Perşembe, Kasım 13, 2008

Reservoir Dogs


"Like A Virgin aslında bir bakireyi anlatmamaktadır, çok tecrubeli bir fahişenin büyük penisli bir adam tarafından aci çektirilerek bekaretini kaybettiği günü hatırlamasıdır".

Bir film düşünün giriş sahnesinde böyle bir replik var. Herhalde aşağı yukarı herkes, "Ne oluyoruz yahu?" gibi tepkiler verir. 1992 yapımı ve ünlü yönetmen Quentin Tarantino'nun çıkış filmi Reservoir Dogs (Rezervuar Köpekleri) filmi böyle başlar. Bu film aynı zamanda Sundance Film Festivali'nin açılış filmidir bu arada. Orada olmak isterdim doğrusu..

Giriş sahnesinde bir masanın etrafında kahvaltı yapmakta olan ve Madonna'nın "Like A Virgin" şarkısı üzerine geyik döndüren ağır abileri görürüz. Zaman zaman araya başka konuşmalar da girse, konu daha çok bu şarkıdır. Sonlara doğru ise bahşiş verme konusu gündeme gelir. Filmin hayranı olan birçok kişiye göre bu sahne muazzamdır. Defalarcasadece filmin o bölümünü izleyen kişiler tanıyorum. Tarantino'nun bu filmde kullandığı diyaloglar kimini çok etkilemiştir, ki az önce söylediğim kişiler oluyor bunlar. Kimi de mantıksız cümleler silsilesi gözüyle bakmaktadır bu diyaloglara ve bu yüzden Reservoir Dogs onlar için pek bir anlam ifade etmemektedir.. Sadece bu bölümdeki "garson kıza bahşiş verilir mi, verilmez mi? muhabbeti bile bence yeterlidir diyalogların kalitesi açısından, diyeyim ve geçeyim bu mevzuyu.

Filmin kadrosuna bakalım önce. Harvey Keitel, Steve Buscemi, Tim Roth, Michael Madsen, Chris Penn (2006 yılında terk-i diyar eylemiştir) ve Lawrence Tierney (2002 yılında terk-i diyar etmiştir).. Haa, bi de Tarantino'nun kendi de oyuncu olarak dahildir filmin başlarında. Onu da ekleyelim.

Kahvaltı sahnesinin ardından hikayenin kahramanlarının mekanı terk edip yolda karizmatik bir şekilde salındıklarını görürüz. Tam o esnada çalan müzik ise harikuladedir. Aslına bakarsanız Tarantino'nun müzik tercihleri her zaman a kalitedir. Ama bu film bambaşkadır gözümde. Bahsettiğim sahnede çalan parçanın adı " Little Green Bag" idir bu arada.

Bu şarkının bitimiyle birlikte bir anda arabada kanlar içerisinde yatmakta ve ağlayıp sızlamakta olan bir adam ve ona "bir şeyin yok" kabilinden moral vermeye çalışan bir diğer adamı görürüz. Tarantino birden filmin içine dahil etmiştir bizi. Ne olup bittiği üzerine kafa yormaya başlarız. İsteyen yormayabilir tabii ki.

Filmin ilerleyen dakikalarında bu ikilinin, bir grup hırsızın bir araya gelerek kararlaştırılan plan üzerine büyük bir soygun yapmayı amaçlayan kadrodan iki eleman olduklarını öğreniriz. Olay başarısızlıkla sonuçlanmıştır ve herkes aralarında bir köstebek olduğunu düşünmektedir, ama bunun kim olduğunu bir türlü kestiremezler.. Filmin konusunu daha fazla anlatmaya gerek yok sanırım. Devamındaki olaylar bu meselenin etrafında dönmektedir çünkü..

Tarantino'nun bu filmiyle ilgili 2 ciddi eleştiri vardır. Bunlardan birincisi bu tarz filmlere her zaman yapılan türden bir eleştiridir. O da filmdeki şiddet sahnelerin çok olduğu iddiasıdır. Yönetmenin hiç acımadan bol bol kan akıttığı, istediğim karakteri gerekirse "şak" diye öldürürüm, umrumda değil mesajları verdiği bir yapımdır bu aynı zamanda.

Filmin büyük bölümü kapalı bir mekanda geçiyor ve bol bol yerlerin kan dolu olduğu sahneleri görüyorsunuz. "Ayy..ben kan görmeye dayanamam" diyenler, kesinlikle bu filme bakmasın. Bahsettiğim şey Kill Bill serisindeki gibi değil ama. Malumunuz orada petrol misali kan fışkırıyordu her bi yerden. Bu filmde ise daha çok kanlı zemin, kıyafet, eller, kollar vs. gibi durumlar mevzu bahis. Kimine göre rahatsız edici bir detay, bana göre ise değil.

Filmde bolca ironi vardır. Garip olan ise Tarantino'nun bu işi yaparken mafya adamlarını tercih etmesidir. Herhalde buna karamizah denir.

