. Olan yine garibanlara oldu tabii. Suni tehditlerle korkutuldukları yetmiyormuş gibi, bir de elde avuçta ne varsa onları da kaybetti bazıları. Aslına bakarsanız, 28 Şubat senaryosunu yazanlar, uygulayanlar ve onların yandaşları dışında kazanan pek olmadı o dönemde. 28 Şubat'ta birileri tarafından kurtarıldıklarını düşünenler ve onları alkışlayanlar da bugün yaptıkları hatanın farkındalar muhtemelen. İş işten geçti mi? Geçmedi. Haysiyetli insan her türlü darbeye karşı olan insandır. Normali, post-modern'i fark etmez. Hala geç değil. Bu gerçeği görmek ve hata yaptıklarını itiraf etmek için geç kalmış değiller.
İnsanlar takım tutar gibi darbe taraftarlığı yapmayı da bir kenara bırakmalı. 27 Mayıs, 12 Eylül gibi darbeler ve 28 Şubat post-modern darbesi bu ülke halkına karşı hazırlanmış ve uygulanmış haince, alçakça eylemlerdir. Bunlardan birisi sizin sevmediğiniz bir ideolojiye, zümreye karşı yapılmış olabilir. Lakin bu darbelerin anti-demokratik eylemler olduğunu ve ülkeyi karanlığa süreklediği gerçeklerini değiştirmez.
Gelin hep birlikte darbecilere, darbe sevdalılarına ve bu ülke halkına zulmü reva görenlere karşı hep birlikte mücadele verelim (Ertuğrul Özkök tarzı girmişiz cümleye, devamının onunla alakası yok ama). Şimdi muhtemelen bu yazdıklarım birilerini rahatsız edecek ama buna da hazırım. Hatta geçenlerde blogdaki e-posta adresime biri tehditvari not bırakmış. Beni korkutacağını sanıyor herhalde ya da şaka yapma tarzı garip olan bir arkadaş olmalı. Neyse, bunu da okursa, bu kez e-posta adresime değil, yazının altındaki yorum bölümünden fikirlerini beyan etmesini beklerim. Daha şık olur.
Darbesiz, kaostan uzak bir gelecek dileklerimle.
el burrito
Nerden Tutsan Elinde Kalıyor
Fenerbahçe oynadığı son 7 maçı kazanamamış (4 yenilgi, 3 beraberlik). Bugünkü görüntüye bakarsak, bu sayının artma olasılığının olduğunu görmemek için kör olmak gerek.
Evet, İ.B.B maçı için hakeme, yardımcılarına sallayabilirsiniz. Gerçekten de skora direkt tesir edecek hatalar yapmışlardır. Hatta belki de hakem orada Güiza'yı indiren ve son adam olan İBB'li oyuncuyu atsaydı, bugün Fenerbahçe maçı kazanmış olabilirdi belki de ama görülmesi gereken esas sorunu yok etmeyecekti bu durum.
Fenerbahçe'de Emre'yi bir kenara bırakacak olursak; koşan, mücadele eden, skora isyan eden başka adam yok gibi. Belki bir ihtimal Alex'in de skora katkıları zikredilebilir bu bağlamda ama o her zaman böyleydi zaten. İstisna bir isim. Mücadele yerine, oyun zekası sayesinde büyük işler yapıyor. Bugün de yine muazzam bir gol attı, fakat sonra gitti olmadık bir iş yaptı. Sadece bu maçı değil, belki de bundan sonraki olası iki maçı da riske eden bir hareket oldu. Keza yine Baroni'nin de rakibine yaptığı anlamsız sert hareketten sonra kırmızı kart görmemesi şansıydı. Her zaman bu kadar şanslı olmazsın.
Fenerbahçe'de Emre'yi ayrırırsak, geride kalan herkes en basit sorumluluklarını bile yerine getiremiyor. Tek tek isim zikretmeye gerek yok. İstisnasız tüm oyuncular bitmiş okeye dönüyorlar. İlginç olan şey; daha 1 ay önce bu takım katıldığı her kulvarda zirvedeydi. Çok iyi futbol oynanmasa da fiziksel anlamda oyundan pek düşmediği için Fenerbahçe öyle ya da böyle maçlarını kazanıyordu. Şimdiki duruma bakıyorsunuz, 70'den sonra her maç oyundan düşen bir Fenerbahçe var. Bu oyuncular devre arasında hiç çalışmadılar mı? Yahut kaç maçtır görülen bu eksikliği gidermek için ekstra çalışmalar yapılmıyor mu? Anlamak güç...
Gerçi şu sıralar Fenerbahçe'de pek çok şeyi anlamak güç. Daum'un derdi nedir? Aykut Kocaman'ın pozisyonu nedir? Sportif direktör diye biliniyor ya, peki o görevi yapan kişi sadece galibiyetlerde mi piyasaya çıkar mesela? Aynı görevi Real Madrid'de yapan kişi (Jorge Valdano) örneğin, takımda işler kötü gittiği zaman, "beyler, nedir derdiniz?" diye hesap sorabiliyor herkese. Aykut Kocaman da eğer aynı görevi yapıyorsa, o zaman aynı şeyi yapmalı, hesap sormalı. Yapmayacaksa, orada ne işi var? Birileri ona engel oluyorsa, neden hala o koltuğu meşgul ediyor ya da?
Maçtan sonra bir yönetici de mağlubiyetin etkisiyle sinirlenmiş, hakemlere kızıyor. Haklıdır. Hakemler ciddi hatalar yapmıştır ama top oynamayan, mücadele etmeyen ruhsuz takım ve bu duruma önlem alamayan, çare bulamayan teknik kadro da boş geçilmesin. Kapalı kapılar ardından bir şeyler konuşuluyor olabilir ama pek tesiri yok herhalde söylenenlerin. Zira değişen bir şey yok. Daha ciddi mesajlar verilmeldir.
Yazık, günah bu taraftara... Deplasmanlara gidiyor, Kadıköy'de tribünleri dolduruyor, Olimpiyat çilesini çekiyor. Elinden geleni ardına koymamaya çalışıyor. Netice hüsran, netice hayal kırıklığı.
Fenerbahçe formasının ağırlığıyla siz zaten eskeriyetle ligi bir şekilde ilk 3'te, bilemedin ilk 4'te bitiriyorsunuz. Lakin bunca harcamaya, şaşaya rağmen, ne futbolunu pozitif ne de sahada mücadele ediyorsunuz...
E o zaman, ne anladık bu işten?
Nerden tutsan elinde kalıyor bu takım...
Nerden tutsan elinde kalıyor bu takım...
Cumartesi, Şubat 27, 2010
Fenerbahçe - Lille Maçı Pankart Organizasyonu
Fenerbahçe - Lille maçı pankart organizasyonu from Cahit Binici on Vimeo.
Grup CK - Vamos Bien - 1907ÜNİFEB işbirliğiyle...
Savcı Problemi
Bir savcı bir cezaevini iki ayda dolduruyor. Öteki savcı ise cezaevini iki senede boşaltıyor. İki savcı aynı anda açıksa cezaevi kaç ayda dolar? (via Murat Aras)
Cuma, Şubat 26, 2010
'Düşler'de Kaldı
Lille'e elenmek AZ Alkmaar'a elendiğimiz maçı hatırlattı. Yine olmayacak yerde yapılan anlamsız bir faul ve yine duran toptan gelen golle elenen Fenerbahçe. Ve yenilen golde her zamanki bireysel hatalar... Bunlar şaşırtıcı mı? Hayır.
Her şeye rağmen bilhassa maç öncesi tribünde yaşanan görsellik ve genel itibariyle verilen birliktelik mesajları mühimdi. Eldeki kadronun Liverpool ile eşleşmesiyle yaşanması muhtemel felaket senaryolarını düşününce, insan bir tuhaf oluyordu zaten. Elbette ki gönül her zaman Fenerbahçe'nin kazanmasını, turu geçmesini ister ama şer gözüken şeyde de hayır olma olasılığını da bir yere not etmek gerek. Dün gece elenmenin de hayırlı tarafı vardır muhakkak.
Öte yandan Liverpool'a adeta manyaklık boyutunda hasta olan bir Fenerbahçeli olarak, dün gece elenmeyi züğürt tesellisi bab'ında değerlendirmem ve "neyse ya, Liverpool'la eşleşmedik en azından" diye kendimi avutmam garip kaşılanmamalıdır. Haksız mıyım?
