Salı, Ocak 15, 2008

Cem Dizdar tehdit edildi

Tribün Dergi'de gördüm.Septembır'ın aktardığı şekliyle, noktasına virgülüne dokunmadan, koyuyorum bu sayfalara...

***

Cem Dizdar 11 Ocak Cuma Fanatik'te şöyle yazmıştı:

"Siyah-Beyazlı taraftarlara gelince gözlediğim şu; Beşiktaş tribünlerinde hâlâ menacer Sinan Engin’in göreve gelmesiyle başlayan travma sürüyor. Ezici çoğunluğun içine sinmemiş bir durum Sinan Engin’in menacerlik görevine getirilmesi. Evet... Onlar şampiyonluğa inanıyorlar ama Sinan Engin’in görevli olduğu takımın şampiyonluğu o kadar keyif verici olur mu onlar için, işte ondan emin değilim. Sonuçta, ‘abi’lerle yapılan telefon konuşmaları ve yüzüncü yıldaki “abi katkısı” iddiası zihinlerde hâlâ taptaze duruyor"

Bu yazıdan sonra tehdit aldı ve 12 ocak cumartesi günkü yazısı

'Karanlıklar Prensi' tehdit etti Kaç kez hayatınızın en zor kararını vereceği ana gelirsiniz? Bir mi, üç mü, beş mi? Kaç kez? Bugün hayatımın en zor kararını vermemi istedi veteriner hekim Kubilay. “Kan değerleri çok düştü. Zor ama kabullenmek gerek. Sona geldi, uyutalım!” Biliyordum ama, içim boydan boya cız etti. Bahsettiği, iki aylıkken geldiği evimde avucumun içinde uyuduğu günlerden bu yana sevinçlerimin hüzünlerimin sessiz tanığı, Ekin’di. Adına uysun diye, kardeşim Esin koymuştu adını. Bir köpek için uzun yaşadı Ekin, hala yaşıyor. Sabah veterinere gitmişti, aklım gelecek haberdeydi. Telefonum çaldı; “Gizli numara...” Kubilay’dır diye bekliyorum. Açtım, “Efendim” dedim. “Artık gece alemlerde o kadar rahat edemeyeceksin Cem” benzeri bir şeyler söyledi karşıdaki ses. “Anlamadım” dedim, anlamıştım. ‘Kimliksiz ses’, tehdit ediyordu. “Yazdıklarını okuyorum, benimle uğraşma” diye devam etti ve bir kaç kez, gece gittiğim yerlerde rahat edemeyeceğimi söyledi. Belli ki, dünkü Fanatik’te 4. soruya verdiğim yanıtlar, birini fena rahatsız etmişti. Oysa o yanıtlarda kendimi, “sözü dinlenmeyenler grubuna dahil biri” olarak tanımlamıştım. Meğer birileri beni ‘çok çok ciddiye’ alıyormuş. Gerçi geçmişte, kimlerin yazılarımdan hoşlanmadığının ipuçları bazı arkadaşlarım tarafından iletilmişti, ama üzerinde durmamıştım. ‘Kimliksiz ses’, Beşiktaş’ı kastederek “Koca camiayla oynuyorsun” deyince o hafif gerilme hali, bir tür kasılmaya döndü. Sesimi yükselterek “Beni tehdit ediyorsun öyle mi?” diye volümü arttırmaya başladım. Volüm artınca ‘kimliksiz ses’, “Yoo, ne tehdidi? Yok öyle bir şey” dedi. Ben, “Ediyorsun” diyorum adam “Yooo” diyor. Yani bir de beni aptal yerine koyuyor. Bu yeni bir ‘yeraltı taktiği’ olsa gerek, ‘aptallaştırarak sindirmek.’‘Camia’ lafını öteden beri sevmem. Pislik örtmek için kullanılır sıklıkla. Kim bu ‘camia’? Ben ve arkadaşlarım dahil mi? Dahilsek niye zarar verelim? Değilsek, nasıl zarar verelim? Bir durumu eleştirmek neden zarar vermek olsun? Eleştiri, insanın göremediği yanlarını görmesini, kendisini geliştirmesini sağlamaz mı? Oysa, yazılarda rahatsız olduğu noktaları “Öyle değil de böyle” diye anlatsa, adam gibi tartışıp düşünce üreteceğiz. Yok illa tehdit! Kim adına? “Beşiktaş camiası’ adına. Bakalım ‘Beşiktaş camiası’nda bu tarzı paylaşmayan kaç kişi çıkacak, göreceğiz. Sonuçta yaşım itibariyla ‘sözleri ciddiye alınmamış’, hayatlarında dehşetli badireler atlatmış bir kuşağa mensubum. Küçükken yaramazdım. Annem, babam uslanayım diye marizlerdi. Onlardan korkardım ama bildiğimi de yapardım. GORA’da uzaya kaçırılan Arif Işık’ın, “Tufan sen misin oğlum? Çıkar lan gözlükleri, Tufan” diye başladığı macerasının final repliğiyle bitireyim yazıyı; “Sözüm sana, ‘Beşiktaş camiasının ‘kimliksiz sesi’, karanlıklar prensi.’ Korkutamadın! İstediklerini yapmayacağım, senin gibi düşünmeyip, ‘kimliksiz’ olmayacağım ve hep doğru bildiklerimi söyleyeceğim.”

0 comments: