Perşembe, Ocak 31, 2008

Timofte

Oğlumuz Teoman'a (Timofte)
Teoman'ın Annesi'yim!Evladını kaybetmiş her anne gibiyim. Yüreğim, göğsümde yanan kor bir ateş... Sizlerin yazdığı her yazı, ateşi söndürmek için atılan bir bardak su...Büyük acıma rağmen sizin bu sevgi seliniz karşısında yazmaya borçlu hissettim kendimi...Sevgiyle, hevesle, umutla, gururla büyütüp yetiştirdiğim evladımın 'fanatizm' sandığım yolda heba olup gitmesine hep karşı çıktım. Fakat görüyorum ki o spor adına sevgi köprüleri oluşturup taraftarlığa seviye getirmiş. Sitesine ayırdığı zamanı kendine ayırsın, ailesine ayırsın, evlensin kucağımıza torun versin diye hayıflanırken anladım ki o, Samsunspor'la evliymiş. Sitesi de çocuğuymuş. Yıllardır damla damla sevgiler biriktirip bu sevgiyi sele dönüştürmüş...Kızdığım Samsunspor aşkı onu genç yaşta Samsunspor'un yönetimine taşımış, gazete yazarı yapmış, en önemlisi de bu siteyi kurup, Türkiye'nin heryerinden ve hatta Dünya'dan gönül dostları kazandırmış. Kocaman yüreğiyle herkesi kucaklamış. Kalan dar zamanda ise avukatlık mesleğini yine de en güzel şekilde icra etmiş.Hangi takımdan olursanız olun, hangi düşünceden olursanız olun, hangi sosyal guruptan olursanız olun; Evladımla teşriki mesaide bulunmuş, sanal veya gerçek alemde oturup sohbet etmiş, elini tutup tokalaşmış ve hatta sadece selamlaşmış kim varsa, hepsi benim evladımdır, dostumdur, kardeşimdir..Yazılarınız, ziyaretleriniz ve tesellileriniz hayata tutunma nedenimiz oldu. Siz sağolun çocuklar, siz çok yaşayın, hayırlı yaşayın!
Avukat (Timofte) Teoman Taş'ın annesi Aynur Taş.

Salı, Ocak 22, 2008

Stop Jamshot


Hayatımın en zor evrelerinden birini geçiriyorum, aslında bunun idrakinde de değilim çok fazla ama en azından şu blog işinden biraz uzak durmak lazım. Bir müddet, şöyle 3 Şubat'a kadar falan yani. 10 tane sınava gireceğim. Nefesi kuvvetli olanlar okusun, hem şu okul bitsin (kou), hem de şu eğitim bilimleri formasyonu olayını kazasız belasız atlatayım.
Bomba gibi döneceğim, demiyorum, bomba gibi dönmek garip bir tabir çünkü..

Pazartesi, Ocak 21, 2008

Cüneyt Koryürek

1931-2008

Önce Kenan Onuk gitmişti, şimdi de Cüneyt Koryürek. Türk atletizmi artık iyice yetim kalmıştır diyebiliriz...

Cumartesi, Ocak 19, 2008

Pretty Woman in dress of Italy (Del Piero #7)

Ben sana mecburum

Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.
***
Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun.
***
Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Bir kaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
***
Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor
Eski zamanlardan bir cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun.
***
Belki haziran da mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin
Kötü rüzgar saçlarını götürüyor
***
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin.

13.12.07

13 Aralık 2007 tarihli Fotomaç gazetesi manşeti.
Her ne kadar bu gazeteyi pek sevmesem de
başlık süper ötesi olmuş..

Goldener Aussenrist

Biz adamın solbek oynamasını bir türlü sindirememiştik. Almanlar hasta olmuş lakap bile takmış. Bu almanca zaten kelime uydurmaya ne müsait bişey kardeşim. “Goldenen Aussenrist”, “Altın ayakdışıvuran” anlamına geliyormuş. Cem Yıldız’a selam olsun.
***

Hastasıyım böyle haberlerin


Evet, aynen.. hastasıyım bu tip haberlerin. "... dediği öğrenildi, şöyle söylediği duyuldu" falan filan. Yine o tarz bir haber ama bu kez diyalog haline dökülmüş. İşte Sinan Engin ve Higuain'in babası arasında geçtiği iddia edilen diyalog:
***
S.E: "Oğlunuz yetenekli bir futbolcu. Kendisini zaten bu yüzden transfer ettik. Ancak burada geçirdiği süre boyunca takıma bir türlü uyum sağlayamadı. Bu nedenle kendisini kiralamak ya da satmak istiyoruz. Kendisine kulüp bulun"
H.B: "O, Türkiye’yi çok seviyor. Buraya alıştı ve ayrılmak istemiyor. Neden oynatılmadığını da merak ediyoruz.Saygı duyarız.Biz de Türkiye’yi çok sevdik. Onu göndermekte acele etmeyin ve kendisine biraz daha şans daha verin. Eğer o zaman başarılı olamazsa gönderebilirsiniz. Şartlar ne olursa olsun kararınıza saygı duyarız. Zorla güzellik olmaz"
S.E: "Biz oğlunuzla çalışmak istemiyoruz. Eğer kendisine kulüp bulursa, biz de yönetim olarak bonservisinde gerekli kolaylığı gösteririz. Desteğimizi sonuna kadar sürdürürüz."

