Cumartesi, Nisan 24, 2010

Es

Bazen iki üç gün bloga bir şeyler karalamadığım zamanlar, "hayırdır, bir sıkıntı mı var?" şeklinde yorum yazan, e-postalar gönderen arkadaşlar oluyor. Hem onları böyle meraklandırmamak hem de blogu takip edenlere haber vermek adına ayrı bir başlıkta bu düşüncemi belirtmem gerek.

Bir müddet, artık ne kadar olur onu bilmiyorum, bloga bir şeyler karalamaya ara vermek istedim. Bunu temelli bir ayrılık gibi düşünmeyin tabii. Birkaç gün sonra da olabilir dönüş, birkaç hafta sonra da olabilir. Zamana bırakmak lazım herhalde. Sadece bloga bir şeyler karalamaya uzak kalmayı tercih ediyorum bir müddet. Mola gibi bi nevi. Başka bir deyişle "es" ya da...


Babaannnem

Blog dediğin şey bi nevi günlük. Ciddi bir farkı var elbet. Bunun diğerinden ayrı olduğu husus; sen istersen hissettiğini, düşündüğünü, yaşadığını yüzlerce kişinin okuyabileceği bir ortamda paylaşıyorsun. Bir şeyi yazmak ya da yazmamak senin elinde. Aynı şekilde paylaşıp paylaşmamak da... Ben mümkün mertebe burasının bir futbol blogundan ziyade, gayet kişisel bir blog olduğunu her fırsatta dile getirdim ve getirmeye devam edeceğim. Burada bölümden mezun olduğumdan günden tutun, iki sene evvel Anneannemi kaybettiğimiz güne kadar özel hayatımla ilgili bazı hadiseleri yazmıştım. Yanlış anlaşılmayacağını ve abes bulunmayacağını düşünmüştüm. Hakkaten de öyle oldu. Samimi bir dille yazdım bu olayları ve yine samimi tepkiler aldım. Şimdi yine öyle samimi bir dille hissettiklerimi, duygularımı yazmak istiyorum.

Geçen haftaydı. Rüyamda sela okunduğunu duydum. Uykulu bir şekilde vefat eden kişinin ismini bekledim. Selayı okuyan imam ya da müezzin her kimse artık, Babaanemin adını zikretti. N'oluyor? diyerek yataktan aniden kalktım. Çevreme anlamsız gözlerle baktım. Odada her eşya yerli yerindeydi. Ancak aşırı rahatsız edici bir sessizlik hakimdi. Hemen fırladım evine koştum. Kapıda beni Dedem karşıladı. Ve Babannemin vefat ettiği haberini verdi.

Bu rüyadan iki gün sonra bir yemek esnasında rüyamı Anneme ve Babama anlattım. Rüyaların tersi çıkarmış şeklinde bir inanış var ya, biz de ona yorduk bu rüyayı...

Birkaç gün önce Babaannem ciddi manada rahatsızlandı. Salı günü Alsancak'taki doktoruna götürdük. Bizi öğrencisinin olduğu ve böbrek hastalıkları konusunda olumlu şeyler duyduğumuz Yeşilyurt'taki Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesine yönlendirdi. Aynı gün içerisinde Babaannemi hastaneye yatırdık. Dönüşümlü olarak yanında refakatçiler kalmaya başlayacaktı. Bir gün sonra refakatçi değişti, akşam üzeri aniden yoğun bakıma alınmış ve nöbetçi doktor "hemen yakınları çağırın" demiş. Biz de apar topar Yeşilyurt'a gittik. Önce bize "hastanız yoğun bakımdan dahiliye bölümüne geçmiş" diye sevindirici bir haber verdiler ama sanırım bu bir taktikmiş. Sonradan öyle yorumladım zira. Hastanenin koridorlarında bir oraya bir buraya koşuşturmanın ardından en son olmamız gereken yerdeydik. Hastamızın durumunu öğrenmek için adını söylediğimiz anda şöyle bir cümle duyduk. "Aa.. Evet, teyzeyi 15 dakika önce kaybettik". O an saliselik bir sessizlik de olsa ömrümün en uzun sessizliği gibiydi. Bir gün önce hastaneye yatırdığımız, tedavi sürecinde diye düşündüğümüz Babaannemin kalbi durmuş. Önce tekrar çalıştırılmış, daha sonra bir kez durmuş...Tekrar geri döndürülememiş...

6 yıllık böbrek rahatsızlığı olan ve 10 yıldır astımı olan biriydi Babaannem. Ölüm raporunu inceledim. Yazılı olan dört nedenden ikisi bunlardı. Yazılı en son neden tabii ki kardiyak arrest, kalbin durması yani. Bunlar sebepler... Eskilerin deyimiyle vakit saat dolmuş demek lazım sanırım.

Şimdi acaba şöyle olsaydı, böyle olur muydu soruları uçuşsa da kafamda, ne değişir ki? Giden gitti bir kere.

Gezmeyi ve çevresindeki insanların yardımına koşmayı çok seven biriydi. Başkalarının dertlerinin peşinde koşmaktan kendi dertlerini unuttu bir bakıma. Vefatını duyanlar taziyelerini bildirmeye geldiler ve hala geliyorlar. Ve hepsi, Babannemin onlara yaptığı ve bizim bilmediğimiz birçok yardımdan bahsettiler. Cömertliğini bilirdim ama tabir-i caizse Buz Dağı'nın yalnızca görünen kısmını biliyormuşuz. Cenaze namazında camii avlusunun dolup taşmasını, mezarlıktaki kalabalığı, onu son yolculuğuna uğurlayanları görmüştür inşallah.

Her işi hemen bitirmeyi severdi. Telaşlı biriydi. Ölüme de telaşlı bir şekilde gitti. Elden ayaktan kesilmedi. Sadece son iki-üç gün rahatsızlanmıştı. Salı günü hastaneye yattı, çarşamba gecesi vefat etti.

Gezmeyi çok seven biriydi. Cenazesini Yeşilturt'tan Manisa'ya (memleketine) cenaze aracıyla taşımamızı başka nasıl açıklayabiliriz ki? Yine geze geze gitti Manisa'ya...

Geçen yaz bana baskı yapmıştı ve İstanbul'daki akrabalarını görmek istediğini söylemişti. Biraz yorucu olmuştu onun için bu ziyaretler, oradan oraya kaç yere gitmiştik. İlk defa gördüğüm akrabalarına bile uğramıştık. Son kez görecekmiş demek ki onları. Mutlu olmuştu, bana kaç kez "sağolasın Hasan'ım...Allah razı olsun" demişti sayısını hiç hatırlamıyorum. Gerçi bir gün Mecidiyeköy'ün o illet öğlen sıcağından payını aldıktan sonra, "aman al İstanbul'un senin olsun" demişti ama çok mutlu olmuştu akrabalarını gördüğü için. İyi ki dolaştırmışım onu. İyi ki vapurla karşıya geçmişiz, Karacaahmet'te kabir ziyaretinde bulunmuş vs.

Neyse, daha fazla uzatmayayım. Onu anlatmaya benim kelimelerin yetmez. Şimdi geride kalan anılar var hafızada (küçükken beni severken "kıvırcığım" derdi mesela, söyleyiş tarzıyla hep aklımda). Bir de acı çekmeden ve çevresine çektirmeden ölmek istemesi ve bu duasının kabul olduğunu görmenin tebessümü var elde.

Arayan, soran, bir şekilde ulaşıp taziyesini bildiren herkese buradan da "sağolun" demek istedim.

Mekanın Cennet olsun Babaannem...Allah rahmet eylesin...
Senin kıvırcığın.

Çarşamba, Nisan 21, 2010

Diğer "United" Asya'yı Hedeflerken

Seul Dünya Kupası Stadyumu marketinde orta yaşlardaki bir kadın, alışveriş ücretini ödemek için cüzdanından Manchester United kredi kartını çıkarıyor. Bu kadının Güney Kore'deki 6 milyon civarı 'Kırmızı Şeytanlar' taraftarından biri ve M.United'ın 2009 Asya Turu'nu heyecanla bekleyen kişilerden biri olduğuna şüphe yok.

