Cuma, Ekim 23, 2009

Götür Beni Gittiğin Yere


Kuralar çekilirken yalandan da olsa, şöyle yakından bir ülke takımı çıksa da gitsek diyorduk. Bükreş bu anlamda Sofya'dan sonra en rahatıydı ve kurada Steaua Bükreş ile aynı grupta yer aldık. Ve gerçekleşen hayalde ' götür beni gittğin yere' ile tempo tutarak Romanya'ya gidiyorduk.

Grubun en büyük hayallerinden biri olan yurt dışı deplasmanı için önce hayal kurmaya başladık. Biraz zaman geçince ciddiyet binmeye başladı ve pasaport işlemlerini hallettik. Derken vize filan, kendimizi salı akşamı Salı Pazarı'nda bulduk. 3 otobüsteki şanslı kişilerdendik.

16 saat süren gidiş yolculuğumuzda sınırda bizi bekleten Bulgar polisi ve yolumuzu kaybeden şöförümüze bir teşekkür edelim buradan. Tuna nehri üzerinden geçerken 'az kaldı' sesleri artıyordu otobüste. Nitekim 60 km yolumuz kalmıştı. Romanya sınırında arılarla verdiğimiz mücadeleyi başarıyla atlatıp otele doğru hareket ettik.

Bükreş'te yiyecek sıkıntımız çoktu. Yahu bu adamlar ne yiyor ne içiyor anlamadım bir türlü. Türk dönercisi sayesinde karnımızı doyurduk. Yabancılar Türkiye'ye geldiğinde neden yemeklere bayılıyor daha iyi anlıyorsunuz oraya gidince.

İlk günümüz Bükreş sokaklarını gezmekle geçti. Esnaf işi taksilerle otel-centrum kaç sefer yapıldı bilinmez. Bükreş'te hayat, İstanbul kadar canlı değildi. Bazı konuştuğumuz kişiler haftaiçi olmasına verdi bunu. Güzel bir şehir turundan sonra otelde dinlenmeye çekildik.

Perşembe günü önemliydi bizim için. Fenerbahçe nerede biz orada mantığını bir kademe atlatıp Bükreş'teydik çünkü. Otel önünde artan bir kalabalık vardı. Çevre ülkelerden gelen otobüslerle 13 otobüs oldu birden. Zaten İstanbul'da otobüse binerken hayvan gibi tribün olacağı fikirleri vardı herkeste. Önce otel lobisinde başlayan tezahüratlar, otel kapısında devam etti. Otel önündeki halay görülmeye değerdi.

Saat 5 gibi otelden ayrıldık otobüslerle. Herkesin kafasında 3 saat ne yapacağız soruları varken, İstanbul'u aratmayan bir trafikle karşılaştık. Saat 7 civarı anca stadyumda olabildik. Pankartlarımızıhazırladık, İçeri girerken jandarmanın 'Forbidden' uyarısına takıldık. Neden diye sorduğumuzda o da bilmiyordu nedenini sadece emir böyle diyordu. Ne Bükreş taraftarı ne de biz pankart sokabildik içeri. Eğer pankartlar girseydi herşey çok daha güzel olacaktı.

Tribündeki ortam sanki Bursa deplasmanındaymışız gibiydi. Tribündeki koltuklara da değinmek lazım. Heralde gördüğümüz en kötü tribün koltuklarıydı. Sami Yen'deki koltuklar bile bunların yanında çekyat gibi kalır tahminimce. Yerleşmemizin ardından maça tribün olarak iyi başladık. Romen taraftarların gıpta ile bize baktıklarını çıplak gözle görebiliyorduk. Yanan meşaleler bizi iyice coşturdu. Habire mesaj geliyor, 'ses çok sağlam geliyor', 'meşaleler çok fenaydı' gibisinden. Gelen golle iyice gaza geldik. En güzel yurtdışı deplasman tribünlerinden birisiydi. Belki de en sağlamıydı.


Tribünden çıkarken kafalarda 'iyiki gelmişim lan.' düşüncesi hakimdi. Bu da özetliyordu aslında herşeyi. Dönüş yolculuğu gidişe göre daha kısa sürdü.Romanya-Bulgaristan sınırında meşale eşliğinde çekilen halaydan sonra ülkemize doğru yola çıktık. Türkiye'ye girdiğimizde mercimek çorbası sesleri artıyordu. Güzel çorbalardan sonra İstanbul'un yolunu tuttuk. Her şeyiyle güzel bir dir deplasmana gitmenin keyfini yaşıyoruz. Pazar günü görüşmek üzere...





Sensiz ben nefes alamam,

Buralarda hiç duramam,
Tek başıma yalnız kalamam.

Senin kokunu özledim,
Hep yollarını gözledim,
Götür beni gittiğin yere...


yazan: Andreas Wagenhaus
grupck.com

3 comments:

Gündüz Feneri dedi ki...

çok kıskandım seni kardeşim. harbiden harikaydınız. yendiğimize de en çok sizin için sevindim.

steven_stiffler dedi ki...

Darısı başımıza.İnşallah Avrupa Finali'ne gider,kupayı alır,Monaco'daki Süper Kupa finaline geçtiğimiz günleri de görürüz :)

sallanyuvarlan.blogspot.com dedi ki...

Halay çekilmiş evet onun videosunu izlerken ne deplasmanmış be dedim. Meşalelerin yanması süperdi,umarım aynısını Galatasaray maçında yaparlar,hatta stat yansın,taraftarlar susmasın.