Cuma, Mayıs 29, 2009
Yine, Yeni, Yeniden
Pembe Dizi kaldığı yerden devam ediyor. Geçen sene Ronaldo'nun R.Madrid'e gideceğine dair yüzlerce haber çıkmıştı. Ronaldo istedi, Fergie inat etti ve oyuncuyu göndermedi. Sezon bitti. transfer dedikoduları başladı yine. Bugün hem İngiliz hem de İspanyol basını yeniden Cristiano Ronaldo - R. Madrid flörtü haberlerine sarılmış. Anlaşılan bu yaz da bol bol bu transfer ihtimali üzerine konuşacağız. Hayırlı işler...
29 Mayıs 1453
Perşembe, Mayıs 28, 2009
Tatil İçin Saldır Fenerbahçe
Önce habere bakalım..
Camiaya büyük üzüntüler yaşattıklarını itiraf eden Sarı-Lacivertli futbolcular, “Trabzonspor gibi bir takımı deplasmanda yenmek önemli. Ligi Galatasaray’ın önünde bitirmek önemli. Ancak 4. sırada bitirmek çok daha önemli. Eğer beşinci olursak, 16 Temmuz’da Avrupa Ligi’nde ön eleme oynayacağız. Bu yüzden sezonu çok erken açmamız gerekecek. Dördüncü olduğumuzda ise ilk maçımız 30 Temmuz’da. Bu durumda sezonu bir hafta geç açacağız. Yani bir hafta daha dinlenme şansımız olacak. Avrupa Şampiyonası nedeniyle geçen sezon hiçbirimiz doğru dürüst dinlenemedik. Şimdi bu bir hafta fazla tatil için Trabzon’da kazanmaya ihtiyacımız var” diyerek, mutlaka galip gelmek istediklerini vurguladı.
Fenerbahçe'mizin değerli oyuncularına hak vermemek elde değil. Çok yoruldular gerçekten. Bu sezonki başarılarıyla (!) güzel bir tatili onlar hak etmeyecek de kim edecekti ki zaten? Hatta madem bu kadar çok tatil arzusuyla yanıp tutuşuyorlar, o zaman Fenerbahçe'nin yerine Bursaspor gitsin Avrupa Kupalarına. Bizim paşalar rahat rahat tatil yapmış olurlar o zaman. Ne dersiniz; hoş olmaz mı?
El Cevap
Salı, Mayıs 26, 2009
Fanzin Dünyasının Derin Devleti:Dahke
Almanca öğrenirken tahtaya "danke" yazma teşebbüsleri "dahke" yazarak boşa giden ve arkadaşlarının "dahke" diyerek dalga geçmesini karşı atağa dönüştürerek ilk "anarşist" eylemini gerçekleştiren Immo Guitti'nin doksanlı yıllardaki fanzinlere özenip "ben de fanzin yapacağım" diyerek kes yapıştır tekniğiyle oluşturduğu fanzinin yeni sayısı çıktı. "Fanzin ismi için bundan daha iyisi olamazdı" diyor. Bizce de haksız sayılmaz haliyle. 1998 yılında Kadıköy'de bir bahçede yapılan ilk sayısından bu yana on yılı aşkın bir süre geçmiş. O ise hala uslanmamış. Mondo Trasho, Disguast, Gorgor, Eroll, Eblek gibi fanzinleri gördüğünde "vay anasını" diye tepki vermiş. Lise yıllarında kendisi gibi birkaç punk arkadaşının da yardımını arkasını alarak oluşan Dahke, genelde lokal ve yabancı punk grupları röportajları, haberleri, çeşitli iktidar karşıtı yazıları ve tabii ki olmazsa olmaz futbol yorumlarıyla muhteviyatını dolduruyor. 2006 Ocak sayısından bu yana üretim kabızlığına uğrayan Dahke'nin yeni sayısı ise geçtiğimiz günlerde çıktı. "Amerikan Hardcore Tarihi" filmi yapımcısı Steven Blush ile yapılmış başarılı bir röportaj ve son günlerde camiada adından söz ettiren gürültü avcıları Ultimate Blowup grubu ile yapılmış söyleşi dikkat çekiyor. Yaklaşık 500 kopyadan oluşan Dahke'yi elde edebilmeniz için ise elinizi çabuk tutmanız öneriliyor. Zira, fanzinin bırakıldığı noktalarda fanzinler tükenmek üzere...
