Çarşamba, Haziran 30, 2010

Rötarlı Oldu

Bundan 5 sene evvel filan. Tarihi tam veremiyorum ama aşağı yukarı 5 sene diyebilirim. Caner Erkin bazı Manisaspor taraftarlarıyla tartışmıştı ve onlara "Ben nasıl olsa Fener'e gideceğim, siz de takılırsınız artık 2.ligde" minvalinden bir laf etmişti. Bunu duyunca Caner Erkin'i yakından tanıyanlara oyuncunun hangi takımı tuttuğunu sormuştum. Fenerbahçe dediler.

Daha sonra Caner Erkin önce Rusya'ya gitti. Orada oynarken adı sık sık Fenerbahçe'yle anıldı. Nasıl olduysa, bir şekilde kiralık olarak Galatasaray'a geldi. Galatasaray'da oynarken Fenerbahçeli olduğuna dair bir açıklama yapmayacağını düşünüyordum ama yanılttı beni (direkt kameraların karşısına geçip konuşmasa da çevresindekilere bunu dile getiriyordu).

Caner'in gerek Galatasaray'daki performansı, gerekse de Arda Turan'la olan kavgası Florya'da daha fazla durmasına mani olacaktı. Beklenen şey de gerçekleşti zaten. Kimisi oyuncunun Fenerbahçeli olduğunu açık açık söylemesinin de hanesine eksi puan yazdırdığını iddia etse de ben böyle düşünmüyorum.Caner'in Galatasaray'daki performansı çok vasattı. Rusya'ya dönmesinin ardından adı Fenerbahçe'yle fazla anılır oldu yeniden. Bu kez "kesin geliyor" denmişti ve hakkaten de öyle oldu.

Caner Erkin'in artısı nedir? diye sorulacaktır muhtemelen. Benim açımdan iki artısı vardır. Biri, Fenerbahçeli oluşu (ki ben buna çok önem veriyorum, eski kafalı olduğumdan), diğeri de genç olması. Bu yüzden hala futbolunu geliştirme şansı var. Ümit edelim ki öyle olsun.

Fener'e gidiyorum, dediği tarihin üzerinden bayağı zaman geçmiş olsa da, yani bir nevi rötarlı da olsa istediği oldu. Bakalım taraftarı olduğu takıma ne katkıda bulunacak ya da katkıda bulunabilecek mi?

Perşembe, Haziran 24, 2010

'Kaya'lara Geldik


"Kaya'lara geliyoruz...Geldik mi?" derken transfer resmen duyuruldu. (taraftarını kaale almayan yönetim vol.793)

***

Öte yandan, "kurumsal çiftlik" modu da devam bu arada (Fenerbahçe yönetimi vs. Daum).

Daum meselesinde büyük resmi gör(e)meyenleri anlamıyorum. Küçük resme bakmayı bırakın, büyük resmi görün. Fenerbahçe yönetiminin yaptıklarıyla camiayı nasıl küçük düşürdüğünü görün.

İnternette taraftar forumlarında yazılanlara bakıyorum. Bir kısım Fenerbahçe taraftarını hiç ama hiç anlamıyorum. Daum'a kızıyorlar, gururu yokmuş filan. Yahu adam sözleşmesinde ne yazıyorsa onu alacak, hakkını koruyacak tabii. Sanki kendilerinin başına benzer bir olay gelse, kapıyı vurup çıkacaklarmış gibi konuşuyorlar. Eskiler ne der bilirsiniz; bekara karı boşamak kolaydır. Bu mesele de aynı.

Neyse, Fenerbahçe'nin gündemi hayli sıkıcı bu aralar. Dünya Kupası nedeniyle gölgeleniyor belki bunlar. Ama vaziyet kötü. Farkında olanlar da vardır elbette.

Bakalım sırada ne var?

not: Yılmaz Özdil yazılarına benzedi ama idare edin bu seferlik...