Cuma, Ocak 18, 2008

Geçmişten Günümüze "Milla Jovovich"




***

Geçmişten günümüze "Cate Blanchett "

Geçmişten günümüze "Jodie Foster"

2008'in En Büyük 50 Filmi


Times Online,2008'in En Büyük 50 Filmi'nin listesini yayınladı;

50.Semi Pro
49.The Curious Case of Benjamin Button
48.Horton Hears A Who!
47.No Country For Old Men
46.Harold & Kumar Escape From Guantanamo Bay
45.X-Files 2
44.Wanted
43.Leatherheads
42.Jumper
41.The Love Guru
40.Synecdoche,New York
39.Persepolis
38.Flashbacks of a Fool
37.27 Dresses
36.You Don't Mess With The Zohan
35.Walk Hard
34.Drillbit Taylor
33.The Pineapple Express
32.Charlie Wilson's War
31.Downloading Nancy
30.Battle for Haditha
29.The Time Traveller's Wife
28.How to Lose Friends & Alienate People
27.21
26.Cloverfield
25.Baby Mama
24.There Will Be Blood
23.Burn After Reading
22.Be Kind,Rewind
21.X-Men Origins : Wolverine
20.Wall-E
19.The Eye
18.The Incredible Hulk
17.10.000 BC
16.Sex & The City
15.The Chronicles of Narnia : Prince Caspian
14.Valkyrie
13.Mamma Mia
12.Righteous Kill
11.Hellboy 2 : The Golden Army
10.Body of Lies
9.Star Trek 11
8.Speed Racer
7.Hancock
6.Sweeney Todd : The Demon Barber of Fleet Street
5.Indiana Jones and the Kingdom of the Crystal Skull
4.Iron Man
3.Bond 22
2.Harry Potter and the Half-Blood Prince
1.The Dark Knight

Dahke: Yine, yeni, yeniden..


Şu final dönemini atlatayım da, dahke'nin dönüşüyle ilgili bir yazı yazayım diyordum ama sağolsun Fasulyeden'den "dea" o işi çok güzel yapmış. Okuyunuz efenim.Bu yüzden, bize de ancak size haber etmek düşer.Nedir bu dahke, demeyin. İnternet aleminin eskilerinden sayılır dahke. Hele ki, "punk is not dead!" diyorsanız, dahke'yi kesinlikle takip etmelisiniz. Gerçi, sözlerimiz yanlış anlaşılmasın. Bu kelamı etmeseniz de, dahke'yi takip edin, tabii.

Farklı bir yaklaşımla çıkmışlar bu kez karşımıza. Sayfanın sol üst köşesinde "dahke zine kollektif blog arazisi" yazmakta, ve altına da not düşülmüş:bir nevi söyleyecek sözüm var olayı. Bu halini de çok tuttum ben. Haybeden tavsiye etmiyoruz yani.

N'apıyoruz o zaman? Benim sağ alt köşede yaptığım gibi, sık kullanılanlara ekliyoruz dahke'yi, zira bunu fazlasıyla hak ediyorlar..

Not: Bu arada yukarıdaki "banner" için immo'ya teşekkür ederiz ama bir sorunum var. Bu şey neden tüm tabloya yerleşmiyor yahu? Bilenler bir el atsın bi zahmet, mümkünse mail yoluyla..

Bidonların kardeşliği


Nasıl oldu bilmiyorum ama TSL 2007-2008 sezonunda ilk yarının bidonu kim? anketimize verilen oylar doğrultusunda, Cassio Lincoln ve Mateja Kezman birinciliği paylaştılar (oyların %29'unu alarak). Anketin ilk günlerinden son güne kadar Kezman açık ara gidiyorken, birden bir yüklenme oldu ve Lincoln'e verilen oylar arttı. Sonuç ise yukarıda bahsettiğim gibi.

Tartışılabilir elbette bu sonuçlar ama Kezman'ın ilk yarıyı fiyaskoyla sonuçlandırdığı açık bir şekilde ortada. Belki Zico'nun sistemi bunda kısmen etkili olmuş olabilir ama öte yandan genç(!) Semih'in aynı sistemle ortaya koyduğu performansı da gördük.


Lincoln de ilk yarı büyük hayal kırıklığı yaşattı. İlk 3 hafta döktürdü, milletin ağzına bir parmak bal çaldı, sonrasında yalan oldu. Galatasaray taraftarı ondan çok şey bekliyor. Gerçi ona karşı ciddi bir eleştiri yok henüz. Oklar daha çok Kalli'ye yöneltilmiş durumda. Kezman gibi topun ağzında değil. 2.yarı başladı ama Kezman'ın durumu muamma. Kalacak mı, gidecek mi belli değil. Lincoln ise tekrardan form tutmak için çabalayacak...

Ankete katılan herkese teşekkürler. Madem birinciliği iki oyuncu paylaşıyor. O halde bu duruma "Bidonların Kardeşliği" başlığı "cuk" oturur sanırım..

Perşembe, Ocak 17, 2008

Kime niyet kime kısmet

Öğlen tatilinin bitimiyle birlikte, bir hışımla dalıyorum Ziraat Bankası'nın kapısından içeri. Hiç sevmem bu bankayı, adeta işkencedir burada yaptırdığınız her işlem. Dışarıdaki kuyruğun yanı sıra, bir de işlem numarası alanlar kuyruğu oluyor haliyle. Güç bela alıyorum numarayı. Bir bakıyorum 392. Gidiyorum bir teyzenin yanına oturuyorum, boş bir koltuk bulmanın sevinciyle. Takıyorum kulaklıkları, ve derinliklere dalmayı planlıyorum Dolores'in sesiyle. Tam o esnada fark ediyorum ki, yanımdaki ablanın elinde ganyan bünteni var. Bir "oha" nidası yankılanıyor ama zihnimde tabii ki. "Vakit geçsin diye mi okuyor acaba? Belki de harbi harbi 6'lı oynuyordur lan" gibi düşünceler volta atıyor beynimde.