Pazartesi, Mayıs 25, 2009
Boşa Giden Bir Sezon
Boşa giden bir sezon...Son maçta Kadıköy'de olmak, dostlarla olmak güzeldi tabii, orası ayrı ama bu maça Şampiyonluk moduyla gitmek vardı bi de. Neyse, umarım boşa giden son sezonumuz olur bu. Kadıköy'ün havasını özlemişim her şeye rağmen. Güiza dün akşamdan sonra kesin kalır herhalde. Carlos'un nihayet bir frikik golüne şahit olduk. Konyaspor işi zora soktu. Son yolcu Konyaspor olacak gibi duruyor. Maç öncesi bazı bildiriler dönmüştü piyasada, umarım gereken cevap dünkü sonuçla birlikte alınmıştır.
Öte yandan Aziz Yıldırım tekrardan başkan seçildi. Sonuç kimseyi şaşırtmamıştır herhalde. Verdiği sözleri tutmasını temenni ederek, camiamıza hayırlı olmasını dilemekten balka yapabileceğimiz başka bir şey yok.
Bay bay, hay hay...
Pazar, Mayıs 24, 2009
Alfabetik Düşler
"Hepimiz üniversite yıllarında kısa film çekme hayaliyle yanıp tutuşmuşuzdur. Ve çoğumuz hiçbir şey çekmeden evlenip, çoluk çocuğa karışmışızdır.."
Yukarıdaki söz bir zamanlar İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde okuyan ve şu an 34 yaşında olan Mahmut Abimize ait..şaka şaka..yok tabii ki öyle bir şey. Üniversite yıllarında hemen hemen herkes kısa film çekme derdine düşmüştür. Biz bölümümüz itibariyle (Mahmut Abiyle aynı bölümde okudum) kısa film çekme şerefine nail olmuştuk. Boş geçmedik o yılları çok şükür. Gerçi ünlü İngiliz eserlerinin farklı yorumları üzerine oluyordu bunlar ama yine de heyecan verici şeylerdi o günlerde.
Derken bir gün Tan Tolga Demirci'nin Alfabetik Düşler çalışmasına rast geldim. Sanırım 2005 yılıydı. O gün bugündür ne zaman bir kısa film sohbeti açılsa, hep bu çalışmayı anlatırım. Blogda da atacaktım ama unutup duruyordum. Kısmet bugüneymiş. Beğeneceğinizi düşünmekteyim.. Buyursunlar efem...
3. IF Bağımsız Film Festivali Kısa Film Yarışması En İyi Film - 3.IF Bağımsız Film Festivali Kısa Film Yarışması İzleyici Ödülü - 2.Yıldız Kısa Film Festivali En İyi Deneysel Film Ödülü - 41.Antalya Altın Portakal Kısa Film Yarışması En İyi Deneysel Film Ödülü - 41.Antalya Altın Portakal Kısa Film Yarışması Halk Jurisi Ödülü - 16.Ankara Ulusal Kısa Film Yarışması Finalist - 1.Amsterdam Kısa Film Festivali Finalist - Düseldorf Modern Sinema Müzesi gösterim - Urbini Kısa Film Festivali gösterim - 3.Bursa Kısa Film Festivali Tüm Zamanların En Çok Etki Bırakan Filmi - European Short Film Biennale Ludwigsburg gösterim.
Lale Mansur
LALE MANSUR: Parti kapatmaya karşı çıktığınızda AKP’li oluyorsunuz... Barış istiyoruz, kan akmasın dediğinizde bölücü oluyorsunuz...
REHA MUHTAR: Peki siz tam olarak ne istiyorsunuz?
LALE MANSUR: Benim arkadaşlarımın çoğu demokrat insanlar ama aynı anda yemeğe çağıramadığım arkadaşlarım var. Ben böyle bir Türkiye istemiyorum...