Pazar, Haziran 20, 2010

Küfür

Vatandaşın biri, bu kez öyle ya da böyle bir isim yazmışlar hayret, 2 yıl önce vefat ettiğini blogda da yazdığım Anneanneme küfretmiş. Küfür küfürdür gerçi, ölü ya da diri diye direkt bir ayrım yapmak doğru olmayabilir ama genelde Türk toplumunda bu durum biraz farklı diye biliyordum. Demek ki öyle değilmiş. Öğrenmiş oldum.

Blogu takip eden kişiler ya da yolu bir gün bu blogdan geçenler için "adamlık" ön koşulu arayacak değilim. Lakin şunu beklemekte sakınca yoktur herhalde; küfür edeceksen, direkt bana et. Ölü ya da diri, sevdiklerimin bu olaya dahil edilmesine gönlüm razı değil zira.

Sen nasıl Fenerlisin de, küfrü bas...
Sen neden x takıma düşmansın de, küfrü bas...
Sen neden iktidarı, orduyu eleştiriyorsun de, küfrü bas...

Bunlara alışığız zaten. Sen en iyisi mi bundan sonra böyle yap be birader!

Unutulmazlar: Carlos Alberto


1970 Dünya Kupası denildiğinde o turnuvayı izleyen ya da bir şekilde günümüzde o turnavaya ilişkin kanıt niteliğindeki yazılı ve görsel belgelere ulaşanlar, ilk olarak kupayı Brezilya'nın kazandığını söyleyeceklerdir. Hatırladıkları / bildikleri birkaç oyuncunun ismini söylemelerini istediğinizde ise muhtemelen şampiyon Brezilya'dan Pele, Jairzinho, Rivelino gibi isimleri zikredeceklerdir. 1970'deki final için ve genelinde kupa için pek çok şey söylemek mümkün ama şöyle bir durum var; şampiyon Brezilya olmuştu, peki o şampiyon takımın kaptanı (ya da Capitao'su) ve futbol zekasıyla kendini sahada hemen gösteren oyuncu kimdi? Bahsedilmesi gereken noktalardan biri de bu olmalıdır.

21 Temmuz 1970. Meksika'nın meşhur Aztec stadında 107,412 seyircinin önünde Brezilya Milli Takımı kaptanı Carlos Alberto Torres şampiyonluk kupasını kaldırıyordu. 1966 yılında konserler ve bazı organizasyonlar için inşa edilmiş bu stad, 4 yıl sonra tarihi bir olayın gerçekleştiği mekan oluyordu. Brezilya, kupa finalinde İtalya'yı 4-1 gibi önemli bir skorla mağlup ediyor ve kupaya uzanıyordu. Maçta perdeyi kapatan ise 86. dakikada attığı golle Carlos Alberto olmuştu.


Carlos Alberto Torres, 1944 senesinde Rio de Janeiro'da doğdu. Brezilya'da dünyaya gelen her erkek çocuk gibi o da futbol ikliminin içinde bulmuştu kendini. 19 yaşında Fluminense formasıyla sahaya çıkan Carlos Alberto, sadece müthiş müdahale kabiliyetiyle değil, aynı zamanda mükemmel top kontrolü, oyunu iyi okuması ve oyun kurucu yetenekleriyle kendinden söz ettirmişti. 20 yaşına geldiğinde Brezilyalı her erkek çocuğun hayali olan milli takım formasına kavuştu. Ve futbolu bırakana dek de o formayı üzerinden çıkarmadı. Carlos Alberto'nun bugün unutulmazlar kategorisinde değerlendirilmesinde oyuncu meziyetlerinin yanı sıra, 1970'deki finalde ortaya koyduğu performansı ve o muazzam golünün payı büyüktür.