2009 yazında gerçekleşen M.United'ın Asya seyahati, kulübün bu bölgeye son 10 yılda yaptığı beşinci tur olma özelliğine sahipti. Aslında Koreli taraftarlar için United'ı izlemek alışılmış bir şey artık. Fakat 18 Temmuz günü diğer United takımının Kore'de bir maçı vardı. FC United of Manchester takımı 3. lig ekibi Bucheon ile bir maç yaptı. Bu cidden merak uyandırıcı bir şeydi.

FC United kulübü, 2005 yılında M.United'ın Malcolm Glazer tarafından satın alınmasıyla ortaya çıktı. Yahut başka bir deyişle bu satışa kızan bir grup taraftar tepki olarak FC United'ı kurdular . Takım Kuzey Premier Lig'de mücadelesini sürdürüyor. Sezon öncesi hazırlıkları için M.United gibi Uzakdoğu'ya gitmelerinin eleştirilmesini kabul etmiyorlar. Onlara göre Bucheon taraftarlarca idare edilen bir kardeş kulüp.

FC United'ın basın sözcüsü Julian Spencer, "Bizim seyahatimiz biraz farklı" diyerek yaptıkları seyahatin, M.United'ın endüstriyel kaygılar barındıran Uzakdoğu turlarıyla karıştırılmamasını istiyordu. "Pek çok kulüp Uzakdoğu seyahatlerini 'markasını büyütmek' için yapar, onların seyahatleri para kazanmak içindir. Biz ise bu modelin nasıl dünya çapında bir kulüp kurduğunu göstermek istedik. Ayrıca oyuncularımıza denizaşırı ülkelerde kalabalık, gürültülü, ve tutkulu yerel taraftarlar önünde oynama şansı verdik."

Öyle de olmalıydı zaten. Bucheon kadrosunda Park Ji-Sung ve Kaka adında iki oyuncusu olan ilginç bir takım. Normalde diğer maçları prime-time'da yayınlanmadığı halde Bucheon'un, FC United'la yaptığı maç ülkenin en büyük spor kanallarının birinde kablolu yayında ve ayrıca Seul çevresindeki dev ekranlarda gösterilmiş.

Bucheon taraftarlarının hikayesi de ilginçtir bu arada. 2006'nın Şubat ayında taraftarlar bir sabah uyandıklarında kulübün geceleyin Bucheon'dan Seogwipo'ya taşındığını öğrenirler. İşin içinde SK Energy adındaki şirket ve bazı güçlü isimler vardır. Takımı bulunduğu yerden 300 kilometre öteye ıssız Dünya Kupası Stadyumu'nun olduğu yere taşımışlardır.

Bucheon'un maaşsız pazarlama sorumlusu Shin Dong-min, "SK bunu bize yaptığında, ailemizin bizi terk ettiğini hissettik" diyor. Buna cevap olarak da taraftarın kurduğu Kore 3.liginde oynayan Bucheon FC 1995'i kurduklarını belirtiyor.

Sezon açılışı için kafalarındaki ilk takım Wimbledon olmuş. Lakin Londralıların takvimi yoğunmuş ve bu teklifi reddetmek durumunda kalmışlar. Daha sonraki hedef ise FC United of Manchester olmuş tabii.

FC United'ın Başkanı Andy Walsh, 40 kişinin üstündeki muhabir ve televizyoncunun katıldığı maç öncesi basın toplantısına, "Önce bunun bir şaka olduğunu düşündük" itirafıyla başlamış. Bunun bir şaka olup olmadığını araştırdıktan sonra yönetim kurulu olarak konuyu takımın antrenörüne açtıklarını ve onun da olumlu görüş bildirdiğini, orada olmanın onur verici olacağını söylemiş.

Aslında onore olan sadece FC United tayfası değildi elbette. Bucheon da onur duymuştu bu organizasyondan. Maçtan dolayı hem heyecanlıydılar hem de maddi getiriyi görünce gayet mutlu olmuşlardı.

Shin Dong-min, "2006'da yaşanandan sonra bunun ilginç olduğunu itiraf etmeliyim" diyor. Kulübe yardım edenler arasında olanlardan bahsederken ise hala bazı şirketlerin kendilerine destek olduğunu da belirtmiş. "SK Telecom faklı bir firma. Halk takımlarına yardım etmeye iştahlılar. Hangi seviyede oynadığımızın önemi yok, biz sadece takımımıza tezahürat yapmak istiyoruz. Eğer Şeytan bize para teklif etseydi, onu da alırdık" diyerek ilginç bir profil çizmeyi de başarıyor.

Maçın sonucunu mu merak ettiniz? Bu aslında kimsenin pek umrunda değildi. Ama ben yine de yazayım. Bucheon 3 FC United 0.

***

Bucheon FC 1995 kulübünün web sitesi: http://www.bfc1995.com/
FC United of Manchester kulübünün web sitesi: http://www.fc-utd.co.uk/

foto: Guardian

not: Yazıya kaynak olarak Guardian'da 16 Temmuz 2009 tarihinde aynı isimle yazılmış makaleyi göstermek mümkün. Üstüne bazı eklemeler yaptığımızı söylemek de...

Kumda Oynayan Yönetim


Daha önce Ali Şen ve Ömer Çavuşoğlu ikilisinin su kayağı yaparken çekilmiş fotoğrafını paylaşmıştık. Bu kez yine aynı tarihlerde, 1981 yılındayız. Fotoğraftakiler ise 81 senesindeki Fenerbahçe yönetiminden bazı simalar.

Fotoğrafın altında şöyle yazmakta; "Fenerbahçe Yönetim Kurulu'nun, kumda oynayan kadrosu... 150 milyonluk kadronun kurucuları."

foto: Esat Yağcı'nın arşivinden...

Aşkta Son Nokta

Şirazi: ''Aşka uçarsan kanadın yanar''
Mevlana: ''Aşka uçmazsan kanat neye yarar''
Yunus Emre: "Aşka vardıktan sonra kanadı kim arar? ''
Demet Akalın : ''Aşkın açamadığı kapı , kanatlanıp uçamadığı yer mi var ''

***

cervuetta yazmış sözlükte, kopi-pest yapasım geldi. Zamanında değişim meselesinden Özcan Deniz'in kulaklarını çınlatmıştık. Aklıma o geldi şimdi. Aslında zaman ayırıp değinmek lazım böyle şeylere.

Pazartesi, Nisan 19, 2010

Kendine Müslüman

Dün akşam gerek konuştuklarımdan, gerekse de sanal platformlarda yazılanlardan gördüğüm kadarıyla şunu diyebilirim: Türkiye'de futbolla ilgilenenler (hangi takımı tutuyor olursa olsunlar fark etmiyor) şunu istiyorlar; eğer hakem hata yapacaksa benim takımım lehine yapsın, gerisi beni alakadar etmez. Eğilim bu yönde. İstisnalar da kaideyi her zamanki gibi bozmuyor.

Buna bir isim bulmak gerekirse şöyle diyebiliriz, "hakem benim takımım lehine hata yapsıncılık" ya da "kendine müslüman" gibi.

not: foto konuyla direkt alakalı olmadı ama gugıl'a "fanaticism" yazınca karşıma bu çıktı. Ondan yani. Daha fazla aramaya üşendim. Bir başka ilginçlik ise şu; gugıl'a "kendine müslüman" yazdım, çıkan dördüncü foto Ribery oldu.

Bu Dünyayı Yakarız, Şampiyonluk Gelince

1907 Ünifeb,Vamos Bien ve Grup CK
Emeğinize sağlık...

Öptüm Kib Bye

Şüphesiz gecenin en esprili pankartıdır.