Perşembe, Şubat 25, 2010
Umut
Hem Lille'de hem Fenerbahçe'de ciddi eksiklikler var ama bu saatten sonra sahada olmayanların değil, olanların ayaklarına ve performanslarına bakılacak. Deplasmandaki maç öncesi ilk 15 dakikada gol yemezsek iyidir görüşü hakimdi. Aynı şeyler bu gece için de geçerli. Lille normal şartlar altında maça hızlı başlayan ve devamında da rakibini hataya zorlayan bir ekip, fakat bugünkü maça öyle başlama olasılıkları düşük gibi. Daha kontrollü oynayarak, Fenerbahçe'nin üzerlerine gelmesinden faydalanıp, kontrataklarla gol bulmayı deneyeceklerdir. Bu tahminlerde yanılmak da mümkün tabii.
Dün tesislere giden taraftarı tebrik etmek gerek. Takıma destek verilmesi en elzem zamanlardan biridir. Aynı desteğin bu gece de sürmeli ve sabırsız olmamak da gerek öte yandan. Fenerbahçe ise ne olursa olsun maça kontrollü başlamalıdır. Bir şekilde rakibe yüklenmek, erken gol bulma girişimleri de olumlu sonuçlanabilir, lakin rakip takımın artı yönlerinden birinin kontratak konusunda çok başarılı olması olduğu düşünüldüğünde; bütün takım yüklenmek ve geride rakibe boş alanlar bırakmak öyle çok da makul bir strateji olmaz.
Emre ve Alex ikilisi maçın gidişatını Fenerbahçe adına değiştirebilecek meziyetteler. Onlara orta alandaki diğer isimler ve elbette Güiza da ayak uydurabilirse, tur ihtimali Fenerbahçe'ye çok uzak değil. Fakat bunların yapılmaması, bir de defans kurgusunda her maç sıkıntıya neden olan Bilica-Deniz ikilisi yine aynı hatalara düşerse, o zaman maçın başlarında Avrupa'ya veda edilebilir.
İlk maçta deplasmanda Vederson'un ayağından gelen harika golün bir anlamı olması için, bugün kazanmak, turu geçmek gerek. Bunun için hem sahadakilerde, hem de tribündekilerde umut olması gerek. Tribünün genelinde her şeye rağmen umut var. Umarım sahadakilerde de turu geçeceklerine dair umut işaretlerini görmek nasip olur.
Not: Aklımdayken, başta tüm İslam aleminin ve blog takipçilerinin Mübarek Mevlid Kandili kutlarım. İyi kandiller...
Çarşamba, Şubat 24, 2010
Recep - Aykut
Nasıl Bir Türkiye?
Sürekli soruluyor bana, "nasıl bir Türkiye istiyorsun?" diye. Otorite değilim gerçi, neden bana soruyorlarsa artık? Bu konuya ilişkin düşüncelerimi en iyi ifade eden kişilerden biri Lale Mansur olmuştu. Şöyle demişti Mansur: "Benim arkadaşlarımın çoğu demokrat insanlar ama aynı anda yemeğe çağıramadığım arkadaşlarım var. Ben böyle bir Türkiye istemiyorum..."
İlk duyduğumda Lale Mansur'un cevabı üzerine "budur!" dedim. Tam anlamıyla budur denebilecek bir cevap bu zira. Toplumda her alanda bir kamplaşma var. Bundan 30 yıl önce yaşanan felaketi hatırlatan kötü benzerlikler var. İnsanı tedirgin ediyor bu durum. Yine de ümitsizliğe komple düşmemek lazım diyenler de haklı.
İnsanların farklı giyinse de, yaşamlarını yönlendiren dünya görüşleri farklı olsa da, bir arada oturma, görüşme, arkadaş olma olasılıkları her daim olmuştur, yine olacaktır. Buna inanmamak ya da karşı olmak ise tartışılması gereken, hastalıklı bir bakış açısıdır.
Mansur'un istediği esas Türkiye hayaliyle yanıp tutuşurken, bu düşünceyi bir de fotoğrafla güçlendirmeli dedim. Yukarıdaki fotoğraftakiler kimdir ya da neredeler ve bu kare hangi amaçla çekilmiş, bunlara dair en ufak bir fikrim yok. Bunlar zaten çok da önemli değil benim için. Sadece ve sadece ilk bakışta birilerini rahatsız eden, insanları kamplaşmaya iten duruma tezat olan ve güzel olan bu görüntünün, ülkedeki herkes tarafından kabulleneceği günü sabırsızlıkla bekliyorum demek istiyorum. Aslına bakarsanız çoğu yerde yine pek çok kişi bu karenin benzerini yaşıyorlar hayatlarında, arkadaşlıklarında... Lakin ülkede sesi gür çıkan garip bir azınlık var ve nedense gündemi belirleyenler de onlar, insanları kamplaştırmaya çalışanlar da...
Aradaki farkı görmek, amacı bir şeyleri savunmak değil, tam tersi suyu bulandırmak olanları görebilmek lazım.
Umarım bir gün ben de aynı ortama gönül rahatlığıyla, farklı inanç ve dünya görüşlere sahip arkadaşlarımı birlikte çağırabilirim...
Not: Varol sağolsun, uyandırdı. Görüntü Büşra filmindenmiş. Eğer filmi merak eden olursa, buradan buyursun.
Salı, Şubat 23, 2010
Siz Kötü Zemin Görmemişsiniz #3
Pazartesi, Şubat 22, 2010
Her Manada Çöküş
Her hafta Bursaspor'la maç yapıyormuşuz gibisinden bir hava oluştu. Sanki haftada bir halı saha maçı yapan mesai arkadaşlarıymaşcasına gerçekleşen bir hadise. Ligin kalburüstü takımlarının başında gelen Bursaspor'la bu kadar sık maç yapmak hayır mı olacak, şer mi olacak sorusu Fenerbahçe adına olumsuz cevaplanmış oldu.
Aslında maça dair karalanması gereken şey çok, lakin maçtaki Güiza-Semih değişikliği öncesi ve sonrasıyla Fenerbahçe'deki çöküşün başlangıcının ve sonrasında yaşanacak olası sonuçların -ne yazık ki- resmidir. Güiza'nın futbolunu beğenmediğimi, hatta blogdan kendisiyle ne kadar çok dalga geçtiğimi bilmeyen azdır. Fakat ne olursa olsun tribündeyken, Fenerbahçe forması giyen bir oyuncuyu yuhalamam, ıslıklamam. Maçın içerisinde, öncesinde ve sonrasında o tribünlerdeyken her koşulda Fenerbahçe forması giyen oyuncuya destek çıkılmalıdır. Bu kişi Güiza olsa bile, kendisi saç baş yoldursa bile, görüşüm değişmeyecektir (zaten dikkatli takipçiler, buna benzer yorumları daha önce de yazdığımı hatırlayacaktır). Bu gece maçın ve sezonun Fenerbahçe adına kilit anı tribünlerin bir kısmının Güiza'yı protesto amaçlı ve Daum'a mesaj verircesine "Semih" tezahüratları yapması (ne yazık ki) Fenerbahçe'ye maçı kaybettiren sebeplerin başında gelmektedir. Sözlerim yanlış anlaşılmasın. Bursaspor'un mücadelesini, galibiyetini küçümsemek değildir bu, sadece hadiseye Fenerbahçe açısında bakma ve ilerisi için olabileceklere dair çıkarımdır.
Daum bu maça başlarken Güiza'yı yedekte oturtsaydı, Semih'le başlasaydı bu çok eleştirilen bir şey olmazdı, yahut Güiza'ya tribünlerin baskılarına rağmen sabretse, bu kısmen daha fazla eleştirilecek olsa da, yine üzerine saatlerce konuşulacak türden bir şey olmazdı. Lakin önce tribünlere "burada kimin oynayacağına ben karar veririm" mesajını vermek ama daha sonra zaten ağlamak için bahane arayan Güiza'ya, bir tekme daha vurmak, ve o şekilde oyundan almak en basit yorumla "vicdansızlık"tır. Bakın bunu Güiza'yı sevmeyen, hatta kendisine antipatiyle bakan biri olarak yazıyorum. Fakat burada değinmeye çalıştığım mevzu bambaşkadır. Güiza'nın yerinde Kezman ya da başka bir isim de olsa, aynı şeyleri yazardım. Daum dün kelimenin tam anlamıyla Fenerbahçe futbol takımında "çöküş" senaryosuna imza atmıştır. Burada Semih'in de işi zor. Birincisi, tribünden ciddi bir beklenti var. İkincisi, takım içinde olması gereken klasik rekabet işleyişinin farklı bir modelini yaşamak zorunda kalacak (Güiza'yla birlikte tabii). Bu ikili takımın başarısı için rekabet etmeleri gerekirken, ister istemez mevzu Semih-Güiza ikilemine kayacaktır(geçmişte de buna benzer bir durum vardı, ama bu kez durum bambaşka). Ve böyle bir şeyin varlığı sadece Semih-Güiza ikilisiyle kalmaz, bu takıma da sirayet eder. Nasıl oluyor da bu kadar emin konuşuyorum peki? Geçmişte Türk futbolunda bunun örnekleri çok görüldü de ondan. Takımda yabancı oyuncular var denebilir, ama onların da uzun süredir burada olduklarını ve iyice bize benzediklerini unutmayalım.