Yarı finalde Uruguay'ı 3-1'lik skorla geçen Brezilya, diğer yarı final maçında Batı Almanya'yı 4-3 yenen İtalya ile karşılaşır. Karşılaşmanın 18. dakikasında Pele'nin golüyle Brezilya 1-0 öne geçer. Bu gole İtalya'dan Boninsegna 37. dakikada cevap verir. İlk yarı 1-1 biter. Mücadelenin ikinci yarısında Brezilya 66. dakikada Gerson'un golüyle durumu 2-1 yapar. Bu golden beş dakika sonra Jairzinho farkı ikiye çıkarır. Artık Brezilya skor olarak iyice rahatlamıştır. Maçın 86. dakikasında dünya kupalarının en güzel gollerinden birini seyreder tribündeki futbolseverler. Brezilyalıların kendi yarı alanlarında topla adeta samba yapmaları ve İtalyan oyuncuları da kendilerini izlettirdikleri bir atakta, top ceza sahası çizgisine yakın sayılabilecek bir noktada Pele'ye gelir, Pele de sağ taraftan kaptırıp gelmekte olan kaptan Carlos Alberto'yu fark eder ve topu onun önüne yuvarlar. Müthiş koşusunu aynı muazzamlıkta bir vuruşla süsleyen Carlos Alberto ismini yıllarca konuşturacak türden bir gole imza atar.



http://www.youtube.com/watch?v=0HrjevD2vhk


Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi sağ beklerinden biri olarak kabul edilen Carlos Alberto bu golün kendisi için ne kadar önemli olduğunu daha sonra şöyle belirtmiştir: "Evimde, topa vurduğum o muazzam anın olduğu büyük bir fotoğraf var. Kariyerimi özetlemek için bir an seçecek olsaydım, kesinlikle bu o gol olurdu."

Carlos Alberto haklı elbette. O gol gerçekten de dünya kupalar tarihinin en güzel gollerinden biridir. Sadece oyuncunun harika şutuyla değil, pozisyonun öncesinde takım arkadaşlarının gerçekleştirdiği güzel paslaşmalarıyla da hala zevkle izlenen bir goldür.


Dönemin milli takımından bahsederken, "gördüğüm en iyisi" lafzını tercih ediyor Carlos Alberto. 1970 Brezilyasını izleme şansına erişmiş birçok futbolseverden de buna benzer bir cümleyi işitmişsinizdir. Belki de 1986'daki Arjantin'le birlikte en çok bahsedilen takımdır. Carlos Alberto da o takımı yere göğe sığdırmazken, şunu da eklemekte: "Size kadroyu hiç düşünmeden sayabilirim: Gilmar, ben (Carlos Alberto elbette), Mauro, Orlando Pecanha ve Geraldino; Zito, Dorval, Mengavio, Coutinho, Pele ve Pepe. Bu dünyadan değildi. Tüm futbolcular güçlerinin zirvesinde uluslararası kalitede olan isimlerdi."

1970 Dünya Kupası'nda gösterdiği harika performansın ardından 4 yıl sonra gerçekleşen 1974 Dünya Kupası'na dizinden geçirdiği sakatlık sebebiyle katılamaması büyük şansızlıktır. Bundan 3 yıl sonra da aktif futbol yaşamına noktayı koymuş ve 1983 yılında teknik adamlık kariyerine başlamıştır.

Carlos Alberto kendinden ve futbol bilgisinden bahsederken şöyle der: "Bir oyuncu olarak en iyi meziyetim liderlik yönüm." Bunu söylemekte haklı tabii ki. Takım arkadaşları ikon olmuş isimlerdi ama Carlos Alberto onları saha içinde ve dışında çok iyi yönetmişti. Tam bir liderdi. Brezilyalı futbolseverler onun için "tüm zamanların en iyi kaptanı" sıfatını kullanırlar hala. Carlos Alberto bu özelliğinin ona teknik adamlık konusunda da faydası olduğuna inanıyor. Flamengo, Corinthias, Botafago gibi takımları çalıştırdı. Teknik adamlık kariyerinde çalıştırdığı son takım ise Azerbaycan (2004-2005).