REHA MUHTAR: Peki siz tam olarak ne istiyorsunuz?
LALE MANSUR: Benim arkadaşlarımın çoğu demokrat insanlar ama aynı anda yemeğe çağıramadığım arkadaşlarım var. Ben böyle bir Türkiye istemiyorum...
(CNNTURK - Çok Farklı)
GARANTİ NBA SKILLS CHALLENGE
İlkokul yıllarımda sabahın körü denebilecek bir saatte kalkıp, NBA programlarını izlerdim. Murat Murathanoğlu'nun sesinden NBA maçlarını takip etmek o kadar çok hoşuma giderdi ki anlatamam. Elbette memleketteki yaşıtlarımız gibi sokaklarda futbol topunu tepmek için can atardık bizler de ama bir yandan basketbolun cazibesine kapılmamak imkansızdı. Majesteleri Michael Jordan'ın büyüsüne kapılıp gitmiştim o yıllarda misal. Her ne kadar bir Utah Jazz taraftarı olsam da, Jordan'ın yeteneğine laf etmek, onu takip etmemek insafsızlık olurdu.
Televizyon ekranlarının yanı sıra, bilgisayar oyunlarıyla da NBA sevgimizi yaşamaya devam ediyorduk. O zamanlar renkli oyunlar yoktu belki ama bu Jordan, Stockton, Malone gibi isimlerle o NBA oyunlarında coşmamıza mani değildi elbette. Larry Bird ve John Stockton gibi isimlerle üçlük kaçırmak imkansıza yakındı diyebilirim mesela ya da Karl Malone - malumunuz "postacı" derler kendisine- ile içeride boş geçmezdik. Hey gidi günler diyorum.
Basketbolun cazibesi daha bir başka olmuştur her zaman. Lisedeyken karşı cinsin basketbola olan aşırı ilgisi beni okul basketbol takımına yöneltmişti. Maç öncesi salonda ısınırken, bir yandan güzel bir hareket deneme düşüncesi, bir yandan da acaba hoşuma giden hatun kişi beni izliyor mudur şu an? heyecanıyla ergenliğimi yaşadım ben. Bunları saklamaya gerek yok. Sanırım basketbol oynayan hemcinslerim de benzer heyecanları ziyadesiyle yaşamışlardır. Saklamayınız lütfen...
Neyse efendim, sadede gelelim, zira bahsetmek istediğim şey basketbola olan ilgimden ziyade, basketbola ilgi duyan değerli okurları güzel bir atraksiyona yöneltmektir aslında. Bu sayfanın takipçileri arasında Garanti NBA Skills Challenge etkinliğini duymayan olabilir. Onlara da bu güzellikten bahsetmek gerek.
"Garanti, “nba skills challenge”a katılmak isteyen 13-18 yaş arası gençleri, temel basketbol yeteneklerini gösteren orijinal videolarını, 31 mayıs 2009 pazar gününe kadar www.nba-garanti.com sitesine yüklemeye davet ediyor. gençlerin “top sürme”, “şut”, “pas”, “1’e 1 oynama” da dahil bireysel yeteneklerini sergileyen en fazla 2 dakikalık videolarına, site ziyaretçileri tarafından puan verilecek. en yüksek puanı alacak 100 kişi arasından uzman bir jüri tarafından seçilecek 30 genç, 19-21 haziran tarihleri arasında istanbul nba skills challenge kampı’na katılma hakkı kazanacak. nba koçları ve oyuncularının gözetiminde yapılacak kampta, 30 kişi arasından performanslarına göre seçilecek 4 genç ise Ağustos’ta orlando magic tarafından orlando’da düzenlenecek basketbol kampına katılacak. Kendi videolarını çekemeyen kişiler için NBA ve Garanti streetfilming (sokak çekimi) haftasonları düzenliyor. "
Yarışma başlangıcı: 6 Mayıs
Street filming: 16-17 mayıs Caddebostan, 23-24 Mayıs İzmir Bostanlı
Son katılım tarihi: 31 Mayıs
İstanbul kampı: 19-21 Haziran Daruşşafaka
Orlando kampı: 3-7 Ağustos
Bunlar da yarışmayla ilgili açılmış sosyal ağlar...
http://tr.netlog.com/
http://www.myspace.com/
http://www.facebook.com/pages/
http://garantinba.hi5.com <http://garantinba.hi5.com/>
http://www.dailymotion.com/
***
Hiçbir şey için geç kalmış değilsin..
