Salı, Temmuz 01, 2014

Haybeden Gerçeküstü Lakırtılar #31



Mozart Türkiye'de konser vermeye gelirse tabi ki dinlemeye gideriz. - Emrah

* Bu sene okulda kaymakamın da isteği doğrultusunda her gün bir ders saatini "okuma saati" olarak ayarladık. Dersler 40 dakika. Okul yönetimi ve bazı meslektaşlarıma bu süre çok gelmiş. Onlar 20 dakikalık okuma yeter deyip öyle kullandılar bu etkinliği. Hiç kullanmayanlar da oldu. Neyse ben de o okuma saatlerinde okul kütüphanesinden aldığım kitapları okudum. Onlardan biri Vehbi Vakkasoğlu'nun Öğretmenin Not Defteri kitabıydı. Din Kültürü öğretmeni olarak derslerde başından geçen olaylar üzerinden dini konulara değindiği bir kitap. Daha doğrusu seri şeklinde. Ben yıllar önce bu kitaplardan birini okumuştum. Biri okumam için vermişti. Cemaatçi bir abiydi muhtemelen. Şu an tam hatırlamıyorum. Neyse bunca laf salatası ile Emrah ne alaka demeden siz, ben yazayım hemen. Emrah da bu yazarın bir dönemler öğrencisiymiş. Emrah'a mektuplar falan yazıyor. "Sen böyle değildin Emrah, seni tanıyamıyorum" gibisinden. Eski tarihli mektuplar elbet. Kitap da eski... Kendimi düşündüm. Öğrencilerimden biri çok meşhur olsa. Acaba ona ben de "oğlum gittiğin yol yol değil" temalı mektuplar yazar mıyım ki? Bu arada Emrah denince herkesin aklına "Emrah koş, ananı..." repliği geliyordur belki, ancak ben daha çok adamın gayrimenkul zenginliğini hatırlıyorum. Sevdiğim filmleri ve şarkıları da var muhakkak ama durum bu.

* Akıllı telefonlardaki kelime tamamlama ya da duruma göre kelimeyi düzeltme özelliğinin müptelası oldum. Bilgisayarda veya günlük hayatta konuşurken falan çok arıyorum onu. Fena bir şey. Uyuşturucu bağımlılığı gibi, evlerden uzak... Şu yazıyı yazarken falan yine çok aradım o özelliği.

* Bende bir mekana gidince foursquare'i açıp orada yer bildirimi yapma hastalığı peydah oldu. Lakin bu eş-dost görsün meselesi değil. Program oraya en son ne zaman gittiğini, kaç kere orada bulunduğunu hatırlatıyor. Bu da çok hoşuma gidiyor. Küçük mutlulukların adamıyım.

* Uyandığımda yapılacak acil bir işim yoksa ilk yaptığım şey (tuvalete gitmek hariç tabii) gece twitter'a neler yazılmış diye bakmak. Katil İsrail yine Filistinlilerin üzerine bomba yağdırmış. Oruçlu ağızla sansürlü şekilde söylendim sabah sabah... Bi de şey var aklıma gelmişken; Filistin için isyan etmeyen, tepki koymayan adamlar, hacılar, hocalar "müslümanız" demesin. Siz müslüman değilsiniz, güce (paraya) tapıyorsunuz.

* Doğduğum yer olan Manisa artık büyükşehir oldu. Hanımla bana bir hayrı olacak mı bu durumun bilmem. Eskiden insanlar "Manisa'nın neresindensin hocam?" diye sorduğunda, "içinden, merkezden" diyordum. Şimdi iki tane merkez ilçe olmuş. Bizim oturduğumuz taraf Yunus Emre olmuş. Yunus Emreliyim ya da Yunus Emre'denim mi diyeceğiz, onu da bilemedim.

* Eşim 3 yıldır Trabzon'un küçük ötesi bir ilçesine bağlı bir ortaokulda çalışmakta. Ben de 2 yıldır aynı yerdeyim, hatta aynı okulda. 2000 küsür nüfuslu bir yer. Büyük illerde mahalleler daha kalabalık bundan. Artık Trabzon'un bazı ilçelerinde nasıl bir siyasi güç varsa küçücük yerler ilçe pozisyonunda. Neyse, Allah'tan nispeten daha büyük ve deniz kenarı olan bir ilçede yaşıyoruz. Bir de memlekete 17 saat uzakta olmasa iyi olacak ama...