Bu filmin hikayesine baktığımızda çok sıradan gibi geliyor. Bir hırsızlık hikayesi ve akabinde yaşanan iç hesaplaşma. Eminim bu konu üzerine yüzlerce film yapılmıştır. Rezervuar Köpekleri'nin diğerlerinden bir hatta birkaç adım öne geçiren şey, Tarantino sineması ve onun diyaloglarıdır. Yönetmenin şiddeti ele alış şeklini abartarak yaptığını yukarıda söyledik. Buna ek olarak bu filmde bir sahne vardır ki, sinema tarihinin en rahatsız edici sahneleri listesine girmiştir. Bu sahnede Mr. Blonde karakteri ellerini ayaklarını bağladı bir polisin kulağını keser. Biz bu sahnede kulağın kesilişini net bir şekilde görmeyiz ama buna rağmen iğreniriz. İşte burada Tarantino kalitesi ortaya çıkar. Hiçbir karede kulağın kesildiği anı göstermez ama sanki her şeyi görmüş gibi iğreniriz. Bi de bu sahnenin öncesinde Mr. Blonde'u canlandıran Michael Madsen'in yaptığı dans şov akıllardan çıkmayacak türdendir. Tarantino bu kulak kesilme sahnesi için "Sahnenin rahatsız edici olmasını istedim" demiştir. Gayet açıksözlü. Adam bu sahnenin rahatsız edici olması için gerekli her şeyi kullanmıştır. Bu yüzden filmin en iyi sahnelerinden biridir.

Bu filmle ilgili gördüğüm bir reklam yorumunda şöyle yazıyordu; "Sert, kanlı, küfürlü, zeki, kışkırtıcı". Sanırım bu film tek cümlede en iyi bu şekilde anlatılır. Filmin sertliğinden bahsettik zaten. Diyaloglarda çok küfür olduğu da bir gerçek. Hatta ben saymadım ama bir araştırmaya göre filmde tam 252 kere "fuck" deniyormuş misal.

Zeki, çünkü yönetmeni zeki. Kışkırtıcı çünkü bazı sahneler, şiddet, kan ve küfürler sizi rahatsız edebilir ama filmi izlemeyi kolay kolay bırakmazsınız. Ayrıca şiddete de hafiften yöneltebilir insanı.

Bir film boyunca şiddet ve küfür izlemek bazıları için anlamsız gelebilir ama sanırım ben biraz manyağım, ki blogu takip edenler bunu fark etmiştir herhalde artık, film izlerken kendimi kaybettim. Hoşuma giden her cümlenin ardından gol olmuş gibi sevindim misal ilk izleyişimde. Filmin çoğunluğu kapalı bir mekanda geçiyor, oyunculuklar şahane, diyaloglar desen hakeza öyle, konu sıradan ama işleniş mükemmel.. Ben böyle filmi neden sevmeyeyim arkadaş? Film az imkanla çok şey başarmış bir yapımdır bana göre. Finansal yönden de çok iyi durumda değildir Tarantino ama ona rağmen kült film kategorisine sokulabilecek türden bir film ortaya çıkarmıştır. Bu başarı değil midir sizce de aa dostlar?

Son olarak filme dair iki eleştiri var demiştik yukarıda. Birinden bahsettik, şimdi de diğerini yazalım. Kimilerine göre Tarantino'nun bu filmi çalıntıdır. İddiayı ortaya atanlara göre Tarantino, City On Fire filminden araklama yapmıştır. Hatta bu konuda bir çalışma da vardır (Who do you think you're fooling?). Burada bir araklama mı mevzubahis yoksa esinlenme mi? Bunu söylemek zor benim açımdan çünkü diğer filmi izlemedim. Ortaya atılan bir iddia var ama kamuyounda bu iddianın doğru olduğuna dair bir fikir birlikteliği yok. Burası düşündürücü. Şöyle bir yorum yapabilirim ama..Tarantino gençliğinde bir video dükkanında çalışır ve bu vesileyle belki de binlerce film izlemiştir. Daha çok dövüş filmlerini izlemiş, ve Uzak Doğu sinemasına ilgi duymuştur. Muhtemelen yönetmenliğini yaptığı filmlerde geçmişte video dükkanında izlediği filmlerden esinlenmeler olmuştur, olacaktır da..

Yazıyı Tarantino'nun çalıştığı video dükkanında yaşadığı bir olayla bitirelim. Bu olay aynı zamanda bu filmin adının nasıl ortaya çıktığının hikayesidir.

Tarantino dükkana gelen müşterilerden birisine yardımcı olmaya çalışır. Ona bir Fransız filmi olan "Au revoir les enfants" ı önerdiğinde, müşteri "Ben Reservoir Dogs! falan istemiyorum terbiyesiz herif attırırım seni işinden, bana hemen patronunu çağır! " diye cevap verir ve Quentin Tarantino bunun senaryosu için iyi bir başlık olacağını düşünür.

not: Bir sonraki yazı, inşallah bir terslik olmazsa tabii, Reservoir Dogs'la ilgili bilinmeyenler hakkında olacaktır..

4 comments:

pclion dedi ki...

Abi döktürmüşsün uzun uzun ama ben kel alaka bir şey soracağım izninle. Aceto'da Kağıthane'li Fenerbahçeliler demişsin, Kağıthane'de mi oturuyorsun hakikaten? (Ben de ordayım çünkü)

Spicoli dedi ki...

Eline saglik, keyifle okudum. Bilmiyorum manyak miyim ama Steve Buscemi ile karsilikli oturup durmadan suratina bakmak istiyorum, adamin yüzünde birsey var ve izletiyor kendini, böyle bir ilginc tipi. Fargo`daki fahiselerin polise verdigi tarif gibi tam da, komik görünüslü adam. Hastasiyim.

B. dedi ki...

beklenen seri geldi

Ortega dedi ki...

Lion,

Kağıthane kısmı bizim kendi aramızda çevirdiğimiz biz espriden ibaret. Benim mekanım Üsküdar'dır yoksa..

Libadiye yolu
Fener aşkıyla dolu