Bu oyunda ben de varım diyorsan, yap şovunu!..
Cumartesi, Mayıs 23, 2009
Kim Tanıyordu?
Aziz Yıldırım: "Lugano geldiği zaman kaç kişi tanıyordu. Yani ben olaylara sizin baktığınız gibi ya da kamuoyunun baktığı gibi bakmıyorum. Çünkü geldiği gün ne Lugano’yu tanıyan vardı, ne Edu’yu tanıyan vardı, ne Deivid’i tanıyan vardı, ilk defa belki burada isimlerini duydular. Ama burada çok kıymetli oldular."
el burrito: " Maldonado geldiği zaman kaç kişi tanıyordu? Yahut Josico, Reinaldo Vicente Simao, Suleyman Oulare... Geldikleri gün bu isimleri tanıyan az kişi vardı ama bugün birçok Fenerbahçe taraftarı bu isimleri çok iyi biliyor artık. Burada çok kıymetli oldular. Yani transferleri için o paralar harcandığına göre, kıymetli isimler olmalılar diye düşünüyorum. Sürekli bardağın dolu tarafını gösteriyorsunuz bize ama peki ya boş kısmı? Neden o tarafın bahsini hiç açmıyorsunuz sayın Başkanım?"
Çarşamba, Mayıs 20, 2009
Haybeden Gerçeküstü Lakırtılar #15
* "Sevgisizlik mutsuz kılıyor, sevgimizle mutlu değiliz". Nermi Uygur
* Son 2 günde harcadığım parayı, askerlik vazifem boyunca harcamamışımdır diye düşünmekteyim. Biraz abartı bir yorum gibi gelebilir sizlere ama hakkaten öyle. Askeri ortam hayli ucuz, ayrıyeten çoğu şey dışarıya oranla nerdeyse "beleş" diye tabir edebileceğimiz türden bile diyebiliriz. Buradan çıkarılacak sonuç; askerlik güzel bir şeydir. Yapmayan herkese tavsiye ederim buradan.
* Dün, kupa finali sebebiyle olsa gerek, her yerde Alman vardı İstiklâl'de. Oysa ben Ukraynalıları görmeyi beklerdim. Başka yerlerde takılıyorlardı yahut.
* Alışveriş çılgınlığı hayatımda ilk defa beni bu denli sağlam yakalamıştır herhalde. Dün birçok mağazada, onlarca kıyafet denedim. Karşı cinsin bu huyuna gıcık olduğumu defalarca burada belirttikten sonra, böyle bir hareket yapmak bana yakıştı mı? Yakışmadı, ama idare edin artık.
* Dün kendime yazlık mont ya da ceket işte her ne haltsa işte ondan almak için dolanıyordum sağda solda. Bu konularda iyi değilimdir bu arada. Zaten giysi isimlerini doğru zamanda doğru yerde söyleyememişimdir hiçbir zaman. Bir mağazaya girdim. Hadi adını da yazayım entel dantel köşe yazarları gibi. İstiklal'deki Bershka'ya girdik arkadaşlarla. Ekseriyetle hatun milletinin alışveriş yaptığı bir mekandır ama bizimkiler orada güzel şeyler görmüş. Biz de merak ettik, daldık içeriye. Beğendim kendime bir şey, satın almak için sırada arkadaşlarla beklerken, o esnada kasaya yakın bir noktada bir çift ayakkabıyı deneyen ecnebi bir abla dikkatimizi çekti. Üzerine bir şeyler denerken o kadar dağıtıyordu ki kendini, anlatılmaz, görmeniz ve o anı yaşamanız lazım demek gerek aslında. Eğiliyor, göğsünün biri dışarı fırlıyor falan. Arkasını dönüyor mal mülk meydaba çıkıyor filan. Bilmem iyi tarif edebildim mi durumu? Senin de işin gücün yok, onu mu takip ediyordun? deme sevgili okur. Sadece başkalarının dikkatini çeken bir garipliğe ben de şahit oldum o an, onu belirtiyorum burada. Daha sonra bahsettiğim abla ve ekürisi de kasa için sıraya girdi. Kendi çaplarında takılmaya devam ettiler. Paso güldüler, gürültü yaptılar falan. Biz nasıl bizim liseli, gürültücü gruplara kıl oluyoruz ya, acaba bu ablaların kendi memleketlerinde böyle tiplere gıcık olan var mıdır diye düşündüm o an. Öyle midir ha, sorarım sizlere.