Bugün Güiza'nın yaşadığı (ya da yaşamak zorunda kaldığı) durumu yarın biz de yaşayabilir stresinde olacak diğer topçular. Alex iyidir, hoştur, büyük oyuncudur ama böyle durumlarda bir kaptan olarak hadiselere çok uzak kaldığı da bir gerçek. Şöyle bir Ümit Özat'ı hatırlayın, hatta onun tribünlerin genç oyunculara aşırı reaksiyon gösterdiğine dair tespitinin ardından, onları koruyan, kendini onlar için siper eden açıklamalarını hatırlayın. Alex'in Güiza oyundan çıkarken ona moral vermesi güzeldi ama bu yetmez elbette. Gerek basın önünde gerekse de takım içinde bu tip durumlarda daha çok söz almalı, faaliyette bulunmalı. Böyle şeyler önemlidir. Şampiyonluk yolunda sadece kaybedilen puanlar değil, bu tarz saha dışı etmenler savaşmak da mühimdir.
Bursaspor'un Kadıköy deplasmanında skoru 2-0'dan 2-3 yapması ve 3 puanı kazanması büyük başarıdır. Bir maç eksiklerine rağmen ligde iyi konumdalar. Bazı şeyleri konuşmak için daha erken ama gerek oynadıkları futbolun daha sağlam olması gerekse de Bursa şehrinin futbol kültürü sebebiyle, geçmiş yıllardaki Sivasspor'a nazaran, havasını bulduğu takdirde şampiyonluk için en önemli adaylardan biri olacağına dair öngörüde bulunmak abes olmaz.
Son olarak Fenerbahçe defansında Lugano olmayınca evlere şenlik görüntüler yaşandığını, Bilica'nın bireysel hatalarını izledikten sonra kendisinin Fenerbahçe'de oynayacak seviyede olup olmadığını sorgulamak gerektiğini, Baroni'nin Emre'ye destek olamadığını, çok sınırlı bir alanda top oynadığını ve yedekten gelen isimlerin de ikinci yarıya girerken verdikleri "hazırız" mesajının yalancı bahar tadında olduğunu, kanatların problemli, hücumcuların kafasının karışık olduğunu, tabir-i caizse şu sıralar Fenerbahçe futbol takımında "her manada çöküş" yaşandığını iddia etsek, öyle sanıyorum ki bu yorumlara katılmayanlar azınlıkta kalacaktır.
Pazar, Şubat 21, 2010
Kupa
"Adana'da oynanan Basketbol Türkiye Kupası final maçında, Mersin Büyükşehir Belediyespor'u 72-68 mağlup eden Fenerbahçe 43 yıl aradan sonra Kupada şampiyonu oldu", haberi ajanslarda böyle vermişler. Kurs olduğundan maçı takip edemedim.
Kupa hoşnut etti tabii. Öte yandan 10 günlük performansa kanarak Tanjevic'e dair düşünceler ise değişmedi. Eninde sonunda takımdan gidecek inşallah.
Are You Human Being?
İki gün sonra Bursaspor maçında 8 gol atsan, yahut Avrupa Ligi finalinde kupayı getiren golü dahi atsan fikrim değişmez, hala öylesin...
Tekrar ediyorum; Güiza'yı düğünümde bile oynatmam.
Bir de hanidir yazmak istediğim ama sürekli unuttuğum şeyi yazayım; Kezman'a "Are you player?" diye soranlar, acep şu an Güiza'ya ne diyorlar? Benim o kişilere naçizane bir tavsiyem var. Güiza'ya sorulması gereken en uygun sorudur.
"Güiza, are you human being?" (Güiza, insan evladı mısın?)
Cuma, Şubat 19, 2010
Kadıköy'de Turu Geçmek İçin Golcü Lazım
* Maç olabilecek en kötü senaryo ile başladı. Maçın başında gol yemek, hem de Lille gibi hücum varyasyonlarıyla baş döndüren ve gol attıkça açılan, daha çok atan bir ekibe karşı bu kadar erken gol yemek en tehlikeli şeydi. Golde orta sahadan başlayan hatalar zinciri, ve en son ayakta dursa golü engelleyebilecek Volkan'ın, anlamsız şekilde yere yatmaya çabalaması Milli Takım ayarındaki bir kaleciye yakışmadı.
* Fenerbahçe'de Brezilya kökenli olması ve Türk pasaportu taşıyor olması nedeniyle hala duruyor olduğunu düşündüğümüz Vederson'un belki de turu getirecek harika golü de hayli şaşırtıcıydı.
* Lugano'nun sakatlık sebebiyle o pozisyonu bırakması ise maçın en tartışılası üç pozisyonundan biriydi. Burada kimi suçlamak lazım; kendi kendini riske eden Lugano'yu mu, yoksa teknik heyet ve sağlık ekibinin yaklaşımını mı?
* Yenilen ikinci golde Deniz'e ne kadar söylensek boş. Oradaki hatasına şaşıran var mı? Sadece Daum şaşırmış herhalde. Rüzgar yüzünden olabilir falan demiş hatta.
* Özer dün sahadaki en etkisiz isimlerden biriydi. Daum'un onu ilk yarının bitimiyle oyundan almaması ise şaşırtıcıydı.
* Alex'in o harika paslarını harcayan Güiza her türlü eleştirilir. "Santrafor ne güzel işte pozisyona giriyor", diye saçma sapan yorumlar yapılmaz. Altyapıdan gelen genç oyuncunu sahaya sürmüş olsan, o da böyle pozisyonları harcamış olsa, o zaman bu söylenenler manalı olabilirdi ama kadronda La Liga'nın gol kralı olmuş, İspanya Milli Takımının forvetlerinden biri var. Üstelik çok ciddi para ödenerek, büyük beklentilerle transfer edildi Güiza. Bırakın da bir şeyler beklensin bu adamdan.
* Fenerbahçe'nin bu hücum anlayışında Güiza tipi santraforla ciddi sorunlar yaşadığı dün bir kez daha ortaya çıkmıştır. Güiza'nın yerinde oynayan bir santraforun fizik gücü yerinde olması ve topu ayağında tutma, geriden hücuma destek verecek orta alan oyuncularına imkan sağlaması lazım. Bir de bunların üzerine ekstra bir özellik olarak, adam eksiltebilen bir santrafor olsa, tadından yenmez tabii. Güiza'da bu meziyetlerin hiçbiri yok.
* Maçın son dakikalarında Alex'i tribünlere alkışlatmak için (!) oyundan çıkaran ve Selçuk'u alan Daum'un ne yapmak istediğini anlayan varsa, bize de anlatsın bir zahmet.
* 2-1'lik skor avantaj mıdır? Elbette avantajdır. Lakin nasıl? Fenerbahçe ne olursa olsun Kadıköy'deki rövanşta her zamanki oyununu oynamalıdır. Sabırla top çevirerek, set hücum yapmaya çalışarak. Lille malum hızlı hücumu çok iyi yapan bir ekip. Eğer Fenerbahçe golü bulmak için tabir-i caizse "cümbür cemaat" rakibinin üzerine saldırırsa, maç ilk on dakikada biter, tur da gider. Dikkatli olmak, sabırlı oynamak gerek. Bu yazdıklarımızı, elbette Daum ve yanındakiler de düşünüyordur. Bi de öyle zannediyorum ki, Kadıköy'de turu geçmek için bir golcü lazım. Semih mesela...
Budur!
Futbol takımına dair şu an bir şey yazmamak daha uygun olan sanırım. Yoksa ağzımızın ayarı maçı izlerken kaçtığı gibi, aynı sinir hali devam ettiği için, bu durum elimize, oradan da klavyeye yansıyacaktır.