Carlos Alberto'yu onurlandıran diğer hadiselere de değinmek gerek. Carlos Alberto, 20. Yüzyıl Dünya Takımı Kadrosu'nda yer alan isimlerden biri. Yaşayan En Büyük 125 Oyuncu Listesi'ne de Pele tarafından ismi eklenmiştir. Ayrıca National Soccer Onur Listesi'nde de Carlos Alberto'nun ismi vardır.


Carlos Alberto; Pele, Zico, Garrincha gibi efsanelerle ve defansın önemli isimleri Roberto Carlos, Nilton Santos gibi büyük oyuncularla birlikte tüm zamanların en iyi Brezilyalı oyuncularından biri olarak anılmakta. Aslında bu bile yeterince gurur duyulacak bir şey olmalı.

2005 yılında teknik adamlık kariyerine ara veren ve şu sıralar Dünya Kupası maçlarını televizyonda yorumlayan Carlos Alberto, önümüzdeki yıl tekrardan saha kenarında olmak istediğini açıkladı en son. Bakalım Capitao, bu kez tercihini hangi takımdan yana kullanacak?


“Madrid’ de Ronaldo ile tanışmak için linke tıklayın”



Castrol Futbol İle Kazan! www.castrolmoments.com/tr/

Perşembe, Haziran 17, 2010

Bizden Bu Kadar!


BİZDEN BU KADAR!

Son dönemde Fenerbahçe tribün yapısının farklı yönlere kayması nedeniyle,11 yıldır Fenerbahçe adına emek harcayan grubumuz, istemeyerek de olsa bugün itibariyle tribün faaliyetlerini süresiz olarak sonlandırmış bulunmaktadır.

Kimsenin kimseye saygısının kalmadığı, her canı sıkılanın samimiyetimizi sorguladığı; verdiğimiz yoğun emeklerin değil , tuhaf yakıştırmaların öne çıkarıldığı; bütünlük yerine hızla bölünmenin benimsendiği tribün yapısı içerisinde mücadele etmek kısmen mümkün olsa da, Kayserispor maçında çıkan anlamsız olaylar yüzünden alınan altışar ay ve toplamda 24,038 TL lik ceza bizleri kabul edilemez bir noktaya taşımıştır.

Hayatını tribünden kazanmayan bizlerin, hayatlarımızın akışına doğrudan etki edebilecek bu tür adli durumlar, gelinen tribün yapısının açık bir sonucudur.Endüstriyel kültürün hakimiyetini net şekilde ortaya koyan bu durum, aynı zamanda Fenerbahçe tribünlerinin geleceği adına önemli bir işarettir.Yeniden yapılandırılan sporda şiddet yasası içerisinde yer alan idari cezaların yerini adli cezalara bırakması, her türlü oyuna açık olan bu ortamda bireylerin geleceği adına ciddi bir risk doğuracaktır.

Verdiğimiz yoğun emekleri hiçe sayarak her defasında bizleri ‘’yönetimin adamı’’ olarak lanse edenler, gelinen bu noktada vicdanlarıyla hesaplaşmak durumundadır.Fenerbahçe menfaatleri için olması gerektiği kadar işbirliği yapılan kulüp ilgili birimlerinin, maruz kaldığımız haksız cezaların önlenmesi yolunda etkin hiçbir role bürünmemesi, bizleri tuhaf suçlamalara maruz bırakanlara atılan ağır bir tokat niteliğindedir.

Suça teşvik eden değil, suça karşı olan bizlerin bugüne kadar Fenerbahçe adına verdiği yoğun emekler karşısında bu tür durumlara maruz kalması, kulübümüzün ‘’emeğe saygı’’ konusundaki bakış açısını ortaya dökmektedir.Endüstriyel kültürün bir politika haline geldiği kulüp yönetim anlayışının bu denli ağır sonuçlar doğurması, hayatını tribünden kazanmayan bizler için kabul edilebilir düzeyde değildir.Tribünlerin bu takıma fedakarca gönül verenlerden soyutlanması, Fenerbahçe tribünlerinin geleceği açısından yapılabilecek en büyük kötülüktür.