* Dün yaşadığım ilginç iki olayı sizlerle paylaşmak istiyorum değerli gönül dostları (ulan böyle yazsam çok garip olurmuş hakkaten). Cevizlibağ metrobüs durağına doğru yürümekteyim. 500 m mesafe falan kalmıştır taş çatlasa. Kırmızı bir araç yanaştı. Topkapı'ya nasıl gidebileceğini sordu, tarif ettim ben de. Daha sonra seni götüreceğin yere kadar bırakayım dedi. Gideceğim yerin yakın olduğunu elimle işaret ederek anlattım. Israr etti. Saflığıma denk geldi, bindim arabaya. Orta yaş grubundan bir abi kullanıyordu aracı. Memleket nere? gibi sorular sordu. Her sorusuna cevap verdim. Abi, Balıkesir'liymiş. Benim de ağzımdan o an, "biz de aslen Balıkesirliyz ya, Dedem Gönen'lidir", gibi bir cümle çıktı. Çıkmaz olaydı. Abi heyecanlandı. Sevincini belli etmek için bacağıma dokundu. Rahatsız oldum. Elini çektim hemen. Önce refleksle alakalı bir şey gibi geldi. Takılmadım o kadar. Daha sonra muhabbet saçma sapan yerlere kaydı. Ergenliğinden bahsetti. "Karı-kız durumları nasıl sende?" diye sordu. Bu arada alt tarafı 500m mesafe, bu kadar konuşmayı nasıl yaşadınız? diye soracak olanlar çıkacaktır. Cevap vereyim hemen. Adam çok yavaş gidiyordu. O karı kız muhabbetlerine girince, daha bir heyecanlandı ve bir kez daha bacağıma dokundu. Elini tuttum ve "s..tir lan" dedim ve aracı sağa çektirip, indim hemen. O esnada metrobüs durağına gelmiştik tabii. Al sana Topkapı deyip, yol üzerindeki tabelaları göstermeyi de ihmal etmedim tabii. Bu olaydan 2 saat sonra falan Yenibosna taraflarında bir mağazadayım. Kıyafet deneme amaçlı bir kabine girdim. Kabinin kapısı yerine, egzantrik bir perdesi olduğunu söylemeliyim. Neyse efenim, birkaç şey denedim. Bir keresinde de bir pantolon deniyorum, baktım mağazada benimle ilgilenen kibar ses tonlu arkadaş, aralık kalmış perdeden bana bakıyor. "Giymedin mi daha, pardon" dedi. Bu olay 2 kez daha yaşandı sonra. "Ne oluyoruz, hayırdır?" dercesine baktım suratına dik dik. Ondan sonra diyalogumuz normale döndü. Bu iki hadise beni ziyadesiyle tedirgin etti. Askerden yeni geldik diye öldük sanmayın kardeşim. Hemcinslerim tarafından bendenize nedir bu talep, anlamadım vallahi. Benzer şekilde üçüncü bir olayı yaşamamayı diliyorum, zira bu sefer karşımdakine tekme tokat dalacağım.