Şampiyonlar Ligi'nde 12'li play-off oynayan Fenerbahçe Bayan Voleybol Takımımız ilk maçta 3-0 yendiği Romanya temsilcisi Metal Galati'yi aynı skorla yenerek 6'lı play-off'a yükseldi. 6'li play-off turunda Fenerbahçe'nin rakibi Dinamo Moskova'yı eleyen Rus takımı Zarechie Odintsova oldu.
Salon: TVF 50. Yıl
Hakemler: Van Der Velden Johannes (HOL), Melnyk Mykhaylom (UKR)
Fenerbahçe: Çiğdem, Gamova, Natasa , Eda, Dirickx, Seda, Nihan (L), Songül , Naz
Metal Gatati: Mira, Sabina, Jelena, Nneka, Daiana, Olga , Suzana (L), Alexandra, Sonja
Setler: 25-15, 27-25, 25-20
Süre: 71 dakika (20-29-22)
Melekler'in sözü var, yazıyorum her seferinde. Sağolsun, onlar da sözlerini tutmaya, formanın hakkını vermeye devam ediyorlar.
Şampiyonlar Ligi'nde 12'li play-off oynayan Fenerbahçe Bayan Voleybol Takımımız ilk maçta 3-0 yendiği Romanya temsilcisi Metal Galati'yi aynı skorla yenerek 6'lı play-off'a yükseldi. 6'li play-off turunda Fenerbahçe'nin rakibi Dinamo Moskova'yı eleyen Rus takımı Zarechie Odintsova oldu.
FENERBAHÇE -METAL GALATI: 3-0
Salon: TVF 50. Yıl
Hakemler: Van Der Velden Johannes (HOL), Melnyk Mykhaylom (UKR)
Fenerbahçe: Çiğdem, Gamova, Natasa , Eda, Dirickx, Seda, Nihan (L), Songül , Naz
Metal Gatati: Mira, Sabina, Jelena, Nneka, Daiana, Olga , Suzana (L), Alexandra, Sonja
Setler: 25-15, 27-25, 25-20
Süre: 71 dakika (20-29-22)
Perşembe, Şubat 18, 2010
Magnumla Mı Vurdular?
1998 Dünya Kupası Çeyrek Final'inde Hollanda ve Arjantin eşleşmiştir. Maçta bir pozisyon sonrası Jaap Stam'in diz darbesiyle yerde kalan Ariel Ortega sinirini Hollanda kalecisi Edwin van der Sar'dan çıkartmak ister.
İnsan sevdiği kişiyi her koşulda savunur. Maçı izlerken bu hareketin ardından bulunduğum ortamda herkes Ortega'ya sallıyordu, ben ise onu savunma derdindeydim. Bugün hala onu savunuyorum. Bir anlık öfkeyle bazen kendini kaybedebiliyor insan. Hangi birimiz bu hataya düşmedik ki? Hem zaten Van der Sar'ın tepkisi de çok abartılı olmuş. Magnum'la mı vurdular?
foto: Getty Images
Çarşamba, Şubat 17, 2010
Hayırlı Olsun
Terim'in istifasının ardından, "Olmayacak duaya amin deme isteği" yazısıyla Türk futbolunu içine düştüğü keşmekeşten kurtarabilecek potansiyelde olan ve tabir-i caizse Milli Takımlar uzmanı denebilecek Guus Hiddink'in bizim için en uygun isim olacağına dair bir fikir atmıştık ortaya (hatta kampanyavari bir hareketti bu). Elbette yerli hocayla da bu iş olur ama malum artık ülke futbol gündemi "nefret" unsuruyla geçiriyor her gününü. Nerdeyse her mevzu bir yerden sonra Fenerbahçe-Galatasaray rekabetine dönüşüyor. Bu bakımdan -atıyorum- Rıdvan Dilmen ya da Abdullah Avcı gibi isimler futbol bilgileriyle çok mühim isimler olsa da göreve gelir gelmez birileri tepelerine çökeceğinden, bu gibi yerli isimlerin böyle zamanlarda göreve getirilmemesini makul karşılayanlardanım.
Hiddink'in kariyeri ve bilhassa Milli Takımlardaki başarısı ortada . Bunun anlamı, "tamamdır bu iş, kesin bir sonraki turnuvaya" katılıyoruz değildir tabii. Lakin önemli bir referanstır. Bendenizin sıradan bir futbolsever olarak Hiddink'e saygısı ve güveni sonsuzdur.
Hiddink'in buraya ikinci gelişiyle birçok eski defter de açılacak herhalde. Dün kendisine sallayan bazı isimler, bugün hala futbol yazıp çiziyorlar. Bilhassa o kişilerin Hiddink'e nasıl yaklaşacakları merak konusu. Bi' de Hıncal Uluç'un ilk olarak ne zaman "Hiddink hoca değil" yorumunu yapacağına dair bahisler açılmalıdır. İlgili kuruluşlara önerimdir.
Daha önceki Hiddink yazısını, "Bizimkisi, olmayacak duaya inandına amin deme isteği işte" diye bitirmişiz. Şimdi onu okuyunca tebessüm ettim. Demek ki bir hayal değilmiş Hiddink'i getirmek. Biraz abartmışım.
Son olarak bizim Arjantin'den Almeyda ve benim TFF'ye bir önerimiz var. Hiddink'in ülkede çıkacağı ilk maçı mümkünse Aydın'da oynayalım. İlginç bir yeniden başlangıç olur. Fılaşbekler falan... Güzel olur.
Pazartesi, Şubat 15, 2010
Manisaspor 2 Fenerbahçe 2
Cumartesi, Şubat 13, 2010
Kamerayla İzdivaç
Türkiye - 2010 - 52' - Renkli - DigiBeta PAL
Türkçe / İngilizce altyazılı
Türkçe / İngilizce altyazılı
“Ama Ahmet daha kendini anlatacak. Ona uygun talipleri arayacağız… Az sonra, reklamlardan sonra.” Esra Erol (filmden)
***
Bazen diyorum, işi gücü bırakayım, evlilik programlarına konuk olayım, milletin özeline karışayım.
Cuma, Şubat 12, 2010
Teşekkürler
Hani medya kuruluşları bazen "bir de bizden bir haber verelim" diye sunarlar ya bazı haberleri ve bu haberler genelde aldıkları ödüllerle ilgili olur. İşte şu an öyle bir şey yapacağım. Bir de bizden bir haber verelim.
1907 ÜNİFEB "Aydınlık Gelecek Ödülleri"nin bu yıl 2.'sinin düzenlendiğini duyurmuştuk daha evvel. Ariel Ortega blog olarak "Yılın Fenerbahçeli blogu" kategorisinde aday gösterildiğimizi de yazmıştık.
Türkiye çapında 72 üniversiteden 14 bin 437 1907 ÜNİFEB üyesinin oylarıyla, Fenerbahçe ve Spor Kamuoyu'nun 2009 yılındaki en iyilerinin seçildiği, 20 farklı kategoriden 95 adayın bulunduğu anket yaklaşık bir aylık sürede tamamlanmış. Sonuçlarının tamamına şuradan ulaşabilirsiniz. Bizi daha çok ilgilendiren kısmı ise aşağıda.
Yılın Fenerbahçeli Blogu
Ariel Ortega %26
Papazın Çayırı %24
Lambuja %20
Hayatım Fenerbahçe %19
Marko'nun Yeri %11
Gördüğünüz üzere gayet çekişmeli geçen oylama sonucu, Ariel Ortega blog olarak "Yılın Fenerbahçeli Blogu" kategorisinde ödüle layık görülmüşüz. Oy veren, katılım gösteren 1907 ÜNİFEB'deki tüm dostlara buradan teşekkürlerimi sunuyorum. Her ödülün bir anlamı vardır elbette ama bir dönem içerisinde bulunduğum 1907ÜNİFEB tarafından blogun ödüle layık görülmesi beni daha çok mutlu etti.
Bir itirafta bulunmak gerekirse bu sonucu beklemiyordum aslında. Çok ciddi adaylar vardı gördüğünüz gibi. Papazın Çayırı, Lambuja, Hayatım Fenerbahçe ve Marko'nun Yeri... Buradan bu vesileyle bahsi geçen bloglarda yazan ağabeylere ve kardeşlere de ayrı teşekkür etmek isterim. Ne zaman canım sıkılsa ve artık yazmak istemiyorum desem, onların bloglarına girdiğimde Fenerbahçe sevgisini yazıya ne güzel döktüklerini görmüş ve daha bir şevkle Fenerbahçe'yi yaşamaya, Fenerbahçe'yi yazmaya niyetlenmişimdir. İyi ki varsınız...