Nesilden nesile aktarılan Fenerbahçe tribünleri içinde hiç kimsenin vazgeçilmez olmadığı su götürmez bir gerçektir. Fenerbahçe tribünleri boşlukları doldurabilecek güce geçmişte olduğu gibi bugün de sahiptir.Kendi imkanlarıyla faaliyet gösteren ve ‘’grupcuk’’ olarak tanımlanan bizlerin yeri de muhakkak ki dolacaktır. Yarınlarda yeni nesiller karşısında vebal ödememek için, Fenerbahçe tribünleri içindeki ‘’benmerkezci’’ düşüncelerin, yapısını ‘’biz merkezci’’ olarak değiştirmesi zorunlu hale gelmiştir.

Sonuç itibari ile Fenerbahçelilk şiarıyla doğan, tribüncülük onuruyla var olan grubumuz, Fenerbahçe adına geride bir çok olumlu icraat bırakmanın vicdani rahatlığını yaşamaktadır. Bununla birlikte yapılan işlerin grubumuz adına değil, Fenerbahçe adına yapıldığını farketmeden çeşitli söylemlerle bizlerin kişiliği ve grubumuzun bu zamana kadarki duruşunun karalanmaya çalışılması geriye doğru baktığımızda bizlere karşı yapılmış bir ayıptır.Grup üyelerimiz bağlayıcı karar olmaksızın bundan sonra bireysel olarak hareket edebilecek, grubumuzun Fenerbahçe’ ye olan bağlılığı sportif sonuçlara bağlı olmaksızın ebediyen sürecektir.

Herkese her şey için teşekkür ederiz.

Saygılarımızla ;

Pazar, Haziran 13, 2010

Beraberlik İyi Sonuç


"Kazanmış kadar olduk" gözüyle bakıyor adamlar olaya. Aslına bakarsanız, çok da haksız sayılmazlar. Bizim daha gol atamadığımız İngiltere'yi 1950'de yendiler. E dün de en azından yenilmediler. Turnuvanın favorilerinden İngiltere'yle 1-1 berabere kalmalarını, "USA Wins 1-1" şeklinde kutlamaları o kadar da garip olmamalı.



Vuvuzeladan Beter: Sibel Arna

Şu günlerde vuvuzeladan beteri var mı, diye düşünürken karşımıza çıkan Hürriyet yazarı Sibel Arna oldu. Bu tarz yazarlar Hürriyet'e yakışıyor mu desem, Hürriyet şaşırtmıyor mu desem, bilemedim aslında.

Sibel Arna'nın 12 Haziran tarihli ve "Dokuz aylık bebekle mavi yolculuk" başlıklı yazısını olduğu gibi aşağıda yayımlıyorum. Vuvuzeladan beter mi, değil mi, siz karar verin.

***


Dokuz aylık bebekle mavi yolculuk


Bazen bana bir deli cesareti geliyor diye düşünüyorum. Yoksa dokuz aylık bebekle bir haftalık mavi yolculuğa nasıl evet derim. Ama dedim.