Tekrar dönüyorum Dolores'e, "You know I'm such a fool for you..." diyor şarkının o en vurucu yerinde. Dolores'e "back-vocal" yapıyorken yakalıyorum kendimi, bu sefer de elemanın birisinin elindeki işlem no'sunu, bir kenara bıraktığını fark ediyorum. Anında fırlayıp alıyorum ve bir bakıyorum, 372 numara. Daha düşük bir sayı beklesem de seviniyorum. Bu arada, gariptir, sıradaki işlem numarasını gösteren elektronik pano da çoşuyor. Kimse yok sanki ortada. Habire değişiyor numara. Sıra yavaş yavaş yaklaşıyor bana. Herhalde millet sabahtan numara aldı ama işi öğle sonrasına kalınca, vazcaydı diye düşünüyorum. Yanımda oturan ganyancı ablaya geliyor sıra ve kalkıyor oturduğu yerden. Elimdeki 2 adet işlem numarası var, biri 392, diğeri ise 372. Şöyle bir etrafı kesiyorum, güzel bir hatun görürsem, numarayı ona veriririm. Hem bu vesileyle muhabbet ederiz diyorum kendi kendime. Yapmadığım şey değil nasıl olsa. Yine çok gariptir ki, ortalıkta bir tane güzel kız yok. Biraz daha bekliyorum, tabii bu sırada işlem sırası 350 küsürlere gelmiş durumda. Ben tekrar dönüyorum Dolores'e. Bu sefer "It's true what people say God protect the ones who help themselves in their own way" diyor.

Bu söz üzerine düşünürken, yanımda oturan ve daha önce varlığını fark etmediğim abi bana saati soruyor. Akreple yelkovanın saatimde çizdiği şeklin zamana yansıyan dilimini söylüyorum ona. Abi birden dert yanmaya başlıyor, köyden gelmiş, acelesi varmış onun da. "Hayvanlarım var" diyor, "bi de şu tapu işiyle uğraşıyorum bu onca meşguliyetin arasında". Anlıyorum gibisinden kafa sallıyorum ilk başlarda. Fakat abi, ısrarla anlatıyor, o anlattıkça vicdanım da beni sıkıştırıyor. Soruyorum abiye, numarası kaç diye. "452" diyor. Bir "oha" daha diyorum, yine içimden. Cevabın ardından abi devam ediyor, anlatıyor o ana kadar çektiği tüm sıkıntıları şu tapu işinde. Oğlu askerdeymiş, okumamış falan. Bana okumamı, okumayı bırakmamamı tavsiye ediyor ısrarla. "Haklısın" diyebiliyorum ancak. O esnada haşır neşir olduğum tek şey vicdanım aslında. En sonunda dayanamıyorum ve "Abi, bende bir numara daha vardı yahu!Dur onu sana vereyim. 2 tane almıştım da, ahanda bak bu işte, 392" diyorum. "Hay Allah senden razı olsun birader" diyor ve gözlerinin içi gülüyor adeta. Utanmasa boynuma sarılacak, o derece bir sevinç yaşıyor koca adam karşımda. Elimi sıkıyor, köylü adam olduğu belli, tokalaşırken elim kayboluyor onun o koca elleri arasında. Tekrar döneyim diyorum Cranberries şarkılarına. Gözüm elektronik panoya takılıyor. 369'a gelmiş sıra. Kalkıyorum oturduğum yerden, ve abiye bir selam çakıyorum, tekrardan "eyvallah" diyor abi. "Ne demek abi" gibilerinden kafamı bir kez daha sallıyorum emme basma tulumba misali. 370 numara işlem yaparken, biri bana sesleniyor. Üniversiteden bir kız arkadaş. Hal hatır soruyoruz falan filan. Daha sonra sıranın bana gelmek üzere olduğunu söylüyorum ona. O ise kalabalıktan dem vuruyor. Elindeki numaraya bakıyorum, 476 yazıyor. Panodaki rakam değişiyor, sıra bana geliyor. "Görüşürüz" deyip, ayrılıyorum yanından. Hızlı bir şekilde işlemimi hallediyorum.

Bankadan çıkarken, önce abiye bir kez daha veriyorum selamımı, daha sonra hatun kişiye bakıyorum, ona da "görüşürüz" diyebiliyorum ancak. Bankadan çıkarken, kulaklıkları tekrar takıyorum, "play" tuşuna basmadan önce, soruyorum kendime; tanıdığın güzel bir kız arkadaşına yardım etmek mi, yoksa hiç tanımadığın ve daha çok ihtiyacı olan kişiye yardım etmek mi? Bu kez ikincisini yapmak daha doğru herhalde diye düşünüyorum. "Her zaman apaçilik yapacağız, çapkınlık peşinde koşacak değiliz ya", diyerek kendimi avutmaya çalışıyorum.Adımlarımı hızlandırıyorum.

Şarkıya kaldığım yerden devam ediyorum, Dolores de kaldığı yerden söylüyor tabii "It's true what people say God protect the ones who help themselves in their own way"

Zelenka Westerlo'da


Sparta Prag formasıyla Beşiktaş'a karşı oynadığı futbolla herkesi kendine hayran bırakmıştı. Manisaspor'u tercih ettiğinde ise kimilerini şaşırtmıştı. Bir türlü kendinden bekleneni ortaya koyamadı Türkiye'de. Takımını kurtardığı maçlar oldu elbet ama Lukas Zelenka bizim gözümüzde çok daha büyük topçuydu. Onu, TSL'de izledik diyeceğiz en azından, hem de Manisaspor formasıyla.Bugün öğreniyorum ki, 28 yaşındaki Zelenka, Belçika 1.ligi takımlarından Westerlo ile 3,5 yıllık anlaşma yapmış. Haberin detayında 1999-2001 yılları arasında aynı ekipte oynadığını belirtilmiş. Memlekete büyük ihtişamla gelen ama gidişinden kimsenin haberi olmadığı topçular listesine bir isim daha ekleyebiliriz artık. Hayırlı olsun, hem Manisaspor hem de Zelenka için.

Frozen


Fotoğraf geçtiğimiz sezondan, mekan ise İnönü. Kezman'ın golüyle maçı kazanmış, tribünde kuduruyorken, Appi gelmişti ve orada olan bizlere, vekafar taraftarına olan borcunu unutmamıştı. Galibiyeti bizimle birlikte kutlamıştı (akabinde diğerleri de geldi elbet ama o gece Appi'nin çığlıklarını unutamam. Bi de Ümit Özat'ı..). Ne gündü ama..Öncesi ve sonrasıyla. Bir gece öncesine kadar maça gitme gibi bir fikir aklımda yoktu oysa. Neyse ki, çevremde çok sağlam tribüncü adamlar var. "Gel" dedikleri zaman, imkansızı zorlamaya çalışarak, gidiyoruz peşlerinden...