Son olarak blogda futbol yazmaya başladığım günden beri, "hocam, sen Fenerli misin?" diye sorular soran arkadaşlara da bir kolaylık olsun diye artık bu plaketi blogun baş ucuna koymak lazım. O arkadaşlar böylelikle boşuna nefeslerini tüketmemiş, kelimelerini de israf etmemiş olurlar.
Teşekkürler 1907ÜNİFEB...
22tl
Nihayet bilet fiyatları ülke ekonomisinin gerçekleri göz önüne alınarak makul bir fiyata çekildi. Olması gereken buydu. Bu kararı aldığı için yönetime methiyeler düzmenin pek manası yok. Çok büyük bir yanlıştan dönüldüğü için ve genelde taraftarının isteklerini pek dikkate almayan Fenerbahçe yönetiminin bu kez "bunlar doğru diyor galiba" diyerek, bilet fiyatlarını makul yapmasını davul zurnayla karşılayanlar olacaktır ama yineliyorum, fazla abartmayınız. Olması gereken buydu zaten.
Esas övülmesi, tebrik edilmesi gerekenler; hadisenin en başından beri yüksek fiyatlara tepki gösteren, bir şekilde organize olan, "Fenerbahçe halkın takımdır" diyen ve en güzel biçimde gerekli mesajları gerekli yerlere veren o güzen insanlardır.
Artık Hababam maçlara gidebilir.
Teşekkürler...
Zulüm Gibi
Dün akşam için Daum'un ileri ikilide Güiza ve Gökhan Ünal denemesi makul karşılanabilir. Tur için büyük risk almaya hazır Bursaspor'un bilhassa ilk yarıda defansı pek düşünmeyeceği aşikardı zaten. Hafta boyunca Ertuğrul Sağlam'ın iddialı sözlerinden de bunu çıkarmak mümkündü. Bu bakımdan defansif önlemleri pek önemsemeyen Bursaspor'un geride boş alan bırakacak olması, Güiza ve Gökhan Ünal ikilisinin yapabildikleri en iyi şey olan defansın arkasına koşu özelliklerini göstermeleri için fırsat sağladı. Aynı özellikteki bu iki santrafor, yine aynı özelliklere sahip olmaları nedeniyle kaçırdıkları basit pozisyonlarla gecenin Fenerbahçe adına kötü geçeceğin sinyallerini verdiler öte yandan.
Tekrardan Fenerbahçe'ye dönecek olursak, maç sonrası Volkan'ın da değindiği üzere alınacak derslerin olduğu bir maçtı. Bi kere bilhassa Bursaspor gibi güçlü bir rakibe karşı, bu kadar laubali bir maç çıkarılması tam anlamıyla rezalet. Eksik oyuncuların olduğu bir gerçek ama sezon başında kadroyu kurarken ve devre arasında takviyeler yapılırken, bunlar yeterli mazaretler değildir. Dünkü defans hattı tam anlamıyla evlere şenlikti. Bir arada çok fazla oynanamamış olmaları buna sebep olarak gösterilebilir, fakat tur gitmiş olsaydı, o zaman ne olacaktı peki? Hem de ilk maçtaki 3-0'lık büyük avantaja karşın...
Maç öncesi Fenerbahçe ilk 15 dakika gol yemezse, bu turu rahat geçer öngörümüz de bu bağlamda yalan oldu tabii. Zira ilk 10 dakikada rakibin işini bitirecek fırsatları bulan Fenerbahçeli oyuncular hovardalık yaptılar ve rakip kalecinin kurtarışlarıyla birlikte, zaten Fenerbahçe'yi eleyebileceklerine düşüncesiyle sahaya çıkan Bursasporlu oyuncuları daha bir motive etti bunlar. Dün akşam maçı izlerken Fenerbahçe'nin 3 gol yiyeceğini tahmin etmek için metafiziksel şeylere ihtiyaç yoktu. Bursaspor'un inadı ve Fenerbahçelilerin laubali halleri zaten hadisenin oraya varacağının göstergesiydi.
Daum'un Gökhan Ünal ve Güiza tercihleri nedeniyle eleştirilmesi yine de çok doğru değil. Yukarıda zikrettiğimizle birlikte, en azından Gökhan Ünal biraz daha kendinde olsa ve maçın başında yapması gerekeni yapıp, o pozisyonları harcamasa, orada iş hemencecik bitecekti zaten. Ertuğrul Sağlam'ın maç sonrası dediği gibi, sahadaki kadroda kim olursa olsun Fenerbahçe'ye Bursaspor'un bir maçta 5 gol atması o kadar da basit bir şey değil. Fenerbahçeli forvetler orada golü atacak ve işini sağlama alacaktı. Dün gece illa Daum'u eleştirecek bir şeyler arayanlar şunu demeliler öte yandan; Fenerbahçe takımında orta alanda oynayan ve oyunun iki yönünde başarılı olabilen iki isim var; biri Emre, diğeri de Özer. Malum Özer sakatlıktan dolayı kadroda yoktu. O zaman ne olursa olsun Emre sahada olmalıydı. Alex'in olmaması da eleştirilebilir tabii, ama Alex'i forvet elemanı gibi düşünmek gerek, çünkü Alex kendisinin de defalarca söylediği gibi bir forvet oyuncusu. Daum'un hücumda sahaya sürdüğü ikiliyi görünce, bir de onların yanına Alex'i eklemek, bu yüzden abartı olurdu. O ikiliden birini yedek kulübesine çekmek ve Alex'i sahaya sürmek daha makuldü tabii. Lakin girizgahta yazdığımız üzere, Daum'un düşüncesi daha çok, defansı önemsemeyen Bursaspor'a ilk 15 dakika içerisinde Gökhan Ünal ve Güiza'nın bulacağı boş pozisyonlarda gol atarak şok yaşatmaktı. Bunu yapabilirdi, çünkü çok yaklaşmıştı Fenerbahçe, ama olmadı. Futbolda her istediğiniz olmuyor işte.
Dün gece 90+2'ye kadar sahada istediği her şeyi elde eden biri vardı. Ertuğrul Sağlam'ı gerçekten tebrik etmek gerek. Sadece konuşmakla kalmadı, iddiasını sahaya da yansıttı. Dün Bursa şehrinde maç başladıktan sonra, Fenerbahçeli olanlar dışında (belki onlar arasında da vardır tabii bilemeyiz), herkes Bursaspor'un Fenerbahçe'yi eleyebileceğini düşünmüştür herhalde. Bursaspor hem şanslıydı hem de şanssızdı. Şanslı olduğu anlar kalecilerinin olağanüstü bir maç çıkarmasıydı. Sadece bir pozisyonda yapacağı bir hata maçın hemen başında havlu atmak anlamına gelebilirdi, ama öyle olmadı. Şansız oldukları anlardan biriyse Deniz'in tartışmalı pozisyonuydu. Açıkçası maçı izlerken pozisyonun penaltı olduğunu düşünmüştüm ama daha sonra hakemin doğru karar verdiğini öğrenmiş oldum (bkz.ilgili haber). E tabii maç içerisinde Bursasporlu oyuncuların hakemin o pozisyonda devam kararı vermesiyle demoralize oldukları gerçeğini de görmek lazım. Ve tabii Güiza'nın golünde de topun defansa çarpması ve kaleciye kontrpiyede bıraktığı pozisyonda da şansızdılar. Lakin goller bir şekilde hatalarla, şansızlıklarla gerçekleşir. Futbolun kuralların biri de bu.
Tekrardan Fenerbahçe'ye dönecek olursak, maç sonrası Volkan'ın da değindiği üzere alınacak derslerin olduğu bir maçtı. Bi kere bilhassa Bursaspor gibi güçlü bir rakibe karşı, bu kadar laubali bir maç çıkarılması tam anlamıyla rezalet. Eksik oyuncuların olduğu bir gerçek ama sezon başında kadroyu kurarken ve devre arasında takviyeler yapılırken, bunlar yeterli mazaretler değildir. Dünkü defans hattı tam anlamıyla evlere şenlikti. Bir arada çok fazla oynanamamış olmaları buna sebep olarak gösterilebilir, fakat tur gitmiş olsaydı, o zaman ne olacaktı peki? Hem de ilk maçtaki 3-0'lık büyük avantaja karşın...