Pazar, Nisan 18, 2010

Artık Hayatımızdan Çıksan Diyorum #2

Bu başlığı daha önce Güiza için kullanmıştım. Gerçi o zaman mevzu başkaydı ama Bilica için de gider bu cümle. Hatta Güiza'nın durumu çok daha naif kalıyor demek lazım. Bilica geldiği ilk günlerde yaptığı hatalar ve anlamsız hareketleri (rakibi kasti sakatlamaya ve gereksiz karta neden olacak türden malum hareketleri) sebebiyle bu oyuncunun uyarılması gerektiğini belirtmiştim. "Hatta kendini hala Sivasspor'da zannediyor sanırım, şu an üzerinde taşıdığı formanın farkında değil galiba." diyerek de eklemiştim ama ne yazık ki Bilica aynı saçma sapan hareketlerine devam etti. Ve en son bu gece penaltı pozisyonundan sonra yaptığı o anlamsız zemin deşme hareketiyle kendisine yol verilmesi gerektiğini kanıtlamış oldu. Her şeyi geçtim, az evvel sarı kart görmüş bir adamın o hareketi yapmasındaki mana nedir? Amatör topçu yapmaz bunu.

Bilica malum ahım şahım bir defans oyuncusu değil, bu bir... İkincisi, isterse Puyol gibi oynasın ama mühim olan sadece iyi futbol oynamak değildir. Yaptığınız işe ve bağlı olduğunuz camiaya, giydiğiniz formaya saygınız da olmalı. Bilica'da bu saydıklarımın hiçbiri yok. Lamı cimi de yok, tez elden bu arkadaşa yol verilmelidir.

Nokta.

Düzeltme: Nokta dedik ama bu düzeltmeyi yazmak lazım. Bilica penaltı noktasını eşeleme hareketinden sonra kart görmüş. Oysa biz yazıda, "Her şeyi geçtim, az evvel sarı kart görmüş bir adamın o hareketi yapmasındaki mana nedir?" yazmıştık. Doğrusu öyle değilmiş. Tekrar yazayım, o hareketi nedeniyle kart görmüş. Ama yine de Bilica denen adam bu takımdan gönderilmelidir. Bu konudaki fikrim aynıdır.

Dahi

Alex de Souza... Dahi anlamındaki "-de" ayrı yazılır.

Cumartesi, Nisan 17, 2010

Şampiyon Fener

Ziraat Bankası'yla yaptığımız final serisinin yalnızca ikinci maçını seyredebildim. Onun için pek yazıp çizemedim final maçlarına dair bir şeyler. Bi de zaten erkek voleybolu genelde karşı cinsin maçları kadar heyecanlı olmuyor, ne yalan söyleyeyim şimdi. Erkeklerde "dannn"diye vuruyorlar topa ve savunmadan pek dönmüyor toplar. Dolayısıyla heyecan dolu ralliler izleme olasılığınız düşük oluyor. İstisna maçlar hariç elbette.

Neyse, şampiyon olunan bir serinin ardından erkek voleyboluna dair bakış açımı uzun uzun yazarak milleti sıkmak ve de Fenerbahçe Erkek Voleybol Takımının şampiyonluğunu yazıda arka plana atmak istemem.

İstanbul'daki ilk maçı ve Ankara'da oynanan iki maçı da kazanarak final serisinde Fenerbahçe skoru 3-0 yaptı ve şampiyon oldu.

İlk günden beri bu takımı salondan ve imkanı doğrultusunda televizyondan seyreden taraftarlara öncelikle teşekkür etmek gerek. Ve sonrada takımdaki oyunculardan tutun da, bu takımın herhangi bir pozisyonundan görev alan her kişiyi sonsuz teşekkür.

Uzun lafın kısası; Şampiyon Fener!

***

Salon: TVF Başkent Spor Salonu

Hakemler: Aziz Yener, Salim Bektaş

Ziraat Bankası: Resul, Selçuk, Platenik, Zafer, Celitans, Granvorka, Özer (L), Ender, Ali Yılmaz.

Fenerbahçe: Divis, Emre, Arslan, Coskovic, Özkan, Gardner, Serkan (L), Cem.

Setler: 20-25, 13-25, 26-24, 19-25

Süre: 101 dakika (25-21-29-26)

Perşembe, Nisan 15, 2010

Türkiye Kupası Şampiyonu


Çekişmeli bir maç oldu. Fenerbahçe bu kadar uzatmadan da kazanabilirdi ama sonuçta kupa geldi ya, o kadarını kurcalamaya gerek yok. Salondaki ambiyans müthişti. Takım kendi salonunda oynamaya başladığında daha güzel olacaktır.

Altın sette altın performans ortaya koydu Sarı Melekler. Neslihan'ın da yaptığı çirkefliklere karşı güzel bir oyunla cevap verilmiş oldu. Daha düne kadar Neslihan'ı alsak iyi transfer olur düşüncesindeydim, ancak son 2 maçla birlikte fikrim değişti. Kalsın şu an bulunduğu yerde. Gerek yok.

Vakıfbank Güneş Sigorta Türk Telekom... Hey yavrum hey! Takımın ismine bak. Twitter'daki 140 karakter sınırı benzer bir sınırlama -bence- takım isimlerine de getirilmeli. Acilen hem de!

Teşekkürler Armanın Gururu "Sarı Melekler"...



Çarşamba, Nisan 14, 2010

Alternatif Yıldırım Demirören Mesajı

"Kpayı bz alalm, sampion da Gltsry olsn."

***
Mevzuyu bilmeyene garip gelmesin,
hele şunu oku da soluklan yiğenim.

Siz Kötü Zemin Görmemişsiniz #6

Tarih: 20.01.1985
Stad: Fenerbahçe Stadı
Maç: Fenerbahçe 6 Malatyaspor 1
Goller: Hüseyin (2), Selçuk (3), Repciç.
Zemin: Berbat ötesi


foto: Oktay ağebeyin arşivinden...

13.Final

Türkiye Kupası Yarı Final rövanş maçında Fenerbahçe deplasmanda Manisaspor'la 1-1 berabere kalarak bu kupada 13. kez finale yükseldi. Muhtemelen yarınki gazetelerde bu cümleye benzer bir cümle okuyacaksınız. Belki gazetenin birinde kendini tutamayan bir kaç arkadaş, o meşhur "1-1'lerini yediler" başlığını da atabilir. Gerçi konsepte pek gitmez ama olmaz demeyin. Olabilir.

27 yıllık mesele bu malum. Uzatmaya gerek yok. Fenerbahçe her finale çıktığında aynı şeyi Türkçe söylemenin/yazmanın artık pek bir anlamı kalmadığına inandığım için bu kez hissiyatımı İngilizce yazacağım müsaadenizle;

"We want to end the 27-year wait & lift the cup"

İngilizce söyleyelim bu kez. Belki işe yarar. Ne dersiniz? Yoksa Fenerbahçe bu lanetli kupayı yine kazanamayacak mı?

Yukarıda yazılı olan İngilizce cümlenin çevirisini Rijkaard'ın tercümanı Mert Çetin yapsın mümkünse. Bu konuda çok hassasım.

Son paragrafı da Alex'e ayırmak lazım. Alex büyük topçusun, büyük kaptansın vesselam.


Pazar, Nisan 11, 2010

İlk Mağlubiyet

Fenerbahçe ile Vakıfbank Güneş Sigorta Türk Telekom (takımın ismine gel!) arasındaki Bayanlar Türkiye Kupası finali ilk maçı yapıldı. 2-0 öne geçtiği karşılaşmayı kaybeden Fenerbahçe böylece Türkiye'de ilk kez yenilmiş oldu.

2-0'dan maç vermek kötü. Akıllar hala Avrupa finalinde miydi acaba? sorusunu düşündüren bir maç oldu demek de mümkündür.

Neyse, çarşamba günü 18.30'da ikinci maç var. Gerçek gücünü tam anlamıyla ortaya koyabilirse Fenerbahçe rahat kazanacaktır.