İnönü, Kezman, Appiah ve vefa demişken. Mevzumuza dönelim. İlk geldiği sezon gösterdiği performans, tribünleri öyle etkilemişti ki, mücadelesi nedeniyle "11 tane Appiah istiyoruz" pankartları açılmıştı tribünde. Denizli'de kaybedilen şampiyonlukta gerçek manada gözyaşı döken birkaç oyuncudan biriydi Appi. Her geçen gün sevgimizi daha da bir kazanıyordu. Rakip takım taraftarları da seviyordu onu. Sempatik adam zaten. Koşana, mücadele eden topçuya da, çirkeflik yapmadığı sürece saygı sonsuzdur bu ülkede. Hazır aklıma gelmişken, ne giyse yakışıyor dediğimiz türden adamlardandır diyeyim ayrıca. Onu da belirtelim.

Daha sonra bir sakatlık dönemine girdi, bir türlü toparlayamadı nedense. Ondan sonra o meşhur transfer söylentileri çıktı ve bir türlü eski günlerine dönemedi Stephen Appiah. Herkesin hala sevgilisiydi ama sahada olmadığınız sürece, bu sevgiyi devam ettirme olasılığınız her gün biraz daha azalır. Bi de anlamsız bir şekilde sağ kanada hapsedilince, daha bir kötü geçmeye başladı günler onun için. Ve tüm bunlar yetmiyormuş gibi, o garip sağlık sorunu ortaya çıktı. Bu gibi durumlarda, futbolculara sahip çıkacak/çıkması gereken ilk kurum kulüpleridir. Lakin modern futbolun bizi getirdiği son durum ise bunun tam tersini söylemekte. Madem futbolcudan yararlanamıyorsun, tez elden kurtulmalısın! Yeni felsemiz budur. Hayırlı olsun..

Fenerbahçe Spor Kulübü, federasyona yazı gönderip, futbolcusu Appiah'ın sözleşmesinin dondurulması talebinde bulundu.Ve bu talep kabul edildi. Hem de jet hızıyla. Sözleşme dondurulma talebinin sebebi yukarıda belirttiğimiz, oyuncudan yararlanamama durumu. Modern futbolun artık iyice köleleştirdiği futbolcuların, kendilerinden başka dostları olmadığını en açık göstergesi bu olsa gerek. Evet, bu oyuncular milyon dolarları kazanıyorlar falan filan..Haklısınız ama olaya insani açıdan bakarsak, bu durum biraz(!) garip değil mi sizce de? Belki de ben çok abartıyorum tüm bu olan biteni. Bilemiyorum..

Yazıya son vermeden önce, Futbol Günlüğü'nden Tuncay Yavuz'un 10 Ocak tarihli Yabancı Sınırı ve Vefa Meselesi yazısını okumanızı tavsiye eder bu beden..

Salı, Ocak 15, 2008

Kaan Dobra


kaan dobra'nın takıma yeni geldiği günlerdi aşkım
off ne alakası var şimdi deyip
dinlememezlik etme, dinle bi kere.
kaan dobra takıma yeni gelmişti.
yalan söylemiyim sanırım antep maçıydı.
maç neredeyse bitmiş.
skor kesindi..
hoca maçın 89. dakikasında oyuna aldı kaan'ı
sahada herkes çok yorgundu.
bi tek kaan, civelek gibi koşuyordu sağa sola.
ben de dahil herkes güler gibi bakıyordu kaan'a.
aa kerize bak aa enerjike bak diye.
ama hoca beğendi kaan'ın performansını
diğer maçta daha çok yer verdi.
bir diğer maçta daha bi çok.
ve bugün kaan dobra, kaan dobraysa
o 89. dakika yüzündendir.
şimdi gelelim sadede.
ben de ilişkimizi kurtarmak için
89. dakikada oyuna girmiş bir oyuncu gibi
koşuyorum, çırpınıyorum.
gör performansımı diye.
sev beni diye...

Umut Sarıkaya - Sevgisiyle Rezil Olanlar

Ronaldo ve Carlos'un msn sohbetleri


Habere gel;

Hakkında Fenerbahçemiz’e transfer olacağı yazılan Ronaldo Türk futbolseverlere mesaj yolladı: “Gidin ve tüm Türkiye’ye şunu söyleyin. Sakatlıktan yeni çıktım ve kendimi ispat etmek zorundayım. Sezon sonuna kadar kesinlikle Milan’dayım. Sezon sonu sözleşmem bitiyor. O zaman bütün tekliflere açığım.” Milli takımdan arkadaşı Roberto Carlos’la hemen her gün ya telefonda ya da MSN’de görüştüğünü de vurgulayan Ronaldo, “Bu nedenle Fenerbahçe hakkında çok şey biliyorum. Zaten Roberto Fenerbahçe’nin elçisi gibi çalışıyor” diye de ekledi.

Akşam gazetesi sayesinde öğreniyoruz ki, Ronaldo ve R.Carlos msn'den sürekli paslaşıyorlarmış. Ronaldo, msn'den hatun tavlama işine girişiyor mudur acep? Gerçi elinin altında her türlüsü vardır ama yine de az çapkın değildir bu da, tıpkı adaşı C.Ronaldo gibi...

Şişman Rambo seni..

Cem Dizdar tehdit edildi

Tribün Dergi'de gördüm.Septembır'ın aktardığı şekliyle, noktasına virgülüne dokunmadan, koyuyorum bu sayfalara...