Gökhan Gönül'ün sağ açık oynaması fikri hep konuşulmuştur. Dün akşamı bir ölçü olarak kabul etme fikrine katılmak mümkün değil. Gökhan Gönül dün tabir-i caizse yerini yadırgadı. Bir de takımın komple döküldüğü bir maçta, öne çıkmak çok kolay değildir. Genel itibariyle sağ bek oynamaya daha müsait potansiyele olduğuna inanılsa da, aslında Gökhan Gönül'ün bir müddet denendiği takdirde, sağ açık olarak da başarılı olabiliceği söylenebilir. Onda bu potansiyel de var.
Fenerbahçe'nin Alex, Emre ve Özer olmadığı zamanlarda iki pas yapmaktan aciz bir görüntü çizdiği gerçeği de dün akşam bir kez daha ortaya çıktı. Gerçi bu durum eskiye nazaran daha iyi. Eskiden sadece Alex'ti mesele. Bunu da eklemek lazım.
3-0'ın rövanşında böyle rezil bir futbol ortaya koymak kabul edilir değil. Son dakikada gelen Güiza'nın golü "papaz her daim pilav yemez" düsturuyla karşılanmalı. Bu maçtan gerekli dersler çıkarılmalı. Artık Fenerbahçe'den dolayı mıdır, kupanın lanetinden midir bilinmez, 3-0'ın rövanşında 3-1'le tur atlamak da garipti, zulüm gibiydi. Gecenin Fenerbahçeliler adına kötü olan bir diğer hadisesi ise deplasmana giden taraftarın Bursaspor tribünleri tarafından taşlanmasıydı. Kadıköy'de -mümkün mertebe- rahat deplasman yapan Bursaspor taraftarı herhalde kendi içerisinde bu olayı eğrisiyle doğrusuyla tartacaktır. Bursaspor tribünlerine yakışmayan hareketler bunlar.
Perşembe, Şubat 11, 2010
İnternette Birilerine Sövmenin Dayanılmaz Hafifliği
Dün gece Galatasaray ile Antalyaspor arasında oynanan kupa maçını anlatan Okay Karacan'ın tarzını pek çok kişi gibi ben de beğenmedim. Bunun daha ötesi ne olabilir? Şu şu sebepten beğenmedim, Okay Karacan gibi bir isme yakıştıramadım diye eklemeler yapabilirim. O kadar...Bunun üzerine yazılacak daha fazla şey yoktur. Yani aklı başında adamların yapması gereken budur diye düşünüyordum. Lakin eksik biliyormuşum. İnterneti sadece aklı başında kişiler kullanmıyor tabii. Bir de internetin başında kendini kaybeden ve herkese sövme hakkı olduğunu zanneden tipler var tabii. Bloglarda yazdığımız her yazının ardından "adsız" küfürlü yorumlar bırakan korkakları unutmuşum. Aynı tipler her yerde, her sitede var tabii.
Twitter'da Okay Karacan'ın maç sonrası yazdıklarını görünce, insan ne diyeceğini bilemiyor. Tekrar ediyorum, Okay Karacan'ın dün geceki maç anlatış biçimini ben de eleştiriyorum, ama bu demek değildir ki ona hemen ana avrat sövelim. Bu mudur insanlık? Bu mudur delikanlılık? Forumların çok popüler olduğu vakit; forum delikanlıları, klavye delikanlıları gibi benzetmeler çıkmıştı. Meğerse ne kadar doğru benzetmelermiş bunlar. Bu adamların yaptıklarına klavye delikanlılığı denmez de, ne denir?
Katıldığım bir panelde şu an ismini hatırlayamadığım bir gazeteci, "İnsanların yüzlerine söyleyemeyeceğiniz şeyleri yazmayın" demişti. Mesele budur benim için. Bu lafı duyduğumdan beri "internet ahlakı" çerçevesine monte edilmesi gereken bir düstur gözüyle baktım. Öncesinde saçmaladığımız olmuştur belki, ama o günden beri aklımdan çıkarmam o lafı. Bu satırları okuyan ve Okay Karacan'a ya da onun gibilere internetten sövmeyi zevk sayanlar varsa, son bir ihtimal şansımı denemek ve onlara "kendinize gelin" demek istiyorum. Tutar mı? Belki tutar...
Aşağıdaki bölümde de Okay Karacan'ın twitter'da yazdıkları var
"...Hanımefendiler, beyefendiler, kızdığım filan yok ! küfür etmeyin yeter! bu işi 20 yıldır yapıyorum, neyin ne olduğunu bilirim..Beni sevmek zorunda değilsiniz..sevene de sevmeyene de selam olsun..Ayrıca tasalanmayın 2 sene sonra bir maç daha ya anlatırım ya anlatamam.. Çok meraklısı değilim..LÜTFEN KÜFÜR ETMEYİN....İyi geceler"
***
İnterneti kullanan insanları ikiye ayırmak lazım;bir şeylere erişmek için interneti kullananlar ve birilerini sövmek için interneti kullananlar, diye. Sen hangisisin?
Çarşamba, Şubat 10, 2010
Söz Verdiler Bir Kere
Bayanlar Voleybol Şampiyonlar Ligi'nde Fenerbahçe Bayan Voleybol Takımımız Metal Galati takımını 3-0 mağlup etti.
Meleklerin sözü var demiştik zaten.
***
Metal Galati: Onyejekwe Nneka, Alajbeg Jelena, Tocko Olga, Golubovic Mira, Miclea Grigoruta, Daiana Muresan , Cebic Suzana ( Libero)
Fenerbahçe : Frauke Dirickx, Seda Tokatlıoğlu, Ekaterina Gamova, çiğdem Can Rasna, Natasha Osmokrovic, Eda Erdem, Nihan Yeldan (Libero)
Setler: 25-21, 25-23,25-15
Süre, 26 dk, 25 dk, 20 dk
Kafası Çok Rahat Adamın Maceraları
1950
AB'ye girmeye
çalışıyoruz
1951...
1953
1954
.
.
.
.
2010
yorum sizin
(ben maaşımı almaya gidiyorum)
AB'ye girmeye
çalışıyoruz
1951...
1953
1954
.
.
.
.
2010
yorum sizin
(ben maaşımı almaya gidiyorum)
Ahmedinejad'ın Avatar Yorumu
Mahmud Ahmedinejad sonunda Avatar'ı seyretmiş. Filmin görselliğinden etkilendiğini, ama senaryonun zayıf olduğunu belirtmiş. Aynı zamanda türler arası karışımın hayranı olmadığını da söylemiş.
İran Cumhurbaşkanı'nın sinemaya gitmesi, filme dair yorum yapması hoşuma gitti. Yorumunu beğenirsiniz beğenmezsiniz, orası ayrı mesele tabii. Bir ülkenin Cumhurbaşkanının sanatsal bir hadiseye dair yorumda bulunması güzel bir şey. Hindistan'a işadamlarıyla birlikte sinemacıları da götüren Abdullah Gül'ü de böyle üç boyutlu gözlükleri takarak sinema salonlarında görsek fena mı olur yani?
foto: buzzfeed
İran Cumhurbaşkanı'nın sinemaya gitmesi, filme dair yorum yapması hoşuma gitti. Yorumunu beğenirsiniz beğenmezsiniz, orası ayrı mesele tabii. Bir ülkenin Cumhurbaşkanının sanatsal bir hadiseye dair yorumda bulunması güzel bir şey. Hindistan'a işadamlarıyla birlikte sinemacıları da götüren Abdullah Gül'ü de böyle üç boyutlu gözlükleri takarak sinema salonlarında görsek fena mı olur yani?
foto: buzzfeed
Salı, Şubat 09, 2010
Yılmaz Vural'a Tek Maçlık Şans Verilse
A Milli Futbol Takımımız bir değişiklik olmadığı takdirde, 3 Mart Çarşamba günü Honduras ile Türkiye’de özel maç yapacak.
Futbol Federasyonu’ndan verilen bilgiye göre, karşılaşmanın oynanacağı il ve stat, federasyon tarafından daha sonra açıklanacak. Fatih Terim’in istifasıyla boşalan A Milli Futbol Takımı teknik direktörlüğü için federasyonun arayışları sürüyor. Ortada dönen birkaç isim var ama kimse görüşmeler ne boyuttadır, tam olarak bilmiyor.