34 metrelik, sekiz kameralık, 16 kişilik teknemiz Deniz Felix Balina’ya geçen cumartesi dokuz yetişkin, iki bebek olarak bindik. Rüzgar’ın arkadaşı Kuzey henüz yedi aylık. İnanmayacaksınız ama ikisinin de keyfi yerinde. Temiz hava, fazla yakıcı olmayan güneş ve beşik gibi sallanan tekne onlara iyi geldi.
Bu Rüzgar’la bizim ilk tatilimiz. İlk defa evinden ayrı bir yerde uyudu. Hiç sorun çıkarmadı. Doktorumuz bunu bize daha yirmi günlükken demişti: “Bebeğinizle dünyanın her yerine gidebilir. Yeter ki annesiyle babası yanında olsun.” Ne kadar doğruymuş. Mekanlar ne kadar önemsizmiş. Dört duvarın içine tıkılıp kalmak ne kadar gereksizmiş.
Peki senden ne haber derseniz, şöyle: Tabii ki bu daha önce yaptığım mavi turlara hiç benzemedi. Bu satırları yazarken teknede beşinci günümüz bitti, ben hala teleme peyniri! Her seferinde “Şimdi yarım saat güneşleneceğim, beni hiçbir güç yerimden kaldıramaz” diyorum ama kaldırıyor tabii ki! Rüzgar, 70 koruma faktörlü krem gibi sağ olsun! Dadılar yanımızda olmasına rağmen sere serpe uzanmak imkansız. Sütü, çorbası, meyvesi derken akşam oluyor.


FESTİVAL GİBİSİN RÜZGAR

Deniz deseniz Rüzgar uyanıksa o da zor. Çünkü arkamdan gelmek istiyor. Beni suda çimerken her gördüğünde çığlık kıyamet bağırıyor. Ya bana bir şey yapıyorlar zannediyor ya da yanıma gelmek istiyor.
Ne yapıyoruz? Yeni emeklediği için teknede sabit duramıyoruz. Dizlikleri bacağında, o önde ben arkada, tekneyi tavaf edip duruyoruz. Eğleniyoruz. Attığı her kahkahada, göz bebeği her parladığında, heyecanlanıp kamyonların önünde duran süs köpekleri gibi sallandığında deliriyorum. İşte hep o anlarda tekrar tekrar fark ediyorum bunun hayatımın en büyük mutluluğu olduğunu. Festival gibisin Rüzgar ebediyen sana katılmak istiyorum.

Biz mi tatile çıkıyoruz dadılar mı?

Tekne tatilinin bana tatil olmamasının bir nedeni de dadımız Hanife Hanım. Tekneye binince, Göcek, Rodos, Simi gezince ona bir şeyler oldu. Resmen aklı uçtu. Yoksa neden Rüzgar’a tarhana çorbası yapalım dediğimde yayla çorbası pişirsin? Bunu yaptığı gün Rüzgar sabah kahvaltıda yumurta yemişti üstelik. E yayla çorbasının içinde de yumurta var. Bir gün içinde iki yumurta veremeyeceğimizi ezbere biliyor.
Yüzme bilmemesine rağmen her gün beş posta denize giremediği için hayıflanmaya başladı. “Sibel Hanım keşke kocamla çocuklarım da burada olsaydı” sayıklamalarının ardı arkası gelmedi. Normal şartlarda Rüzgar’ı mutlu etmek konusunda profesör olan kadın, deniz üstündeyken sınıfta kaldı. Oğlumu alıp, oyuncakları yayıp bir saat kesintisiz vakit geçirmeyi hiç başaramadı. Bunun yerine Rüzgar’ı kucaklayıp, peşimde dolaşmayı tercih etti.
Neden? Nedeni basit. O da insan. Evet denizi görünce giresi geliyor, seni bikinili görünce onun da canı sere serpe uzanmak istiyor. Eminim kamaradaki aynaya her baktığında acaba yüzüm yanmış mı diye kontrol ediyor. Ama tabii ki abartmaması, çalıştığını unutmaması gerek. Hanife Hanım’daki arızaların benzerlerini Kuzey’in dadısında da gözlemledim. Simi’de fotoğraf çekeceğim derken bebek arabasının üstüne kapaklanıyordu mesela.
Bu konuda daha enteresan hikayeleri ise döndüğümde dinledim. Arkadaşım Tülin’in bakıcısının Antalya’daki tatil köyünde bir saat ortadan kaybolmasına, işini gücünü bırakıp gidip göbek dansı kursu almasına kaç puan verirsiniz? Kardeşim dadı mısın, dansöz mü? Bu hareketleri yapabildiğine göre iyi kıvırdığın bir gerçek, niye bir de üstüne kursa yazılıyorsun, anlamadım. Aynı kıvrak insan, ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi dalış kursuna da gitmek istemiş. Neymiş su altında nasıl nefes alınıyor çok merak ediyormuş. Büyük konuşmayayım ama ben o kadının kafasını dalış tüpü olmadan suya gömerim!