* Trabzon demişken bu şehirden bu yaz dönemi tayinle gitmeyi çok istiyorduk. Benim hatuna tayin hakkı verdiler. Doldurduk tercihlere Ege'nin şirin dağ köylerini, adı sanı pek duyulmamış ilçelerini. Bu işten anlaylar, "abooo nereleri yazmışsınız, kesin gidiyorsunuz" dediler. Yapma yav gider miyiz dedik onlara. Fakat 2 puanla tayin fırsatı kaçtı. Büyükler "nasip değilmiş, bunda da bir hayır vardır" cümleleriyle bizi teselli ediyorlar. Umarım öyledir. O değil de sonuç ekranında tayin çıkmadığını gösteren cümleyi görünce Denizli'de şampiyonluğu bıraktığımız gün kadar üzüldüm. Çok fena.

* Bu dünya kupası güzel oluyor ha. Güzel güzel. İngiltere falan elendi. İspanya, Portekiz erken şuting. Sevdim. Arjantinimiz iyi top oynamıyor ama karambole kupayı alsa hoş olmaz mı?

* Futbolu değil de Fenerbahçe maçı izlemeyi özledim. Trabzon'da yaşadığımızdan Fenerbahçeyi doya doya yaşayamasak da özledim işte.

* Evlilik ilginç müessese. Hiç tanımadığın insanlar birden hayatına giriyor. Eşinin anne babası diye sen de onlara anne, baba diyorsun yeri geliyor. Evlilikle ilgili çoğu şeye aşağı yukarı alıştım ama bu duruma alışmak zaman alacak sanırım.

* Bu bloga zamanında "öğretmen olmak istemiyorum" şeklinde yazılar yazdıktan sonra öğretmen olmam hayatımın özeti olsa gerek. O günlerde "insan sevmek öğretmen olmaya yetmez mi?" diye idealist yorumlar yapanlar vardı. Kadın öğretmene çelme takıp merdivenlerden düşüp ayağını kırmasına sebep olan ya da yine bir kadın öğretmene sınıfta omuz atıp, tehditler savuran öğrencileri görünce insan sevmediğimi anladım.

* Erkeklere tehditler savuran (sanki yapabilecek), küfürvari konuşan Trabzonlu kadın meslektaşlarımı görünce bu meslekten de soğudum iyice. Kendi bokuyla kavga eden, ruh hastası insanları neden öğretmen yaparlar? Sistemin salaklığı işte. Veliler de saçma sapan şeylere tepki gösterirler, ruh hastalarına sesi çıkmaz işte. Tuhaf.

* Trabzon'da yaşadığım iki yıl bana çok şey öğretti ama en barizi şu; bağır, çağır, sesini yükselt, hakkın olanı al... Olay budur. 2 hafta önce İzmir'e giden uçağa 15 dakika kala yetişebildik hatunla. Kontuar kapandı sizi almayacağız dediler. Ben daha önce uçağın kalkış saatinde Trabzon'da uçağa binen oranın yerlisi adamları gördüm. Aslında bizi uçağa almasalar yapılabilecek çok şey yok. Seni uyarıyorlar erken gel diye. Lakin orada ayrı bir düzen var. Trabzon hakkaten apayrı bir yer. Ben de bağırdım, çağırdım. Emsal durumları anlattım. Sesimi yükselttim. Ve bizi apar topar uçağa aldılar. 21.20'de kalkış yapacak uçağa 21.18'de bindik. Bunu diğer şehirlerde denemeyin ama. Trabzon içindir önerim.

* Yıllar sonra tekrar FM oynamaya başlamış biri olarak demek isterim ki; bu oyun hala çok güzel yav. İyi ki var.

"Ben yalnız değilim, benim bir kitabım var." Maksim Bahdanoviç


2 comments:

Larsson dedi ki...

eline sağlık.twitter dan dolayı çok sık yazmasanda yazdığını görünce heyecanlamadım desem yalan olur :))

köşe yazarları dedi ki...

Küçük emrah çok kötü baba yaaa :)