Şayet Mart ayına kadar herhangi bir gelişme olmazsa, Ariel Ortega Blog olarak bir kampanya başlatmak isterim. Yıllardır kendisine yeterince şans verilmediğini iddia eden, Fenerbahçe'yi ve Milli Takımı çalıştırma isteğini her fırsatta dile getiren Yılmaz Vural'a, tek maçlık da olsa Honduras'la yapılacak özel karşılaşmada A Milli Takım'ın teknik direktörü olma şansı verilsin. Bunu espri amaçlı söylemiyorum. Gayet ciddi bir öneridir. Ne kaybedilebilir ki? En kötü ihtimalle alt tarafı bir hazırlık maçıydı der, geçilir herhalde. Hem Yılmaz Vural'ın da bunu her türlü kabul edeceğini, hatta maçın ardından, "çok şükür, ölsem de gam yemem artık" diyeceğini beklemek yanlış olmaz.
Bu fikrime karşı çıkanlar, ya şimdi konuşsunlar ya da kampanyaya destek çıksınlar. Lütfen...
Pazartesi, Şubat 08, 2010
Avantaj Dezavantaja Dönüşürken
Bu maç için çok şey söylenebilir. Puan kaybı için birçok bahane üretilebilir. Bunların arasında maçın çoğu bölümünde tabir-i caizse "Çanakkale geçilmez"i uygulayan Diyarbakırspor takımı da gösterilebilir, yine bu bağlamda rakibin beklenenden daha çok direnç göstermesi de olabilir. Maçın ağırlığını kaldıramayan hakemlere de sallayabiliriz. Gerçi hoş, hakem meselesine mümkün mertebe girmemeye özen gösteriyorken, bunu şimdi yapmak pek doğru olmaz herhalde.
Neyse, mevzuya dönelim; ne dersek diyelim, bu maçta Fenerbahçe'nin sahadaki esas ve en büyük rakibi ne yazık ki stadın zeminiydi. Rakipten daha fazla zorladı takımı. Ve ne yazık ki bu durum öyle birden olmadı, aşağı yukarı herkes bunu öngörmüştü aslında ama nedense tedbir alma ya da bu durumu gerektiği biçimde önemseme aşamasında sanırım biraz fazla kaygısız olundu.
Takımda çok kaliteli oyuncular var. Aralarında maçın gidişatını direkt tesir edecek yetenekte isimler mevcut ama esas mesele bu isimlerin işlerini daha rahat yapmasını sağlamaktır. Ve işte bu problemi şu anki zeminle aşmak imkansıza yakın.
Bursa maçında Uğur Boral sakatlandı. Dün gece de Özer. Bu zeminde oynamaya devam edersek, her maç sonrası sakatlar listesine yeni bir isim daha eklenme ihtimali çok yüksek.
Ligin ikinci yarısı başlarken, Fenerbahçe'nin çok ciddi bir fikstür avantajı var, maçlarımının çoğunu İstanbul'da oynayacak derken, şimdi bir bakıyoruz; böyle bir zemin varken, o avantaj dezanavantaja dönüşecek gibi görünmekte.
Takımın oyunu için konuşmak gerekirse; açıkçası mücadeleden memnun kaldım. Belki çok fazla gol pozisyonuna giremedi takım ama rakibi zor duruma düşürmek için mümkün mertebe imkanları zorladı Fenerbahçe. Yukarıda zikrettiğimiz gibi rakip de tahminlerden daha çok direnç gösterdi. Bunun başlıca nedeni de Fenerbahçe'nin çabuk goller atarak maçı erkenden koparma planının tutmamasıydı. Bu durum Diyarbakırsporlu oyuncuları daha da motive etti.
Galatasaray ve Fenerbahçe'den birinin puan kaybettiği hafta, diğerinin hemen puan kaybetmesi de gayet ilginç bir mesele olmaya başladı sanki, öyle değil mi?
not: geçtiğimiz perşembe oynanan kupa maçında tribünde yaşadığım harika atmosferi yazamamak benim adıma fena oldu; ama ne yapalım işte, özel işlerden kaynaklanan sebeplere sarılıyorum...
not 2: Son demlerine yetiştiğimiz usta yazar İslam Çupi ve Özcan Tekir kardeşin ruhları şad olsun demek lazım bir kez daha...
Neyse, mevzuya dönelim; ne dersek diyelim, bu maçta Fenerbahçe'nin sahadaki esas ve en büyük rakibi ne yazık ki stadın zeminiydi. Rakipten daha fazla zorladı takımı. Ve ne yazık ki bu durum öyle birden olmadı, aşağı yukarı herkes bunu öngörmüştü aslında ama nedense tedbir alma ya da bu durumu gerektiği biçimde önemseme aşamasında sanırım biraz fazla kaygısız olundu.
Takımda çok kaliteli oyuncular var. Aralarında maçın gidişatını direkt tesir edecek yetenekte isimler mevcut ama esas mesele bu isimlerin işlerini daha rahat yapmasını sağlamaktır. Ve işte bu problemi şu anki zeminle aşmak imkansıza yakın.
Bursa maçında Uğur Boral sakatlandı. Dün gece de Özer. Bu zeminde oynamaya devam edersek, her maç sonrası sakatlar listesine yeni bir isim daha eklenme ihtimali çok yüksek.
Ligin ikinci yarısı başlarken, Fenerbahçe'nin çok ciddi bir fikstür avantajı var, maçlarımının çoğunu İstanbul'da oynayacak derken, şimdi bir bakıyoruz; böyle bir zemin varken, o avantaj dezanavantaja dönüşecek gibi görünmekte.
Takımın oyunu için konuşmak gerekirse; açıkçası mücadeleden memnun kaldım. Belki çok fazla gol pozisyonuna giremedi takım ama rakibi zor duruma düşürmek için mümkün mertebe imkanları zorladı Fenerbahçe. Yukarıda zikrettiğimiz gibi rakip de tahminlerden daha çok direnç gösterdi. Bunun başlıca nedeni de Fenerbahçe'nin çabuk goller atarak maçı erkenden koparma planının tutmamasıydı. Bu durum Diyarbakırsporlu oyuncuları daha da motive etti.
Galatasaray ve Fenerbahçe'den birinin puan kaybettiği hafta, diğerinin hemen puan kaybetmesi de gayet ilginç bir mesele olmaya başladı sanki, öyle değil mi?
not: geçtiğimiz perşembe oynanan kupa maçında tribünde yaşadığım harika atmosferi yazamamak benim adıma fena oldu; ama ne yapalım işte, özel işlerden kaynaklanan sebeplere sarılıyorum...
not 2: Son demlerine yetiştiğimiz usta yazar İslam Çupi ve Özcan Tekir kardeşin ruhları şad olsun demek lazım bir kez daha...
Çarşamba, Şubat 03, 2010
Davetsiz Misafir
"Beşiktaş antreman sahasında davetsiz misafir...
Fulya Stadı'na dünkü antreman öncesi düşen araba futbolcular arasında şaşkınlık yaratırken, hurda haline gelen oto, kurtarıcıyla saha dışına taşındı." (Fotoğraf Yusuf Noberi)
Davetsiz misafirin de böylesi hakkaten. Dikilitaş'tan Fulya'ya kestirmeden gelen bir arabaymış bu. Sene 1988.
foto: Nuri Baydoğan arşivinden...
Sheldon & Leonard - "Bazinga!"