Sibel Arna
Hürriyet

Cumartesi, Haziran 12, 2010

Vuvuzela

Vuvuzela işkencesi dün resmen başladı. Vuvuzela konusunda düşüncem aynıdır. Afrikalıların bu çalgıya olan aşklarına saygı duymakla birlikte, onlardan da bizim işitme duyumuza saygı duymalarını beklerdim aslında...

Bundan birkaç ay önce FriendFeed'de tartışmıştık bu mevzuyu. Maçın tüm seyir zevkini etkileyen bir alet. Sahadaki güzelliklere bir türlü konsantre olamıyorsun.

Bu alet Türkiye'de popüler olmaz umarım diye bir kez daha temenni de bulunurken, son noktayı Ekşi Sözlük'ten "ashvalanor" rumuzlu arkadaşa paslarım. İlk okuduğumdan şu ana kadar beni hala gülme krizine sokan vuvuzela anektodunu net olarak okuyamıyorsanız, resmin üzerine tıklayın.

Perşembe, Haziran 10, 2010

Gökhan Gönül'ü Nezle Yapan Adam

Şunun şurasında 10 gün kadar önceydi, Fenerbahçe'nin transfer politikasının değiştiğine dair alınan duyumlar üzerine, "değiştiyse icraat görelim, şöyle Avrupa'dan, gelecek vaad eden, transferinden sonra kendini ülkede geliştirebilecek ve daha sonra da sağlam bonservis bedelleriyle satılabilecek bir genç yetenek alınsın da görelim" diyordum. İsim isteyenlere de ilk olarak söylediğim oyuncuydu Miroslav Stoch.

Gerçekçi olmak gerekirse pek ihtimal vermiyordum bu transfere, yöneticiler düşünmüyordur diye tahmin ediyordum. Totem de değildi bunlar. Bir de bunların üstüne, Galatasaray'ın onunla ilgilendiğini duyunca moralim bozulmuştu, transfer edecekler diye üzülüyordum...

Akşama doğru arkadaşımın attığı mesajla öğrendim transfer haberini (Fenercell'imiz yok ki anında öğrenelim böyle şeyleri). Yine de kendi gözlerimle görmek istedim. Resmi sitenin girişinde transferi duyurduklarını görünce çok sevindim. Herhalde bu tamamen, çok beğendiğin bir oyuncunun transfer edilmesiyle alakalıdır.


Twente ile oynadığımız iki maçta da Gökhan Gönül'ü tabir-i caizse nezle yapmıştı Stoch. Şampiyonlar Ligi maçlarında bile Gökhan'ı pek öyle görmemiştik. Birçok Fenerbahçeli o gün eminim ki şunu demiştir, "şöyle bir adamı biz niye bulup oynatamıyoruz ya!"

Şimdi bu transferle birlikte, oyun tarzını çok beğendiğim Stoch'u Fenerbahçe'de izleyecek olmanın verdiği hazzı da derinlemesine yaşayacağımızı ümit ediyorum.

Son olarak, Hollanda liginin uzmanlarından Uçan Hollandalı varken, bizim Stoch hakkında uzun uzun yazmamıza pek gerek yok gibi diyerek blogun takipçilerini Uçan Hollandalı'nın Stoch transferi yorumuna yönlendirmeyi elbette ki bir borç bilirim.