VAKIFBANK GüNEŞ SİGORTA TüRK TELEKOM: 3 - FENERBAHçE : 2

Salon: TVF 50. Yıl

Hakemler: Serdar Nişancıoğlu, Hikmet Ay

Vakıfbank Güneş Sigorta Türk Telekom: Nikoliç, Poljak, özge, Gözde, Maculewcz, Neslihan (Gizem, Stam, Arzu, Bahar, Güldeniz)

Fenerbahçe : Seda, Çiğdem, Gamova, Osmokrovic, Eda, Drickx (Nihan, Songül, Naz, Blom)

Setler: 18-25, 16-25, 25-23, 25-23, 15-13

Süre: 115 dakika (21, 22, 26, 28, 18)

foto: Fenerbahce.org

Cuma, Nisan 09, 2010

Haybeden Gerçeküstü Lakırtılar #24


* "Bilirken susmak bilmezken söylemek kadar çirkindir." Eflatun

* Bizden bir haberle yazıya giriş yapalım. Blogun teknik altyapısından sorumlu Muzaffer dün gece dünya evine girdi...dersem, inanmayın tabii. Öyle biri yok. Bizden haber derken, blogdan bir haber. Yahut blog vesilesiyle gündeme gelişimizmle ilgili bir haber (gelişine vur). Bugüne kadar sanal röportajları buradan duyurmuştuk. Bu kez bildiğin bir röportajla karşınızdayız. 1907 Ünifeb'in web sitesinde yer alan kanlı canlı bir röportajımız oldu. Hatta ayın konuğu da olmuşuz, röportajın ötesinde bir mevzu yani. Röportajda ağzımızdan çıkan her kelam için direkt savunma mekanizmamız hazır. Blogun her daim sağ tarafında olan cümleyle hem de; "her hakkı patavatsızlığıma aittir". Merak eden, tipimizi görmek isteyen (gerçi 2 ay öncesine göre çok yaşlandık ama...) buradan buyursun.

* Öğrencilerimden birinin annesinin adı "Durkadın" imiş. Evet. Emir veriyormuş gibi aynen. "Durkadın!"

* Bazen dayanamıyorum, her cümlemin sonuna "üç nokta" koymak istiyorum... Çok ilginç bir şey bu... Bir defa başladım mı, kendimi durdurmam çok güç oluyor...Valla...Bak yine...

* Gürkan Kubilay'ı kadınlar sağlık için, erkekler ise futbol için izliyor. Her iki cinse de hitap eden cins bir doktor.

* Mukayese zamanı: Natasa Osmokrovic benim gözümde voleybol takımımızın PVH'sidir. Müthiş bir oyuncu ve lider karakterli. Hayranıyız!

* Alessandra Ambrosio vücudundan memnun olmadığını, kalça ölçüsünün biraz daha büyük olmasını istermiş. O böyle diyorsa, diğerleri n'apsın?

* Gördüğüm en iyi Brezilyalı forvet Alessandra Ambrosio. "Başımın tacısın, tabii ki forvet oyna"

* Önüm, arkam, sağım, solum... her tarafta Avoncu kadınlar. İlla Avon da değil tabii, benzer nitelikte başka markalardan ürünleri satmaya çalışan hatunlar da var. Sokakta, okulda, dersanede, alışveriş merkezlerinde... Kısacası onlar her yerde... Nerede birini görsem, "Eyvah! Avoncu kadınlar...Kaçın!!!" diye bağırasım geliyor.

* Yahu o değil de, Sarı Melekler sayesinde voleybol uzmanı kesildik... Bloglarda filan ahkam kesiyoruz. Negzel

* Evet, size çok önemli bir sır açıklıyorum; "Alex koşmuyor". Şimdi evlerimize dağılabiliriz.

* Kendilerine yapıldığında ağladıkları şeyin benzerini yapmak için pusuda bekleyenlerle uğraşmaya değmez. Bu onların "karakterini" gösterir.

"Bir kaleci nasıl içeri aldığı golden sonra üzülmeyebilir? İşkence yapılıyormuşcasına canının yanması gerekir! Eğer sakin kalabiliyorsa, sona gelmiş demektir. Geçmişte ne yapmış olursa olsun, o kalecinin geleceği yoktur!" Lev Yaşin

* Adrianne Curry'nin Twitter'da paylaştığı fotolar sayesinde görmediğimiz yeri kalmadı. Artık kendisi dünya ahiret bacımızdır (ironiye gel).

* Ntv Spor ekibinin bloglardaki eleştirilere cevap vermesi, bi şekilde bu eleştirileri yapanları kaale aldığını göstermesi güzel bir şey.

* Bir Feysbuk özlü sözü, "Burcucum çok güzel çıkmışsın". Bu isim de bir grup da vardı hatta ama aradım, taradım şu an bulamadım. Belki de kapattılar grubu.

* Yandaş medya diye nitelendirilen basın yayın organlarının hesaplayamadığı bir şey var; o da bugün arkalarından esen rüzgar, yarın ters taraftan esebilir. Velhasıl kelam, bu kadar çok gaza gelmemek lazım.

* Can sıkıcı bir itiraf: "Sana değil kardeşine" diye bir şarkı var ya, kaç gündür dilime feci dolandı. Nerden duydum la ben bunu?

* "Beyler Mercidabık Savaşı ne olur". Bahis çılgınlarına gelsin bu da.

* Heidi Klum beşinciyi doğurmak istiyormuş. Maşallah diyelim.

* Mark Zuckerberg Feysbuk'u kurdu, biz de dedikodusunu yapıyoruz.

* Zincirlikuyu'nun önünden geçen bazıları, "Her canlı ölümü tadacaktır" yazılı ayetten rahatsız olmuşlar. Kaldırılmasını istemişler. Haşmet Babaoğlu'nun bu konuyla ilgili önceden demiş olduğu sözü yineleyelim; beni ölümü hatırlatan şeylerden ziyade, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayanlar rahatsız ediyor.

* "İnsanların en hayırlısı, ahlakı en güzel olanıdır". Hz. Muhammed (s.a.v)

Perşembe, Nisan 08, 2010

Set Vermeden Finale

Voleybol Bayanlar Türkiye Kupası Yarı Final rövanş karşılamaşasında Fenerbahçe set vermeden rakibi Eczacıbaşı Zentiva'yı 3-0 yenerek adını finale yazdırdı.

İlk maçtan büyük avantajı olan Fenerbahçe rövanşta ilk seti alarak finale çıkmayı garantilemiş olmasına rağmen, diğer iki seti de alarak ülke sınırları içerisindeki maç kaybetmeme başarısını sürdürdü.

İlk setin ardından sezon boyunca nispeten daha az süre alan oyuncular oynama şansı buldu. İkinci sette Fenerbahçe tabir-i caizse skor olarak rakibini ezdi geçti denebilir (25-9). Son seti de etkili bir oyunla alan Fenerbahçe 3-0'lık skorla finale çıkmayı başardı.

Maç öncesi ve sonrasında salona gelen taraftarlar ve Sarı Melekler arasında oldukça güzel görüntüler yaşandı. 3-0'lık galibiyetin ardından salona gelen taraftarlar, Fenerbahçeli oyunculara çiçek atarak sevgi gösterilerinde bulundular. Ayrıca M.Ali Aydınlar'a da takıma katkılarından dolayı tribün birliği adına teşekkür plaketi verildi. Bunlar camianın bütünleşmesi adına her zaman görmek isteyeceğimiz türden güzel hareketlerdi.

Şimdi finaldeki rakip Vakıfbank Güneş Sigorta Türk Telekom. Türkiye Kupası'nda finalin ilk ayağı, Fenerbahçe ile Vakıfbank Güneş Sigorta Türk Telekom arasında, 11 Nisan Pazar günü, TVF 50.Yıl (Burhan Felek) Spor Salonu'nda oynanacak.