Big Bang Theory S03E14
link: http://www.youtube.com/watch?v=ZqKQYXe90Ds
Salı, Şubat 02, 2010
82. Oscar Ödülleri Adayları
82. Oscar ödülleri adayları bugün düzenlenen bir basın toplantısıyla Anne Hathaway ve Akademi Başkanı Tom Sherak tarafından açıklandı. Uzun yıllardır 5 filmin yarıştığı En İyi Film dalında bu sene sürpriz bir şekilde 10 aday yarışıyor. İşte bu senenin adayları:
En İyi film
The Hurt Locker/Ölümcül Tuzak
Avatar
An Education
District 9/ Yasak Bölge 9
The Blind Side
Inglourious Basterds/ Soysuzlar Çetesi
A Serious Man
Up/ Yukarı Bak
Up in the Air/ Aklı Havada
Precious: Based on the Novel Push by Sapphire
En İyi Yönetmen
James Cameron (Avatar)
Kathryn Bigelow (The Hurt Locker)
Quentin Tarantino (Inglourious Basterds)
Lee Daniels (Preciosus)
Jason Reitman (Up in the Air)
En İyi Erkek Oyuncu
Jeff Bridges (Crazy Heart)
George Clooney (Up in the Air)
Colin Firth (A Single Man)
Morgan Freeman (Invictus)
Jeremy Renner (The Hurt Locker)
En İyi Kadın Oyuncu
Sandra Bullock (The Blind Side)
Helen Mirren (The Last Station)
Carey Mulligan (An Education)
Gabourey Sidibe (Precious)
Meryl Streep (Julia & Julia)
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu
Matt Damon (Invitus)
Woody Harrelson (The Messenger)
Christopher Plummer (The Last Station)
Stanley Tucci (The Lovely Bones)
Christopher Waltz (Inglourious Basterds)
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu
Penelope Cruz (Nine)
Vera Farmiga (Up in the Air)
Maggie Gyllenhaal (Crazy Heart)
Anna Kendrick (Up in the Air)
Mo'Nique (Precious)
En İyi Animasyon
Coraline (Henry Selick)
Fantastic Mr. Fox (Wes Anderson)
The Princess and the Fog (John Musker and Ron Clements)
The Secret of Kelles (Tomm Moore)
Up (Pete Docter)
En İyi Orijinal Senaryo
The Hurt Locker (Mark Boal)
Inglourious Basterds (Quentin Tarantino)
The Messenger (Alessandro Camon ve Oren Moverman)
A Serious Man (Joel Coen ve Ethan Coen)
Up (Bob Petersan, Pete Docter)
En İyi Uyarlama Senaryo
District 9 (Neil Blomkamp and Teri Tatchell)
An Education (Nick Hornby)
In the Loop (Jesse Armstrong, Simon Blackwell)
Precious (Geoffrey Flesher)
Up in the Air (Jason Reitman, Sheldon Turner)
En İyi Yabancı Film
Ajami (İsrail)
El Secreto de sus Ojos (Arjantin)
The Milk of Sorrow (Peru)
Un Prophete (Fransa)
The White Ribbon (Almanya)
En İyi Görüntü Yönetmeni
Avatar
Harry Potter and the Half-Blood Prince
The Hurt Locker
Inglourious Basterds
The White Ribbon
En İyi Sanat Yönetmeni
Avatar
The Imaginarium Of Doctor Parnasus
Nine
Sherlock Holmes
The Young Victoria
En İyi Kostüm
Bright Star
Coco Before Chanel
The Imaginarium Of Doctor Parnasus
Nine
The Young Victoria
En İyi Belgesel
Burma VJ (Anders Østergaard)
The Cove (Louie Psihoyos)
Food Inc. (Robert Kenner and Elise Pearlstein)
The Most Dangerous Man in America: Danniel Ellsberg and the Pentagon Papers (Judith Ehrlich and Rick Goldsmith)
Which Way Home (Rebecca Cammisa)
***
Bu yıl 82.'si düzenlenecek ve Alec Baldwin ile Steve Martin’in sunacağı Oscar Ödül Töreni, 7 Mart Pazar gecesi (Pazartesi sabahı) NTV ve CNBC-e’den canlı yayınlanacak. Tahminlerimizi ödül törenine yakın bir tarihte yazarız artık.
Pazartesi, Şubat 01, 2010
42. SİYAD Ödülleri
Cem Yılmaz'ın sunduğu 42. Siyad ödül törenini canlı yayın olmadığı için izleyemedik ne yazık ki. Artık twitter'dan bazı sinema yazarlarının yazdıklarıyla takip edebildik. Buna da şükür demek lazım.
Adayların belli olmasının ardından blogda yaptığım tahminlerinin dördünü tutturmuşum. Hayat Var'ın böyle Vavien'in önüne geçeceğini düşünmemiştim doğrusu.
Tüm kazananların listesi aşağıda...
42. SİYAD ÖDÜLLERİ
EN İYİ FİLM
HAYAT VAR (Yapımcı: Ömer ATAY)
EN İYİ YÖNETİM
Reha ERDEM (Hayat VAR)
CAHİDE SONKU EN İYİ KADIN OYUNCU PERFORMANSI
Binnur KAYA (Vavien)
EN İYİ ERKEK OYUNCU PERFORMANSI
Nadir SARIBACAK (Uzak İhtimal)
EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCU PERFORMANSI
Büşra PEKİN (Neşeli Hayat)
EN İYİ YARDIMCI ERKEK OYUNCU PERFORMANSI
Settar Tanrıöğen (Vavien)
MAHMUT TALİ ÖNGÖREN EN İYİ SENARYO
Engin GÜNAYDIN (Vavien)
EN İYİ GÖRÜNTÜ YÖNETİMİ
Florent HERRY (Hayat Var)
EN İYİ MÜZİK
Atilla ÖZDEMİROĞLU (Vavien)
EN İYİ KURGU
Reha ERDEM (Hayat Var)
EN İYİ SANAT YÖNETİMİ
Elif TAŞÇIOĞLU (Vavien)
EN İYİ BELGESEL
5 NO’LU CEZAEVİ (Yönetmen: Çayan DEMİREL)
EN İYİ KISA FİLM
CENNETTE DE ÖLÜM VAR (Yönetmen: Savaş BAYKAL)
AHMET ULUÇAY UMUT ÖDÜLÜ
Melih SELÇUK
ONUR ÖDÜLLERİ
Sezer SEZİN
Süleyman TURAN
Vedat TÜRKALİ
TUNCAN OKAN EMEK ÖDÜLÜ
Atilla DORSAY
EN İYİ YABANCI FİLM
AÇLIK-HUNGER (Yönetmen: Steve McQUEEN; İthalatçı: KUZEY FİLM)
Adayların belli olmasının ardından blogda yaptığım tahminlerinin dördünü tutturmuşum. Hayat Var'ın böyle Vavien'in önüne geçeceğini düşünmemiştim doğrusu.
Tüm kazananların listesi aşağıda...
42. SİYAD ÖDÜLLERİ
EN İYİ FİLM
HAYAT VAR (Yapımcı: Ömer ATAY)
EN İYİ YÖNETİM
Reha ERDEM (Hayat VAR)
CAHİDE SONKU EN İYİ KADIN OYUNCU PERFORMANSI
Binnur KAYA (Vavien)
EN İYİ ERKEK OYUNCU PERFORMANSI
Nadir SARIBACAK (Uzak İhtimal)
EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCU PERFORMANSI
Büşra PEKİN (Neşeli Hayat)
EN İYİ YARDIMCI ERKEK OYUNCU PERFORMANSI
Settar Tanrıöğen (Vavien)
MAHMUT TALİ ÖNGÖREN EN İYİ SENARYO
Engin GÜNAYDIN (Vavien)
EN İYİ GÖRÜNTÜ YÖNETİMİ
Florent HERRY (Hayat Var)
EN İYİ MÜZİK
Atilla ÖZDEMİROĞLU (Vavien)
EN İYİ KURGU
Reha ERDEM (Hayat Var)
EN İYİ SANAT YÖNETİMİ
Elif TAŞÇIOĞLU (Vavien)
EN İYİ BELGESEL
5 NO’LU CEZAEVİ (Yönetmen: Çayan DEMİREL)
EN İYİ KISA FİLM
CENNETTE DE ÖLÜM VAR (Yönetmen: Savaş BAYKAL)
AHMET ULUÇAY UMUT ÖDÜLÜ
Melih SELÇUK
ONUR ÖDÜLLERİ
Sezer SEZİN
Süleyman TURAN
Vedat TÜRKALİ
TUNCAN OKAN EMEK ÖDÜLÜ
Atilla DORSAY
EN İYİ YABANCI FİLM
AÇLIK-HUNGER (Yönetmen: Steve McQUEEN; İthalatçı: KUZEY FİLM)
Kalli'nin Balyoz Planı
Şok şok şok... Kalli de darbeci çıktı. Feldkamp'ın balyoz planı çok yakında Taraf'ta...
not: sipeyşıl tenks tu Almeyda
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Başlıksız Yazı
En son 2018'de Fenerbahçe'de bir şeylerin değişeceğine, eski düzenin yok olacağına inanarak bir yazı karalamışım. Ali Koç'tan n...
-
Geçenlerde blogdan " Meşin Yuvarlağın Beyazperde Serüveni "ne dair bir araştırma yapıyorum, diye yazmıştım. Bitirebilirsem buraya ...
-
All about Turkey from alcinoo on Vimeo . Short film in stop-motion, 4'46". Photo shooting: August 09, Istanbul Turkey Animation: ...