***

Cem Dizdar 11 Ocak Cuma Fanatik'te şöyle yazmıştı:

"Siyah-Beyazlı taraftarlara gelince gözlediğim şu; Beşiktaş tribünlerinde hâlâ menacer Sinan Engin’in göreve gelmesiyle başlayan travma sürüyor. Ezici çoğunluğun içine sinmemiş bir durum Sinan Engin’in menacerlik görevine getirilmesi. Evet... Onlar şampiyonluğa inanıyorlar ama Sinan Engin’in görevli olduğu takımın şampiyonluğu o kadar keyif verici olur mu onlar için, işte ondan emin değilim. Sonuçta, ‘abi’lerle yapılan telefon konuşmaları ve yüzüncü yıldaki “abi katkısı” iddiası zihinlerde hâlâ taptaze duruyor"

Bu yazıdan sonra tehdit aldı ve 12 ocak cumartesi günkü yazısı

'Karanlıklar Prensi' tehdit etti Kaç kez hayatınızın en zor kararını vereceği ana gelirsiniz? Bir mi, üç mü, beş mi? Kaç kez? Bugün hayatımın en zor kararını vermemi istedi veteriner hekim Kubilay. “Kan değerleri çok düştü. Zor ama kabullenmek gerek. Sona geldi, uyutalım!” Biliyordum ama, içim boydan boya cız etti. Bahsettiği, iki aylıkken geldiği evimde avucumun içinde uyuduğu günlerden bu yana sevinçlerimin hüzünlerimin sessiz tanığı, Ekin’di. Adına uysun diye, kardeşim Esin koymuştu adını. Bir köpek için uzun yaşadı Ekin, hala yaşıyor. Sabah veterinere gitmişti, aklım gelecek haberdeydi. Telefonum çaldı; “Gizli numara...” Kubilay’dır diye bekliyorum. Açtım, “Efendim” dedim. “Artık gece alemlerde o kadar rahat edemeyeceksin Cem” benzeri bir şeyler söyledi karşıdaki ses. “Anlamadım” dedim, anlamıştım. ‘Kimliksiz ses’, tehdit ediyordu. “Yazdıklarını okuyorum, benimle uğraşma” diye devam etti ve bir kaç kez, gece gittiğim yerlerde rahat edemeyeceğimi söyledi. Belli ki, dünkü Fanatik’te 4. soruya verdiğim yanıtlar, birini fena rahatsız etmişti. Oysa o yanıtlarda kendimi, “sözü dinlenmeyenler grubuna dahil biri” olarak tanımlamıştım. Meğer birileri beni ‘çok çok ciddiye’ alıyormuş. Gerçi geçmişte, kimlerin yazılarımdan hoşlanmadığının ipuçları bazı arkadaşlarım tarafından iletilmişti, ama üzerinde durmamıştım. ‘Kimliksiz ses’, Beşiktaş’ı kastederek “Koca camiayla oynuyorsun” deyince o hafif gerilme hali, bir tür kasılmaya döndü. Sesimi yükselterek “Beni tehdit ediyorsun öyle mi?” diye volümü arttırmaya başladım. Volüm artınca ‘kimliksiz ses’, “Yoo, ne tehdidi? Yok öyle bir şey” dedi. Ben, “Ediyorsun” diyorum adam “Yooo” diyor. Yani bir de beni aptal yerine koyuyor. Bu yeni bir ‘yeraltı taktiği’ olsa gerek, ‘aptallaştırarak sindirmek.’‘Camia’ lafını öteden beri sevmem. Pislik örtmek için kullanılır sıklıkla. Kim bu ‘camia’? Ben ve arkadaşlarım dahil mi? Dahilsek niye zarar verelim? Değilsek, nasıl zarar verelim? Bir durumu eleştirmek neden zarar vermek olsun? Eleştiri, insanın göremediği yanlarını görmesini, kendisini geliştirmesini sağlamaz mı? Oysa, yazılarda rahatsız olduğu noktaları “Öyle değil de böyle” diye anlatsa, adam gibi tartışıp düşünce üreteceğiz. Yok illa tehdit! Kim adına? “Beşiktaş camiası’ adına. Bakalım ‘Beşiktaş camiası’nda bu tarzı paylaşmayan kaç kişi çıkacak, göreceğiz. Sonuçta yaşım itibariyla ‘sözleri ciddiye alınmamış’, hayatlarında dehşetli badireler atlatmış bir kuşağa mensubum. Küçükken yaramazdım. Annem, babam uslanayım diye marizlerdi. Onlardan korkardım ama bildiğimi de yapardım. GORA’da uzaya kaçırılan Arif Işık’ın, “Tufan sen misin oğlum? Çıkar lan gözlükleri, Tufan” diye başladığı macerasının final repliğiyle bitireyim yazıyı; “Sözüm sana, ‘Beşiktaş camiasının ‘kimliksiz sesi’, karanlıklar prensi.’ Korkutamadın! İstediklerini yapmayacağım, senin gibi düşünmeyip, ‘kimliksiz’ olmayacağım ve hep doğru bildiklerimi söyleyeceğim.”

Pazartesi, Ocak 14, 2008

"Sprite-Acımasız gerçekler" serisi

Arkadaşın seninle birlikte olmak istiyor...


Kızlar çaresizliğin kokusunu alır..


Yalnızca Türklere özgü acımasız gerçekler..


Susuzluk..


Geğirmek..