Salon: TVF 50. Yıl
Hakemler: Aydın Ay, Hayrettin Durak

Fenerbahçe : Seda, Çiğdem, Gamova, Osmokrovic, Eda, Dirick(Nihan, Songül, Blom, Naz, İpek)

Eczacıbaşı Zentiva: Gökçen, Mirka, Esra, Aysun, Ogjenovic, Natalia(Gülden, Neriman, Borodakovo, Büşra, Sevinç)

Setler: (25-19, 25-9, 25-22)
Süre: 63 dakika (19, 19, 25)

Milne'nin Cömertliği

"Her zaman soğukkanlı yapısıyla, farklı galibiyetlerden sonra bile koşarak soyunma odasının yolunu tutan disiplininden taviz vermeyen İngiliz hoca Milne de, Beşiktaş'ın şampiyonluk kutlama gecesinde coştu. Milne, golcü Feyyaz'ın alnına para yapıştırırken mutluluktan uçuyor ve etrafına gülücük dağıtıyordu" (Fotoğraf: Akın Sel-Cenk Atılgan)

Öncelikle fotoğraftaki Akın Sel imzasına dikkat. Bir diğer ayrıntı ise şu; fotoğrafın altındaki metinde Milne'nin Feyyaz'ın alnına para yapıştırdığını yazılmış ama bu karede Milne'nin, Feyyaz'ın alnına para yapıştırmaktan ziyade, ağzına parayı sıkıştırdığını söylemek daha uygun.

Onca yıl Türkiye'de görev yaptığı halde ağzından doğru düzgün Türkçe kelime işitmediğimiz bir isim olarak hafızalarda kalacaktır Gordon Milne. E bir de tabii Beşiktaş tarihinin efsane dönemlerinden birinde görev yapmış olmasıyla tabii.

Ha, bir de eklemek lazım. Demek ki şampiyonluk kutlamaları öncesinde soğuk nevale olarak bilinen ama kutlamalarda kendini kaybeden ilk yabancı teknik adam Daum değilmiş. Onu da öğrenmiş olduk bu fotoğraf sayesinde. Belki Milne'den öncesi de vardır. Ben bilmiyorumdur. Olabilir. Var mıdır sizce?

Milliyet Özür Diledi


Milliyet beklenen açıklamayı yapmış. Fenerbahçe camiasından özür diliyor. İşi daha da yokuşa sürmeden, olması gereken yaptıklarını belirtelim. Hadiseyi bilmeyenler ise aşağıdaki iki başlığa ve Milliyet'in yaklaşımına dikkat etsin.


Voleybol Bayanlar Şampiyonlar Liginde Avrupa ikincisi olan Fenerbahçe için Milliyet'in kullandığı başlık.



Voleybol Bayanlar Challenge Kupası'nda Avrupa üçüncüsü olan Galatasaray için Milliyet'in kullandığı başlık.

Çarşamba, Nisan 07, 2010

Bilgi Sahibi Olmadan Fikir Sahibi Olmak

TRT 1 ' de her hafta yayınlanan ''Nasılsınız'' programının bu haftaki konukları belirli tribünlerin temsilcileriydi. Çeşitli konularda paylaşımların ve yorumların yapıldığı programın sonlarına doğru Eskişehir temsilcisi tarafından ortaya atılan bir laf, bizler için emek hırsızlığı dışında bir anlam taşımamaktadır.

Okul Açık tribününde 1907 Ünifeb, CK ve Vamos Bien ortaklığı ile yapılan koreografilerin ''profesyonel şirketlerce'' yapıldığını ifade edecek kadar bilgisizliğe sahip olanların ifade şekilleri, tamamen kendilerini ön plana çıkarma basitliği üzerinedir .

Teknolojinin nimetlerinin sayılarak bitirilemediği günümüz dünyasında, yapılan koreografileri internet ortamında araştırıp öğrenemeyecek kadar komplekse bürünen bu tür zihniyetlerin, maddi manevi verilen emekleri yok sayması sahip olunan düşünce ve ruh hallerini bire bir yansıtmaktan öteye gitmemiştir.

Hepsinden öte, Futbol Federasyonunun resmi yüzüymüş gibi 2016 Avrupa Şampiyonası'na ısmarlama koreografi yapan kurumsal zihniyetler, eylemleri ile söylemlerinin çeliştiği görüntüleri ile kendilerini komik duruma düşürmüşlerdir.

Bu anlamsız üstünlük çabası sonrası şunu belirtmekte fayda var. Yaptığımız işlerde hiç kimse bizim muhatabımız değildir. Herhangi biriyle yarışmak basitliğine girmemiz söz konusu olamaz. Muhatabımız da kıstasımız da sadece Fenerbahçe ve Fenerbahçelilik üzerinedir.

Ortada bir ''emek hırsızlığı'' olduğu için bu açıklama gerek görülmüştür. Aksi durumda bu tür basit oyunlara girmek bizlerin tarzı ve üslubu değildir. Son olarak söyleyeceğimiz tek şey ;

Hiç kimse gerçekleri görmek istemeyenler kadar kör değildir.

Grup CK

Kampanya

Pazartesi, Nisan 05, 2010

Dış Hatları Yakarız Senin İçin

Sarı Melekler memlekete döndü.

Aşağıdaki video Fenerbahçe-Kayserispor maçından. Sahada maç devam ediyor ama koridorlar kalabalık. Herkesin gözü Fenerbahçe ve Bergamo arasında oynanan Şampiyonlar Ligi Final maçında. Tezahüratlar eşliğinde voleybolcuların maçı takip ediliyor, tabii bir yandan da sahada futbol takımının maçı devam ediyor. Bazılarına bu yapılan delilik gibi gelebilir ama empati yapamadıkları, anlayamadıkları için bu gözle bakacaklardır. Doğaldır...

Fenerbahçe Bayan Voleybol Takımı çok ciddi bir işi başardı. Tekrar tekrar bunu yazmak ve söylemek şaşırtıcı bulunabilir ama bu takım tekrar tekrar övülmeye layıktır. Buraya kadar yapılanlar rastlantısal şeyler değil, ciddi bir emek var ortada ve maddiyatın yanı sıra, planlı programlı icraatlar var. Bunları da görmek lazım. Ve dün yazdığımız gibi yatırıma devam ederek, Final Four maçlarında daimi olmayı amaçlamak lazım.

Meleklerle ilgili ne yazsak azdır, diyoruz ama bir yandan da yazmaya devam edeceğiz. Çünkü onların yeri bu taraftarın gözünde çok ayrı. Voleybolun "v"sinden haberi olmayan için de ilk günden beri salonlarda onlara destek verenler için de...

Son 1o yılda "Fenerbahçe gibi oynayan" iki takım izledim. Biri Zico'yla Şampiyonlar Ligi Çeyrek Final'ine çıkan Fenerbahçe futbol takımı, diğeri de Şampiyonlar Ligi Finali'ne çıkan Melekler...



Dilimde şarkıların gündüz gece
Deli gibi aşığız Fenerbahçe,
Bu dünyayı yakarız senin için*
Şampiyonluk gelince.

*Havaalanındaki karşılamaya özel, "Dış hatları yakarız senin için" tabii.


Not: Videoyu Bulut'un feysbuk'taki hesabından (ç)aldık. Olur o kadar.

Armanın Gururu Sarı Melekler

Fenerbahçe gibi oynayan, "Armanın gurur Sarı Melekler"

Pazar, Nisan 04, 2010

Helal Olsun Sizlere!

İlk sete kötü başladı Fenerbahçe ve bu yüzden toparlamak mümkün olmadı. Bu durumu heyecana bağladıktan sonra ikinci sette oyuna ortak olunmasını beklerken bu bölüm daha da kötüydü. İlk iki sette Bergamo ekibi finallerin takımı olduğunu ve tecrübenin böylesine zorlu maçlarda ne kadar önemli olduğunu herkese gösterdi.