* Pazartesi günü diplomamı almak için İzmit'e gittim. En son 1 yıl önce gitmiştim. İzmit'i çok değişmiş buldum. Otobüslerin yol güzergahları değişmiş misal. Eski evimin önünde Umuttepe otobüsü bekledim saf gibi. Neyse ki, daha sonra telefonla aradığım İzmit'li bir kız arkadaşım otobüse nerden binmem gerektiğini söyledi. Tüneller falan yapılmış keza. Üst geçitlere yürüyen merdiven konulmuş. Bi de İzmit'e giderken otobüs yolculuğunu tercih ettim. Dönüş yolunda kullandığım firma izzet-i ikramda bulunuyordu. Muavinden çay istedim. Sağolsun, getirdi hemen (yalana bak, ne istiyorsunuz diye herkese soruyorlar zaten). Cam kenarında oturuyordum. Muavin çayımı doldururken, koridor tarafındaki arkadaşın yüzünü izledim. Çok gergindi. Ani bir fren sonucu üzerinize sıcak su dökülme olasılığı hesaplamasının insan hayatındaki en gerilimli anlardan biri olduğuna kanaat getirdim o an.
* "Unutma kurşun her gülümsediğinde bir kalp ağlatır.Korkusuzluk sahipleri neden kemer arkasında silah taşır?" Sagopa Kajmer
Bir Taşla 3R
Bugünkü gazetelere bakacak olursak; gündemimizde olan yeni teknik adam Rijkaard'mış ve Aziz Yıldırım'ın her seneye 1 yıldız düşüncesi doğrultusunda gündeme gelen yıldız oyuncu ise Ronaldinho imiş. "Bir taşla 2R" şeklinde sunuyorlar hatta bu haberleri. Bu iki ismi Kadıköy'de görebilir miyiz, orası bilinmez ama biz Fenerbahçelilerin Kadıköy'de görmek istediği esas şey ruh'tur. Hanidir bu takımda ruh yok diye yazar çizeriz zaten. Madem bir taşla 2R elde etme çabasına girmiş değerli yöneticilerimiz, zahmet olmazsa o listeye bir de takım ruhunu ekleyim. "Bir taşla 3R elde" edelim, di mi ama?
Çok şey istemiyoruzdur umarım.
Pazartesi, Mayıs 18, 2009
Çok Korkuyorum Mary!
Dün sabah saat 8 sularında (evet, tam olarak sularındaydı) nizamiyeden 8 kısa dönem ya da poşet arkadaşla çıkmak, kapıda bizimle yolculuk etmeyecek olanlarla vedalaşmak, 5 ay gibi bir süreyi onlarla birlikte dolu dolu yaşamış olmanın verdiği duyguları derinlemesine hissetmek, daha sonra yola Mustafa'nın arabasıyla 4 kişi devam etmek, önce Ortaköy'e geçmek, vazgeçip kutsal topraklara Anadolu yakasına gitmeyi planlamak, Beykoz, Kuzguncuk falan derken Fethi Paşa'da bir kahvaltı, oradan Kadıköy rıhtım ve akabinde Cadde'ye geçmek... Pazar günü öğlen saatinde, güneşin tepede olduğu o vakitte cadddede kim olur ki? diye aldırmadan özgürlüğün ve özlemin verdiği gazla sağda solda dolaşmak (arabayı bir yerlere park ederek tabii), canımızın istediği şeyleri yemek-içmek vs., akşama doğru Eskişehir yolcusu 2 arkadaşı daha uğurlamak, 2 kişi kalmak, Eminönü'ne geçmek (vapura binmeyi özlemek), ordan tramvaya binmek, Ergin'in Beyazıt'ta inmesi ve onunla da vedalaşmak (tramvayda vedalaşan iki asker arkadaşı garip hissiyatlar yaşatmıştır herhalde insanlara diye düşünmek) son durak olarak Cevizlibağ'a geçmek, duş almayı, televizyonun karşısında uzanarak maç izlemeyi özlediğini hatırlamaka (lig tv kaç maçı canlı yayınlıyorsa hepsini izlemeye çalışmak falan), bilgisayar başında sınırsız kalabilme özgürlüğü var bi de bunun da farkında olmak, canımın istediği saatte duş almak ve geç saatlerde yatmak, sabah "koğuş kalk" sesiyle uyanmamak ama lanet olsun ki yine sabahın köründe uyanmak (5.30 falandı herhalde), sonra tekrar uykuya devam etmek, içtima derdinin olmadığını hatırlamak...