65. Altın Küre ödülleri




SİNEMA ÖDÜLLERİ

En İyi Film (drama): "Kefaret" ("Atonement")
En İyi Kadın Oyuncu (drama): Julie Christie ("Away From Her")
En İyi Erkek Oyuncu (drama): Daniel Day-Lewis ("There Will Be Blood")
En İyi Film (müzikal ya da komedi): "Sweeney Todd"
En İyi Kadın Oyuncu (müzikal ya da komedi): Marion Cotillard ("Kaldırım Serçesi"/"La Vie en rose")
En İyi Erkek Oyuncu (müzikal ya da komedi): Johnny Depp ("Sweeney Todd")
En İyi Animasyon (müzikal ya da komedi): "Ratatuy" ("Ratatouille")
Yabancı Dilde En İyi Film: "Kelebek ve Dalgıç" ("The Diving Bell And The Butterfly")
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Cate Blanchett ("I'm Not There")
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Javier Bardem ("No Country For Old Men")
En İyi Yönetmen: Julian Schnabel ("Kelebek ve Dalgıç"/"The Diving Bell And The Butterfly") En İyi Senaryo: Ethan Coen ve Joel Coen ("No Country For Old Men")
En İyi Film Müziği: Dario Marianelli ("Kefaret"/"Atonement")
En İyi Şarkı: 'Guaranteed' ("Into The Wild")

TELEVİZYON ÖDÜLLERİ

En İyi Dizi (drama): "Mad Men" (AMC)
En İyi Kadın Oyuncu (drama): Glenn Close ("Damages")
En İyi Erkek Oyuncu (drama): Jon Hamm ("Mad Men")
En İyi Dizi (müzikal ya da komedi): "Extras" (BBC & HBO)
En İyi Kadın Oyuncu (müzikal ya da komedi): Tina Fey ("30 Rock")
En İyi Erkek Oyuncu (müzikal ya da komedi): David Duchovny ("Californication")

MİNİ DİZİ YA DA TELEVİZYON FİLMİ ÖDÜLLERİ

En İyi Yapım: "Longford" (HBO)
En İyi Kadın Oyuncu: Queen Latifah ("Life Support")
En İyi Erkek Oyuncu: Jim Broadbent ("Longford")
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Samantha Morton ("Longford")
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Jeremy Piven ("Entourage")

Cabeza Turco*

Takımının konuk ettiği Deportivo La Coruna önünde 2-1 yenik duruma düştüğü anda sahneye çıkan milli futbolcu, attığı 2 golle Villarreal’i 4-3’lük galibiyete taşıdı. Nihat, 67 ve 69. dakikalarda ağları havalandırıp, La Liga’da gol sayısını 10’a yükseltirken, diğer golleri Rossi (Dk.31) ve Tommasson (Dk.81) penaltıdan kaydetti. Deportivo’nun sayıları ise Sergio (Dk.27 pen), Amo (Dk.59) ve Guardado’dan (Dk.90) geldi

*Şamar oğlanı

Hep destek tam destek

Victoria - David Beckham çiftinin dayanışması da böyle oluyormuş

B Planı olmayan bir takım


Her ne kadar bazıları ısrarla küçümsemeye çalışsa da, bu takımın her şeyidir Alex. Bu çok makul bir şey değil elbet. Büyük takımlar, tek bir topçuya dayalı sistemle oynamamalıdır. Her zaman -en azından- bir B Planınız olmalıdır.. Ne var ki, Zico bu gerçeği görmüyor ya da görmek istemiyor. İnter'e karşı oynarken de, İstanbul Büyükşehir Belediyespor'a karşı oynarken de, aynı taktiği uyguluyor. İleride tek başına, yalnızları oynayan bir adet Semih (ya da Kezman), ve Alex'in bireysel yeteneğine kalmış bir hücum anlayışı. Alex olmayınca da, tatsız tuzsuz bir futbol.
Vaziyet ortada..

***

Ertesi gün (bugün) finali varken, maça giden aklımı da tebrik ediyorum. Vizesi de fena değildi ulan. Allah beni ıslah etsin. Amin!

Sol'da yeni bir umut: CHb


CHP Tekirdağ Merkez İlçe Kongresi’ne, genel merkez tarafından gönderilen ve salona asılan üzerinde ‘CHb’ yazan parti bayrağına dikiz..

Beşiktaş'ın en büyük rakibi!


Eman Toroğlu: Beşiktaş seyircisiz oynamalı kendi sahasında! En büyük rakipleri kendi seyircileri.
Şansal Büyüka: Bu galibiyeti zirvede Beşiktaş’ın ayak sesleri olarak görüyorum.
Erman Toroğlu: Beşiktaş sonuna kadar götürecek. Beşiktaş’ın en büyük tehlikesi kendi taraftarı… Kendi kendini tatminden başka bir şey değil.

Cumartesi, Ocak 12, 2008

Gökhan Semiz

(1969 - 1998)

"Beraber Eğlenemeyen İnsanlar
Beraber Bir Gelecek Kuramazlar"


Shantel - Disko Partizani


2 haftadır dilime dolandı bu parça. Hanidir bloga atayım da videosunu, haberdar edeyim milleti diyordum(yazar, burada size sesleniyor) ama her seferinde unutuyordum. Dün akşam Beyaz Show'da Petek Dinçöz ve Can Tanrıyar nikahına şahitlik etmeden önce (yazar, burada magazinle de ilgilendiğini ima etmeye çalışıyor), Shantel'i gördük ekranda. Yakında herkesin telefonu bu melodiyle çalmaya başlar. Bregovic etkileri var müziğinde. Ben beğeniyorum..

Bu son olsun, bu son!


Beklenen oldu ve Anelka imzayı çaktı Chelsea'ye. Ailecek hastasıyız bu karizmatik abimizin, bunu bu blogu takip edenler biliyor zaten. Bilal imza töreninde, her yeni transferin kurduğu cümleleri söylemiş ama şu yukarıdaki "the last club" ibaresinde takıldım kaldım ben. Harbi mi diyon Bilal'im? Yeme bizi yine!

Perşembe, Ocak 10, 2008

Çocukluğa dair akılda kalanlar



Ayaktakiler: 1 Harald Toni Schumacher,10 Oğuz Çetin, 3 Şenol Ustaömer,9 Hasan Vezir,6 Turan Sofuoğlu,4 Nezihi Tosuncuk
Oturanlar:
5 Müjdat Yetkiner, 7 Hakan Tecimer, 2 İsmail Kartal, 11 Aykut Kocaman, 8 Rıdvan Dilmen

***

İnsan hayatında çocukluğuna dair nadir şeyleri hatırlar ve çoğu zaman bunları da yarım yamalak anımsadığını söyleyebiliriz. Belki eksik, belki de tamamen uydurma. 1984 doğumluyum, ve kendimi bildim bileli Fenerbahçeliyim.Bunda babamın payı büyük tabii. Manisa'da doğduğum için, çocukluk yıllarımda Fenerbahçe'yi daha çok İzmir'de izleme şansına sahiptim.