Üçüncü set başladığında açıkçası çok ümitli olmak güçtü ama Melekler maçı bırakmadılar ve zor olanı başardılar. Üçüncü ve dördüncü setlerde harika oynadılar ve skoru 2-2'ye getirdiler. Bilhassa dördüncü sette çok iyiydiler. Natasa Osmokrovic kalitesini bu sette gösterdi. Çok önemli işler becerdi. Hatta maçın Fenerbahçe adına en önemli ismiydi. Ne var ki takımın bir diğer yıldızı Gamova ise maçın genelinde kendisinden bekleneni bir türlü gösteremedi. Oysa Gamova ayarında bir yıldızdan daha fazlasını beklemek yanlış olmaz.

Fenerbahçe aslında gecenin kaybeden tarafı olmasına karşın maçın genelinde hiç de kötü değildi. Kaybettiği setlerde dahi çok iyi işler çıkardı ama rakip gerçekten muazzam bir takım. Dördüncü setin bir bölümünü saymazsak nerdeyse hatasız oynamak için özel üretilmiş oyuncuları var gibiydi. Ve tüm bunların üstüne tecrübeleri...

Bergamo gibi bir ekibe karşı finalde 2-0'dan maçı 2-2'ye getirmek çok büyük bir olay. Gerçi, Melekler'in bugüne kadar yaptıkları, yenilmeden Şampiyonlar Ligi finaline gelmeleri yeterince muazzam bir olaydı. Bir de üstüne oyunu 2-2'ye getirirken verilen büyük mücadele eklenince maçın son sette tekrardan başlamasını sağlandı. Buraya kadar Melekler oyunu iyi getirdi ama aynı zamanda da ciddi manada yoruldular. Bunu da görmek gerek. Rakibin bu bölümde oyuncu rotasyonu konusunda daha etkili olduğu da görüldü. Ne yazık ki bunlar son sette Fenerbahçe'nin aleyhine işleyen durumlar oldu. Gerisi ise Bergamo'nun tecrübesiyle son seti almasına ve maçı 3-2 kazanmasına sebep oldu.

Formanın hakkını veren Sarı Melekler'e buraya kadar yaptıkları her şey ama her şey için teşekkürler. Bu taraftar onlarla gurur duyuyor. Şampiyonlar Ligi final four maçlarına kadar namağlup gelmeleri, ev sahibi Cannes'ı yenerek finale çıkmaları ve finalde Bergamo gibi bir ekibe karşı başa baş mücadele etmeleri muzzamdı. Kolay kolay unutulmaz bunlar. Bu sene Fenerbahçe formasının en çok hakkını verenler Melekler oldu. Onlara ne kadar teşekkür etsek azdır. Gönül isterdi ki maç sonunda onların gözyaşları mutluluk sebebiyle aksın ama ne denebilir ki, nasip değilmiş. Bundan sonra yapılması gereken ilk şey Melekler'i havaalanında önce güzelce karşılayıp, hak ettikleri sevgi gösterisini onlara göstermek olmalı. Daha sonra da voleyboldaki bu başarının şans eseri gerçekleşmediğini ispat etmek için önümüzdeki senenin yapılanması konusunda ciddi yatırımlara aynı kararlılıkla devam edilmeli.

Fenerbahçe Bayan Voleybol Takımının en tepedeki sorumlusundan en alt kademede görevi bulunan kişisine kadar, bu başarıda emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler.

Ve tabii son söz Melekler'e. Siz çok özelsiniz. Bu taraftarın gönlünde yeriniz apayrı. Ekşi Sözlük'e sizin için çok güzel bir şey yazılmış. Aynen aktarıyorum.

"Fenerbahçe taraftarına yeniden şarkılar söyleten takım. Sadece inanılmaz başarılara imza attıkları için değil, hırslı, azimli ve gönülden oynadıkları için. Varsın bu sene kupa 1 eksik olsun. Bize sizi izlemek bile yetiyor".

Ekşi Sözlük'te "cubuk kraker" rumuzlu kişi böyle yazmış. Onun yorumuna katılmakla birlikte üstüne ek olarak iki cümle daha yazayım...

Bize sizi izlemek yetiyor, çünkü siz gerçekten Fenerbahçe gibi oynuyorsunuz.

Ve inşallah seneye mücadele ettiğiniz spor dalının en üst seviyesi olan Kupa'da sizleri Şampiyon olurken goreceğiz...

Maç Sayısı

Fenerbahçe-RC Cannes Şampiyonlar Ligi yarı finalinde gelen maç sayısının ardından tabir-i caizse kodamanların sevinçleri en sıcak haliyle objektife böyle yansımış. E güzel de olmuş.

foto: HT Spor - Cem Akyüz

Cumartesi, Nisan 03, 2010

Finaldeyiz!

Voleybol Bayanlar Avrupa Şampiyonlar Ligi Final Four yarı final maçında Fenerbahçe, Fransa'nın Cannes kentinde evsahibi Cannes takımını 3-2 yenerek, adını finale yazdırdı.

Karşılaşmaya Fenerbahçe iyi başlayamadı. Rakibin servislerini karşılayamama sorunu ne yazık ki ilk sette 6 saylık bir farka sebep oldu ve ilk seti almak biraz da bu sebeple mümkün olmadı.

İkinci ve üçüncü setlerde Fenerbahçe gerçek oyununu ortaya koydu ve rakibini bu bölümlerde ciddi hatalara zorladı. Ve skoru 2-1 yaptı. Bu dakikadan sonra daha rahat olması gereken taraf Fenerbahçe olmalıydı ama Melekler nedense biraz konsantrasyon kaybının, biraz da heyecanın tesiriyle dördüncü seti verdiler ve skor 2-2 oldu.

Beşinci sette ise Melekler'in , bir dönem futbol takımının Şampiyonlar Lig'indeki Sevilla deplasmanında yaşattığına benzer heyecanı ve gerilimi maçı seyredenlere yaşattığı söylenebilir (belki onun çok daha fazlasını). Kalbi olanların izlememesi gereken bir setti. Maç için kaç kez "bu sefer gitti galiba" denmesine sebep oldu ama mücadelenin ve daha fazla istemenin karşılığını Melekler eninde sonunda almasını bildi.

Fenerbahçe, Voleybol Avrupa Şampiyonlar Liginde oynadığı 11 maçın 11'ini de kazanarak, namağlup olarak finale çıktı. Bu muazzam bir başarıdır. Onlarla buraya kadar yaptıkları ve üzerlerindeki formanın sonuna kadar hakkını vermelerinden ötürü gurur duymamak elde değil. Kupa için tek maç kaldı. Ve inşallah kupa Fenerbahçe'nin olacak. Türkiye'ye gelecek.

Finalde rakip kim olacak? Asystel Novara mı, yoksa Voley Bergamo mu ? İki takım da buraya kadar geldiklerine göre boş ekip değiller. Burası kesin. Mühim olan ise Meleklerin bütün sezon boyunca gerçekleştirdikleri iyi oyunu bir maç daha oynamaları. İşte o zaman kupa çok uzak bir ihtimal değil. Zaten sene başından beri voleybol yazılarının final cümlesinde, alışkanlık haline getirdiğimiz o meşhur sloganımızda hep ne diyorduk;

Meleklerin sözü var!

Not: Final maçı yarın 18.30'da. Bir de salondaki anonsçunun adresini bilen varsa söylesin. Ona sadece laflar hazırlamakla kalmadım, daha güzel sürprizlerim de var.

Not 2: Finaldeki rakip Voley Bergamo oldu. Sene başından beri beklenen final yarın oynanacak. Fenerbahçe-Bergamo.

Cuma, Nisan 02, 2010

Kaldı İki Maç


Bayanlar Voleybol Şampiyonlar Ligi Final Four
Yarın Final Maçı

Fenerbahçe - RC Cannes
Tarih: 03 Nisan 2010 Cumartesi
Saat: 17.00
Yayın: TRT 3

"Baktığımız Zaman" Mert Çetin'in Dediklerini Kim Çevirecek?