Çarşamba, Haziran 09, 2010

Perşembe, Haziran 03, 2010

Şampiyone!

Erkekler Basketbol Ligi 2009-10 sezonu
Şampiyonu Fenerbahçe.

Futboldaki başarısızlığı bir kenara koyduğumuzda, kalan diğer branşlarda kupalarla dolu bir sezon oldu Fenerbahçe için. "Spor Kulübü" olarak muazzam bir sezon geçti. Elbette ki futbol lokomotiftir ve tabii ki futbolda kaçan şampiyonluğa çok kişi takılacaktır. Bu doğaldır ancak Fenerbahçe ezeli rakipleriyle kıyaslandığında bir "Spor Kulübü" olarak açık ara öndedir.

Bu takımın şampiyonluğunda payı olan yönetime, teknik heyete (sürekli eleştirdiğimiz Tanjevic de dahil tabii), oyunculara ve basketbol şubesinde çalışan herkese sonsuz teşekürler. Ve her zamanki gibi salonu dolduran Fenerbahçe taraftarına...

Bu arada; yazmaya ara verdiğimiz dönemde voleybolda da kupalar gelmişti. Onları hor görüyoruz gibi algılanmasın. Onu da belirtelim.

Son olarak noktayı Papazın Çayırı'ndan Fatih'in yazısından bir alıntıyla kapatalım:

''... 90'larda büyümüş ve basketbolu Efes'le değil Fenerbahçe'yle, kendi takımıyla sevmiş bir kuşak için bu şampiyonluklar çok değerli.''

Çarşamba, Haziran 02, 2010

Türkiye'de Çok Sevilen Bir Oyuncu

M.Ali Aydınlar'ın imza töreninde tebessüm ettiren yorumu: "Türkiye’de çok sevilen bir oyuncu olan Katarzyna Ewa Skowronska için karşınızdayız."

Neden çok seviliyor acaba? Sadece kaliteli bir oyuncu olduğundan mı? Transfer haberinden sonra Fenerbahçeli olmayan çoğu arkadaşımın bu sene Fenerbahçe'nin voleybol maçları için salonda yerimizi alacağız demesi yeterince açıklayıcıdır herhalde.

Dünya yıldızı Christiane Fürst'ün ardından bir başka yıldız Kasia Skowronska'nın da teşrif etmesi. Şu anki ruh halimi tarif edeyim: bir yandan heyecandan kendini kaybetmeye müsait taraftar modundayım, bir yandan da "yahu çok pis gaza geldik, terso olmayalım" tedirginliğindeyim.

Anket Sonucu: Bursaspor'un Şampiyonluğu Devrimdir


Bursaspor'un şampiyonluğu "Anadolu Devrimi" midir? diye sormuştuk anket sorumuzda. Ankete katılıp oy verenlerin % 30,3'ü "Evet" demiş.

"Hayır" diyenlerin oranı ise hayli yakın, %29,31. Açık ara kazanma gibi bir durum yok yani.

Aynı zamanda kendi görüşüm de olan "Bu devrim değil, darbedir" diyenlerin oranı ise &19,46

İşin latifesi olan "ben bilmem beyim bilir" seçeneğinin oranı %14,78 iken, "Bursaspor'a devrim yaptırmazlar" seçeneğine oy veren senaryoseverlerin oranı ise %6,16.

Bu anket sonucuna göre Bursaspor'un şampiyonluğu kıl payıyla da olsa devrim olarak çıktı. Gerçekte öyle olup olmadığını ise zaman gösterecek tabii ki. Peki, neye bakacağız bunun için denirse, cevap olarak "Trabzonspor'un geçmişte yaptığına bakın" diyeceğiz.


Başlıksız Yazı

 En son 2018'de Fenerbahçe'de bir şeylerin değişeceğine, eski düzenin yok olacağına inanarak bir yazı karalamışım. Ali Koç'tan n...