Aslına bakarsanız çoğu zaman babamdan duyduklarım ve tv.den izlediklerimle hatırlarım çocukluk yıllarımdaki Fenerbahçe'yi ama şöyle bir gerçek var ki, benim adıma Fenerbahçe tarihi 103 golle şampiyon olan süper takımla başlar. Belki şimdi bu satırları okuyan bazı kişilere bu garip gelebilir, 5 yaşında bir çocuk nasıl olur da bunları hatırlar gibi sorular da sorulabilir ama inanın bana Schumacher'den tut, Hasan Vezir'ine kadar hepsini hatırlıyorum. Schumacher sayesinde memleket kaleci görmüştü misal. Mahalle maçlarında o dönem kaleci bulmakta zorlanmazdık, herkesin derdi Schumacher olmaktı çünkü. Rıdvan'ı anlatmaya gerek yok, o müthişti zaten. İsminden dolayı Hasan Vezir'e sempati duyardım. Malum Hasan isminde pek topçu çıkmıyor memleketten. Tam sevdik adaşımızı derken, vezirliği bırakıp kendini rezil etti. Hasan Vezir adı, o zamanlardan beri Hasan Rezil diye kalmış aklımda. Müjdat'ın sahadaki kasaplığı komik gelirdi ama damardan Fenerliydi haa.. Oğuz'a "matmazel" derdi babam, malum teknik adam, fiziğe dayalı futbolu pek sevmezdi. Turan'ın sahada basmadık yer bırakmayışı, sanki 3 ciğerle oynuyormuş gibi oluşuna şaşardık. Aykut'un yere düştükten sonra, tek bir hareketle hiçbir yere dokunmadan kalkışına şahit olurduk. Futbolcu değil, adeta bir atlet tanımını ilk onun için duymuştum sanırım.

Neyse daha fazla yazmaya gerek yok. Yaşımız başımız belli ne de olsa. Bu blogta 80'li yıllarda futbol yazacak ehliyetimiz yok ama bu fotoğrafı görünce çocukluğum aklıma geldi, utanmasam ağlayacak moddayım şu an. Bu yüzden yazıyı fazla uzatmamak lazım. Arka plandan hangi stad olduğunu da anlamışsınızdır herhalde.

Not: Fotoğraf için Poyraz Anar'a teşekkürler..

Pankarta dikiz



Nic39

Big Sam istifa etti


Her gün Newcastle ile ilgili yazı geçeceğiz herhalde buraya. Dün, Emre'nin olası ayrılığından bahsederken, bu gün Big Sam'in takımdan ayrıldığı haberi geldi. Ağzından eksik etmediği sakızıyla, lanetli takım Newcastle'a çare olur mu diyorduk ama o da diğerleri gibi yalan oldu. Aceto yazmış bugün, Magpies sınırlarına giren kimse hayırlı olamadı bu takıma diye. Bu arada yine yazıda da belirtildiği üzere Premier League'de görevine son verilen 8. hoca oldu Sam Allarydce. Yaklaşık bir hafta önce kulüp başkanının yaptığı "Allardyce ayrılacak haberlerine gülüyorum" açıklaması ise bu olayın ayrı bir boyutu olarak hafızalarımızda yer etsin.

Emre'yi takımında görmek istemediğine dair haberler çıkıyordu Türk basınında, bu yüzden seveni azdır buralarda. Bu haber için kına yakanlar bile olmuştur belki, kim bilir.

Son olarak Emre cephesiyle ilgili en taze dedikodu için, buyrun buradan yakın diyelim.

Çarşamba, Ocak 09, 2008

"Kalıyorum"


Ronaldo beklenen açıklamayı yaptı: "Benim oynamak istediğim takım Milan, çünkü bu takım bana her zaman güvendi". Ayrıca, Flamengo'nun kendisiyle ilgilendiğini de bizzat teyid etmiş Şişman Rambo. Bu haber biraz kafamızın dinlenmesine sebep olur umarım. Gerçi fotomaç,fotospor vb. boş durmaz, daha transfer sezonun bitmesine çok var.

31 yaşına gelmiş bir adet Ronaldo. Bu sezon sakatlıklar nedeniyle, yalnızca bir resmi maçta forma giydi. Sözleşmesi sezon sonunda bitiyor. Artık bu dakikadan sonra, ne yaparsa kendine. Bunun da farkındadır muhtemelen.

İşte kapı işte sapı


Holosko, Beşiktaş'ın yolunu tutarken, Manisa iki oyuncu istemişti karşılığında; biri Burak Yılmaz, diğeri Koray Avcı. Koray'ı şimdilik es geçiyoruz, mevzumuz Burak çünkü.

Beşiktaş'ın onu transfer etmek istediği dönemlerde, Manisaspor da istiyordu Burak'ı. Ersun Yanal vardı o zaman Manisaspor'un başında ve bu transfer gerçekleşmeyince şöyle demişti: "Çok istediğimiz halde kadromuza katamadığımız iki oyuncu var; biri Arda Turan, diğeri Burak Yılmaz". Yar olamamıştı o zaman Manisaspor'a. Kısmet bugüneymiş.

Burak için Tigana'nın prensiydi diyebiliriz, geleceğin sağ kanadı yorumları da yapılıyordu. Hatta abartıp onu, C.Ronaldo ile kıyaslayanları dahi gördük. Çok değil sezon başında, BJK başkanı Demirören, Spartak Moskova'nın Burak için kapılarına geldiğini ve 6 milyon euro fiyat çektiklerini açıklamıştı büyük gururla. Sonra ne mi oldu? Ertuğrul Sağlam ile anlaşamadı ve devre arasında "işte kapı işte sapı" dendi kendisine. Bu transfer haberini de gazetecilerden öğrendi. 1,5 yıl önce büyük ümitlerle transfer edilen, geleceğin sağ kanadı diye lanse edilen bir oyuncuyu, apar topar şutluyorsunuz takımdan. Bu da Beşiktaş yönetiminin vizyonunu gösteriyor sanırım. Bir aralar bizim yöneticiler de böyleydi.Fazla uzağa gitmemek lazım aslında. Önce çuvaldızı kendimize batırıyoruz elbette ama o devirler geçti diyebiliriz Fenerbahçe adına. Böyle de sevindirebiliriz kendimizi.