Galatasaray sezon başında bir Avrupa Kupası maçı için deplasmana gidecekti. Yolculuk öncesi Rijkaard basın toplantısı yaptı. Burada takımının son durumundan ve rakip takımdan bahsetti. Sözleri bittiğinde, her basın toplantısında olduğu gibi medya mensuplarından sorular alınmaya başlandı. Bir soru -yanlış hatırlamıyorsam- "Filanca ülke yolculuğu..." diye başlamıştı. Rijkaard'ın tercümanı olan Mert Çetin bu cümleyi İngilizce'ye çevirirken yolculuk kelimesi (journey) yerine, tatil kelimesini (vacation) tercih etti. O an Rijkaard'ın şaşkınlığını görmeliydiniz. "Hayırdır ya, tatile mi çıkıyoruz? Ben maça gidiyoruz sandıydım", der gibi bakmıştı. O gün Mert Çetin'in İngilizce tercüme yapamayacağını ve bu konuda ısrarlı olunursa ortaya çok komik şeyler çıkacağını düşünmüştüm. Hatta bunu pek çok ortamda da dile getirmişliğim vardır. Lakin nedense, hep bu eleştirim yanlış anlaşıldı. Bugün aşağı yukarı herkesin Mert Çetin'in çeviri performansını eleştirdiğini görünce bu duruma sevinsem mi, üzülsem mi bilemedim.

Biri konuşurken onun dediklerini başka bir dile çevirmek ya da sorulan soruyu çevirmek kolay işler değil elbette. Lisans eğitimimi İngiliz Dili ve Edebiyatı üzerine aldım. İngiliz dili okuyanın mükemmel tercümanlık yapabileceği düşünülür genelde ama bu iş öyle kolay değildir. En azından üniversitelerde Mütercim-Tercümanlık bölümünde okuyanlara ayıp etmiş oluruz. Nihayetinde onların uzmanlık alanıdır, benim gibilerin fazla coşmaması lazımdır. Okuduğu bölümün üzerine ekstra bir şeyler katarak kendini tercümede geliştirenlere bir lafım yok elbette. Neyse, fazla dolandırmayalım cümleleri. Özetle; Mert Çetin'in yapmaya çalıştığı şey kolay bir iş değil. Çok hakim olmadığı bir lisanda ve aynı zamanda sözlerini çevirdiği kişinin de ana dili olmayan bir lisanda çeviri yapmaya çalışıyor. Buna ek olarak, futbolla ilgili terimlere de ekstradan hakim olması lazım. Bütün bunları göz önüne alarak tekrar tekrar eleştirimde fazla sert olmamaya çalışıyorum. Lakin insan bir yandan da dayanmıyor. Mert Çetin iyi bir insan olabilir. Peki bu özelliği İngilizce'den iyi çeviri yapamadığı gerçeğini değiştirir mi? Hayır. Öyleyse neden bu ülkede Mert Çetin'in çevirisini eleştirdiğim ilk günden beri, "ama iyi bir insan, ama iyi bir Galatasaraylı" gibi savunmalarla karşılaşıyorum? Bir işi layıkıyla yapmak için iyi bir insan olmak yeterli midir? Yoksa aynı zamanda o işte iyi olmak ve iyi bir profesyonel de olmak gerekir mi? Bu soruyu futbol kamuoyunun sürekli tartıştığı herkes için sorabiliriz aslında.

Böyle yazı içerisinde sürekli "ben dili" kullanmayı çok sevmesem de bu yazı için destur aldım. Yazmaya devam ediyorum. Yukarıda zikrettiğim "yolculuk-tatil" meselesini gördüğüm günden beri Mert Çetin'i dikkatle takip ediyorum. Mümkün mertebe yaptığı hataları ve bazen kendini kaptırarak alakasız yorumlarla Rijkaard'ın cümlelerini ne kadar ilginç noktalara taşıdığına defalarca kez şahit oldum. Eminim şu an bu yazıyı okuyan ve İngilizcesi ortalamanın üstünde olan birçok kişi de aynı şeylere şahit olmuştur. Mert Çetin'in hatalarını elimden geldiğince bir kenara not etmiştim. Geçen gün bir arkadaşım bana, Ekşi Sözlük'teki "Mert Çetin" başlığında da bu çevirmen arkadaşın hatalarının paylaşıldığını, tartışıldığını söyledi. Orada yazılanlarla da karşılaştırdım notlarımı, çoğunu doğru hatırlıyormuşum. Sadece bir tanesini Ekşi Sözlük'teki şekliyle alarak aşağıya yazacağım birazdan. Onu yapmadan önce de, yine Mert Çetin'le ilgili duyduğum ilginç bir hadiseyi anlatayım. Galatasaray antremanını takip eden bir spor yazarından dinledim bu olayı. Bir antreman esnasında Rijkaard oyuncularını birbirlerine daha yakın oynamaları konusunda uyarıyormuş. Ve sırayla pek çok oyuncunun ismini antremanda söylerek "closer,come closer" diye onları uyarıyormuş. Tercümanı olan Mert Çetin'in ise bu uyarıyı şöyle çevirmiş, "kapanın". Tabii takımda İngilizce'yi iyi bilen futbolcu hiç yok mu diye merak ettim bunu ilk duyduğumda. Tercüman arkadaşa, "Hacı sen ne diyorsun ya? Ne kapanması?"diyenin çıkmaması da garip aslında.

Şimdi aslında sadece yazdığım bu son örnek bile bu sene Frank Rijkaard ve Galatasaray'ın İngilizce bilmeyen ya da İngilizcesi iyi olmayan yerli futbolcuları arasında ne denli bir iletişim sorunu olduğunun göstergesidir. Geçtiğimiz hafta kaybettikleri derbi sonrası bazı Galatasaraylı oyuncuların Rijkaard'ın oyun taktiğini anlamadıklarını itiraf ettiklerine dair haberleri okumuştum. Maç öncesi tahtaya yazılan taktiği anlamayan oyuncuların, Mert Çetin'in tercümelerini anlamaları ise ne kadar zor olur, varın orasını siz düşünün. Hani biraz abartı bir yorum gibi gelecek size belki ama sanırım Galatasaray'ın Mert Çetin için de bir tercümana ihtiyacı var. Yoksa bu iletişimsizlik başlarına daha çok iş açar. Esasında en mantıklısı Rijkaard'ı yormadan, kendi dilinde konuşmasına imkan sağlamak olmalı. Hollandalı'nın ana dilini iyi bilen bir Türk bulmak zor olmasa gerek. Hiç kimseyi bulamazsanız, Fırat Topal var. Ona gidin. Haksız mıyım?

Tekrar dönelim Mert Çetin'in yaptığı ve benim not aldığım bazı garip çevirilerine. Hafızamın ve (bir tanesi için) Ekşi Sözlük'ün desteğiyle yazıyorum bunları. Tekrar belirteyim.

* Frank Rijkaard bir keresinde transferlerle ilgili konuşurken, "İlgilenirsek, transferi yaparız" (If we're interested...) tarzı konuşmuştu. Mert Çetin ise bunu "Futbolcu ilginçse transferi yaparız" diye çevirdi.

* Bir maçın ardından yine basın toplantısında "keep possession" cümlesini "pozisyonları tutmak" diye çevirmişti. Halbuki burada bahsedilen şey, "topla oynama, topa sahip olma" anlamında.

* Rijkaard bir keresinde Lincoln'le ilgili bir soruya, "geçen seneki maçlarını izledim, burada olmaması üzüntü verici" demişti. Mert Çetin ise bu cümleyi "Lincoln'ün kampa gelmemesi utanç verici" diye yorumladı. Zaten bu arkadaşımızın en büyük sorunu çeviride esnek olmak ile her şeyi kafasına göre yorumlamayı karıştırması.

* Kaybedilen bir maç sonrası Rijkaard, "kazanırken birlikte kazandık, bugün kaybederken de birlikte kaybettik" demişti. Tercümanı ise mağlubiyeti "bireysel hatalara" bağladı. Ne alaka?