Uzun süre sonra özgürlük güzel şeymiş hakkaten de bu kadar özgürlük bizi bozmasın yahu.. Çok korkuyorum Mary!
Cumartesi, Mayıs 16, 2009
Doğan Güneş
14 Aralık 2008 günü başlayan kısa dönem askerlik vazifemiz, yarın yani 17 Mayıs 2009 tarihinde bitiyor. Bugün askeri jargonda "Şafak Doğan Güneş" diye tabir edilen gün. Son çarşı iznimizi bugün kullandıktan sonra, yarın sabah özgürlüğümüze kavuşuyoruz. Bugüne kadar bu blogu takip edenler bilir. Çok ciddi takılan bir blog yazarı olamadım hiçbir zaman. Hayatıma dair paylaşabileceğim türden birçok şeyi karaladım buradan. Askerlik de onlardan biriydi. Mümkün mertebe klavyenin ve yasaların elverdiği ölçülerde bir şeyler karaladık buraya. Bundan sonra da fırsat buldukça anlatmaya çalışırım inşallah. Çok ilginç bir deneyim, kısa ya da uzun dönem fark etmez. Hakkaten çok garip bir hadise ve ömrünüzde asla unutamayacağınız olaylar yaşıyorsunuz. Lafı daha fazla uzatmayayım. Şimdi bir müddet (kısa bir süre de olsa) dinlenme zamanı. Akabinde, "esas askerlik şimdi başlıyor" yorumları eşliğine iş hayatına atılma evresi olacak inşallah.
14 Aralık 2008 günü Hadımköy 1. Zırhlı Tugay'a girdiğimde Fenerbahçe-Antalyaspor maçı vardı. 2-0 kazanmıştık. Yarın Tugaydan çıkıyorken yine Antalyaspor-Fenerbahçe maçı var. Bu da garip bir tesadüf gibi geldi bana.
Son olarak askerliğim süresince arayan soran herkese teşekkür ederim. Yazıya bir "doğan güneş" fotosu iyi gider diye düşündüm. Adettendir ne de olsa. Askere gitmeyen hemcinslerime tez elden gidin ve aradan çıkarın bu işi derim. Çok güzel bir olay zaten (halkı askerlikten soğutmak suçtur..heheh).
Bu yazı da burada bitsin. Bundan sonrakilerde görüşmek ümidiyle..
Perşembe, Mayıs 14, 2009
Bir Başka Öğrenilmiş Çaresizlik Hikayesi
Geçtiğimiz günlerde sanal alemde görmüştüm, Galatasaray'ın Fenerbahçe maçlarındaki başarısızlığı üzerine dönen bir muhabetti bu "Öğrenilmiş Çaresizlik" olayı.
Dün gece ilk yarıya bakamadım ama izlediğim ikinci yarıda futbol namına ortaya bir şey koymadık. Futbolcuların isteksizliği mi desem, acizliğimi desem tam karar veremedim aslında. Şu takımı sabote ediyorlar iddialarına da iyice inanasım geldi dünkü oyunu görünce. Normalde bu tarz yorumları pek sallamam ama misal dün akşam gördüğüm Deniz ve Alex'in hali kafa karıştırıcıydı bu bağlamda.
Fazla söze gerek yok aslında. Dün gece Beşiktaş daha iyi olan taraftı ve kupayı aldılar. Çok önemsemesek de bu kupayı, Beşiktaş gibi bir ezeli rakibe kupayı kaptırmak hayli moral bozucu. Bunu saklamanın manası yok.
Öte yandan, küçük bir hedefi büyüterek önümüze sunan değerli Fenerbahçe yöneticileri ise şu an ne hissediyor acaba? Geçtiğimiz yıl Şampiyonlar Ligi'nde takır takır top oynayan ve Çeyrek Final'e kadar yükselen takımdan, bugün ligde iddiası kalmayan ve sadece prestij anlamına gelen (benim gibi düşünenlere göre tabii) bir kupada final oynayan takıma dönüş... Ve tabii dünkü finalde sahada ruh gibi dolaşan topçular da cabası.