Neyse dönelim tekrar Burak'a. “Burada çok iyi arkadaşlarım var. Elbirliği ile Vestel Manisaspor’u daha iyi yerlere getirmek için mücadele edeceğiz. Buraya gelmemde emeği olan herkese teşekkür ediyorum”, demiş imza töreninde. Bu şimdilik kaale alınacağı son basın açıklaması olacak. Bundan sonra bir de İnönü'ye geleceği zaman gündeme gelir. Basının ilgi odağı olmayacak artık ne yazık ki. İstanbul'un debdebeli gece yaşantısı da bitti artık onun için. Anadolu'da rehabilite olup, yeniden devler arenasına dönebilecek mi bakalım? Yoksa, o da İstanbul'un futbolcu öğütme tezgahında kaybolup giden bir isim mi olacak? Zaman, her şeyin ilacıdır.bekleyelim görelim.

Bayern'in Emre aşkı bitmez


Emre Belözoğlu'nun menajeri Ahmet Bulut'tan öğreniyoruz ki, Emre yine yol ayrımında. Ara ara böyle haberler çıkar Türk basınında, kimi zaman da dış basında. Burada önce Emre, Fenerbahçe'ye getirilir, daha sonra Emre canlı yayına bağlanır (bilhassa Star Spor'a), böyle bir şeyin söz konusu olmayacağından bahseder. Bu sefer Adnan abisi devreye girer ve "Senin yuvan Florya" deyip, Emre'ye kapıları açar. Ahmet Bulut işte tam bu noktada devreye girer ve "Emre'nin Türkiye'ye dönme gibi bir düşüncesi yok" der.. Doğru ya, Emre'nin isteyeni çoktur. Bir sürü takım ismi sıralar ondan sonra Emre'nin menajeri. Her seferinde farklı takımlar vardır ama nedense Bayern'in adı her sıralamada geçer.

Yine bir transfer dönemi ve Sam Allardyce'ın gözüne bir türlü giremeyen bir Emre var karşımızda.Monaco ve bilhassa Bayern Munih kesenin ağzına açmayı hazırmış. Newcastle cephesinin aklındaysa Diarra ya da Kevin Nolan var şu sıralar. Hangisini kadromuza katabiliriz acep derdindeler. Yani Emre'yi defterden silmiş gibi duruyorlar. Emre'nin bu "git gideceksen bekleme.." mesajını aldığı da aşikar bu arada. 10 gün içerisinde herhangi bir gelişme olabilir. Bir bakarsınız Adnan abisinin ve Terim'in kıskacına alınır Emre ve Florya yolları gözükür ona. Malum 2008 macerası var bu yaz.

Gökhan İnler


La Gazzetta dello Sport'a göre, bu sezon Seria A'ya transfer olan 46 yeni yabancı oyuncu arasında en iyisi Gökhan İnler. F.C Zürich'ten Udinese'ye geçişinde ödenen para ise oldukça cüzi: 25obin euro. Şu an için değerinin 5milyon euro'ya ulaştığı iddia ediliyor. Bu haberin bizi en çok ilgilendiren kısmı ise bununla kalmıyor tabii. 2004-2005 sezonunda Fenerbahçe'yle 4 yıllık sözleşme imzalamak için hazırlanıyordu Gökhan. Ne var ki, Daum onu yetersiz buldu ve geri gönderdi. Hayat işte. Nerden nereye..

Salı, Ocak 08, 2008

Sen git, Sylvie kalsın!

Rafael van der Vaart takımı Hamburg'la sözleşme yenilemeye yanaşmayınca, bu duruma ilk tepki veren kulübün taraftarları olmuş. Yalnız bu protesto biçimi biraz garip. Rafael'e sesleniyor Hamburg taraftarları ve diyorlar ki; "Geh, aber lass Sylvie hier!" , mealen "Sen git, Sylvie kalsın"

Peki kim bu Sylvie? Bilmeyenlerin az olacağını varsayıyorum ama yine de verelim bilgiyi. Sylvie, Rafael van der Vaart'ın manken ve bir o kadar da güzel olan eşinin adı. Taraftarın mesajı gayet açık: madem gitmek niyetindesin, sen git ama eşin kalsın! Bir çocuk annesi olan Sylvie, son iki yılın “En seksi futbolcu eşi ve Alman futbolunun en güzel kadını” seçilmişti ve ona duyulan hayranlık kolay kolay bitmez gibi görünüyor. Kocası Rafael'in sözleşme yenilemeye sıcak bakmamasının sebebi ise aralarında Barça'nın da olduğu bir çok dünya devinin onu kadrosuna katmak istiyor oluşu.


08 Ocak Fenerbahçe günlüğü

* Valencia, Aurelio'dan vazgeçmemiş.

* AZ Alkmaar, Kezman için 7 milyon euro öneriyormuş.

* Lugano, İtalyanların kıskacındaymış.

* Ali Koç, Ronaldo transferi için "mucize olmaz" demiş.

* Zico yine bir "kaderimiz ellerimizde" açıklaması yapmış.

* Carlos'a göre, İbrahim Üzülmez Türk futbolunun en iyi sol beklerinden birisiymiş.

Kezman olayı


(Mehmet Demirkol)

Başlıksız Yazı

 En son 2018'de Fenerbahçe'de bir şeylerin değişeceğine, eski düzenin yok olacağına inanarak bir yazı karalamışım. Ali Koç'tan n...