* Hakemin ilk yarıyı erken bitirdiğini ve bunun da Galatasaray'ın rakibinin işine yarayıp yaramadığının sorgulandığı bir soruyu, Mert Çetin kardeşimiz "hakem oyunu çok durdurdu, bu rakibin işine yaradı mı?" diye çevirmişti.

* Emin olmadığım, sözlükten kontrol ettim diye belirttiğim olaya gelince. Lucas Neill'ın imza töreninde o vakitler Galatasaray'da kalıp kalmayacağı muallakta olan Kewell'ın durumu da gündemdeydi. Kewell'ın vatandaşını bulmuşken, medya hemen bazı soruları patlattı. O sorulardan biri de Kewell'ın sezon sonu bitecek sözleşmesi ve Neill'ın bunun yenilenmesi konusunda çaba sarf edip etmeyeceğiyle ilgiliydi. Tercüman arkadaşımız bu cümleyi sorarken, "Kewell'ın sözleşmesi sezon sonunda fesh edilecek" diye çevirdi. Kullandığı kelime "terminated".
Evet, aynen. "İ-na-na-mı-yo-rum Haşmet!".

* Bir de ısrarla tarzanca çeviri yapma hastalığı da cabası. Yorum yapmak şeklinde uydurduğu "make comment" olayı var. Cümlesi ise fiks, "Can you make some comments?".

* Rijkaard'ın fedakarlık yapmalıyız cümlesini (sacrifice), ne alakaysa "acı çekmek" diye çevirmişti. Acı çekmek özgürlükse, özgürüz hepimiz...



Bu liste daha böyle uzar gider. Aslında bu yazıyı sezon sonunda yazmak istiyordum ama derbi sonrası yaşanan çeviri problemiyle iyice ayyuka çıkan bu durum (bkz.Servet'in sözleri ve Rijkaard'ın bunun üzerine yorumları) için kayıtsız kalmak zordu. Şimdi, bu tercümanı savunanlar diyor ki, bu arkadaşın uzmanlığı İngilizce değilmiş. E, nedir yani bu? Bahane midir? Koskoca Galatasaray'ın Rijkaard'ın derdini tam anlamıyla aktarabileceği bir adamı hala bulamamış olması komedi değil midir? Yani bu iş şuna benziyor. Dandik Almanca bilgimle Daum'un tercümanı olduğumu ve yukarıdaki hatalarıma rağmen Fenerbahçe'de hala korunup kollandığımı düşünün. Sebep? Esas uzmanlığım İngilizce ve tabii ben iyi bir insanım. Ne güzel İstanbul ya! Bu işlerin bu kadar kolay olduğunu bilsem, zamanında kulisimi, yatırımımı ona göre yapardım.

Şimdi yine Süper Lig'deki takımlarda çalışan ama İngilizce dışındaki dillerde çeviren yapan tercümanlar arasında da komik çeviriler yapanlar vardır belki ama onları anlamıyorum ki. Bana bazen neden Fenerbahçe'deki Brezilyalıların tercümanı Samet'ten bahsetmiyorsun, diye soruyorlar. Neyinden bahsedebilirim ki? Hiçbir şey anlamıyorum. Lakin Rijkaard ve Mert Çetin arasındaki mevzu için üç beş kelam etmek hakkımdır herhalde. Onu da yazı boyunca yaptık zaten.

Tüm bunların yanında, Rijkaard'ın Mert Çetin için, "O, benim sadece tercümanım değil, aynı zamanda dostum" demiş olması da ayrı bir mesele tabii ki. Mevzu sadece yönetimle de alakalı değil gibi.

Bir de Mert Çetin'in nerdeyse her cümlesine, "baktığımız zaman" diye başlaması var ki, o da apayrı bir olay. Ayrıca hadiseyi "hatadır, olur öyle" diye geçiştirmek mümkün değil. Sıradan bir vatandaşın İngilizce konuşurken hatalar yapması normal karşılanır, ama bu arkadaşın işi bu. Ve yapacağı hatalar çalıştığı takımı direkt etkileyecek türden şeyler olabilir. Atıyorum; benim, vatandaş Ahmet'in, Mehmet'in vs. İngilizce konuşurken yaptığı hatalara en fazla gülüp geçeriz ama biz herhangi bir kurumu temsil etmiyoruz. Yahut işimiz tercümanlık değil. Böyle bir yükümlülüğümüz yok. Ancak Mert Çetin'in durumu farklı. Bunu iyi görmek lazım.

Muhtemelen bu yazı için, "çok biliyorsan sen yap bu işi" tepkileri verenler de olacaktır. Hepsine tek tek yorumlarda cevap yazmak yerine, buradan toplu cevap vereyim şimdiden. Blogda eleştirdiğim kişilerin yerine geçseydim, bugüne kadar şu meslekleri ya da işleri yapıyor olmam lazımdı; Kulüp başkanı, teknik direktör, futbolcu, basketbol antrenörü, yönetmen, edebiyatçı, Başbakan, Cumhurbaşkanı, milletvekili, Genelkurmay Başkanı, bakan, televizyoncu, gazeteci vs.
Gördüğünüz gibi eleştirdiğim kişilerinin işlerini yapmak zorunda olduğumdan çok işe girdim çıktım bugüne dek. Yoruldum artık. İlla bu iş için İngiliz dili okumuş birini tercih edeceğiz diyorsanız, sizi voodoo girl'e yönlendireyim o zaman.

Bu arada o kadar atıp tuttuk, artık birileri yapacağım ilk İngilizce hatayı dört gözle bekliyor olacaktır. Oradan da başımıza iş açtık ya neyse, olur o kadar...

Kalın salıncakla...

Not: Yazıyı en baştan sonuna kadar okuyan varsa, helal olsun. Bu kadar uzun yazıları okumak zordur. En azından ben çok zorlanıyorum. Ondan dedim.

Not (2): Yazıyı bitirdikten sonra aklıma geldi. Komik bir anımı anlatayım. Konuyla da ilgili. Lise 2'deyken dersaneye gidiyorum. Dersanedeki İngilizce hocası ise adeta ödev manyağı. Paso ödev veriyor. Bunlar yetmiyormuş gibi bir de "en zayıf halka" tarzı bir oyunu oynatıyor bize. Herkes en az 3 tane eş anlamlı ve 3 tane zıt anlamlı kelime buluyor. Bunları bulduktan sonra, birbirimize sırayla kelime soruyoruz. Eş anlamlısını ya da zıttını bilen, sınıftan çıkabiliyor. Ders bittikten sonra oynuyoruz bu oyunu. Buna dikkat. Neyse, ben de listemi hazırladım. Kelimenin birine "tie" yazdım. Bağlamak, düğümlemek manasında. Onun zıttı içinse sözlükten kelimeyi (çözmek) direkt almışım ve "solve" yazmışım. Bu kelime çözmek demek ama sorun, problem çözmek anlamında. Boğaziçi'nde okuyan kuzenlerimin "lan olm, manyak mısın? bu nasıl zıtlık?" sorusu ve kahkahalarıyla hayata dönmüştüm o gün. Bir zamanlar ben de Mert Çetin'dim yani. Bu da böyle bir anımdır.

Lets Praktis!

Perşembe, Nisan 01, 2010

1907

Blogun ilk yazısından, yani 8 Ekim 2006'dan bugüne kadar yazılan yazıların, paylaşılan fotoğrafların ve videoların toplamı bu yazıyla birlikte 1907 oldu. Bir başka deyişle, bu yazı blogun 1907. post'u oldu.

1907 elbette ki akla ilk Fenerbahçe'yi getirir.

Not: Yazıda kullandığımız duvar kağıdının düzenlenmiş yeni hali için Lord Ricko Joel'e teşekkürü bir borç biliriz.

Başlıksız Yazı

 En son 2018'de Fenerbahçe'de bir şeylerin değişeceğine, eski düzenin yok olacağına inanarak bir yazı karalamışım. Ali Koç'tan n...