Biraz amiyane tabirle olacak ama bu kulüpte çaycıdan tut en tepedeki isime kadar bir değişime ihtiyaç var. Obama'nın değişim rüzgarları umarım bizim tarafa da uğrar ve biz de "change we need" diye dolaşırız Kadıköy sokaklarında.
Velhasıl kelam başlığa geri dönecek olursak; Fenerbahçe ve kupa kelimeleri biraraya geldiğinde, finaldeki rakip Çatladıkapıspor olsa da biz -sanırım- o kupayı hiçbir zaman alamayacağız... Çünkü bir uğursuzluktur devam ediyor görüldüğü üzere. Bi nevi başka bir öğrenilmiş çaresizlik hikayesi olsa gerek bu..
Çarşamba, Mayıs 13, 2009
Kupanın Laneti
Bu gece kupayı alamazsak, yine alamadık şu lanetli kupayı deriz. Kazanırsak, kupayı aldığımızda askerdeydim deriz...
Beşiktaş'ı yenerek alınacak bir kupa mutlu eder elbette ama onun dışında pek bir artısı yok gözümde. Evet evet..maç öncesi yazısı ancak bu kadar olur askerde...
Geriye sayıma devam... 003
Pazartesi, Mayıs 11, 2009
Cumartesi, Mayıs 09, 2009
Yine Bir Denizlispor Maçı
O meşhur maçtan beri, taraftarın istediği şekilde Denizlispor'u bir şeylerden ederek yenemedi Fenerbahçe bir türlü. Futbolcuların asla taraftar gibi düşünemeyeceğinin kanıtlarından biridir aslında Denizlispor maçları bizim açımızdan. "Hala o maçta mısınız?" diye soran çıkacaktır belki. Evet, o sezon kendi kendimizi yaktık. Kendi sahamızda olmadık puanlar kaybettik. Olayı sadece bir maça bağlamak anlamsız gibi görünmekte ama duygusal insanlarız hepimiz. Bu sebeple akşam gönülden geçen farklı bir galibiyet ve Denizlispor'un ligdeki kaderini etkileyecek bir sonuç elbette ama takım ne durumda, neler hissediyorlar bu maç için orası muamma. Zira o günkü kadro ile bugün arasında farklar var; ama en azından bir şeyler duymuşlardır o maçla ilgili. Bu bile yeterince motive etmeli onları. Şampiyonluk iddiası kalmamış bir takımın oynayacağı sıradan bir lig maçı olarak görülmemeli bu maç. Biraz züğürt tesellisi modunda da olsak, Fenerbahçe tribünlerinde durum bundan ibarettir...
Öte yandan; şafak bugün 007...Yani, ne Cola, ne Fanta...sadece "Yedigün".
Perşembe, Mayıs 07, 2009
Falan Filan İnter Milan
Bugünü de sayarsak kaldı 9 gün. Artık çift hanelilerle işimiz yok diyebiliriz herhalde buradakilerin deyimiyle. "Bomba gibi dönüyorum" lafını hala kullanmak istemiyorum, zira 5 ay gibi kısa (!) bir süreliğine dış dünyadan -kısmen- uzak kalmak çok garip bir tecrübe. Dışarıya çıkacağım 17 Mayıs günü çok tuhaf olacak benim açımdan. 17 Mayıs demişken; artık benim için de mühim bir tarihtir 17 Mayıs. Bir terslik olmazsa inşallah, terhis tarihim 17 Mayıs'tır..
Son olarak yeni bir "template" arayışındayım, yardımcı olan çıkarsa mutlu mesut olurum... bay bay, hay hay...
Pazartesi, Mayıs 04, 2009
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Başlıksız Yazı
En son 2018'de Fenerbahçe'de bir şeylerin değişeceğine, eski düzenin yok olacağına inanarak bir yazı karalamışım. Ali Koç'tan n...
-
Geçenlerde blogdan " Meşin Yuvarlağın Beyazperde Serüveni "ne dair bir araştırma yapıyorum, diye yazmıştım. Bitirebilirsem buraya ...
-
All about Turkey from alcinoo on Vimeo . Short film in stop-motion, 4'46". Photo shooting: August 09, Istanbul Turkey Animation: ...