Pazartesi, Nisan 02, 2012

Blog Söyleşileri #6: Romanista Bukowski


Hanidir blog söyleşileri yapmıyordum. Atanma dönemi öncesi ve sonrası, yeni bir şehirde hayata ve çalışacağım okula alışma süreci falan filan derken iyice boşladıydım buraları. Blog söyleşileri bölümünü çok seviyorum. Bu sebeple; hem bloga tekrardan ısınabilmem adına bir ümit hem de sevdiğim şeyi yapayım en azından düşüncesiyle tekrardan başlamayı düşündüm bu mevzuya. Sıradaki isim Romanista rumuzuyla internet aleminde bilinen Yağız Gönüler. Farklı bir isim olduğuna inandığım Yağız'a, klavyenin imkan verdiği ölçüde bazı sorular yönelttim, o da sağ olsun cevapladı tüm sorularımı. Bir kez daha teşekkür ederim buradan kendisine.

***

"Kendimi Allah'ın basit bir kulu 
olarak görüyorum."


Spor ağırlıklı bir blogun var, bunun yanında tarihe dair de karalıyorsun. Reklam yazarlarıyla alakalı olan ve kitaplardan alıntıların yer aldığı blog da cabası. Bir koltuğa bu kadar karpuz sığması normal mi? Yoksa daha da arttırmak ister misin?

Hayat görüşü olarak “iz bırakmayı” tercih ettiğimden olsa gerek, üretmeyi çok seviyorum. Bunda elbette “peder bey”den gelen naçizane “yazma” kabiliyetinin de etkisi muhakkak. Sağlık olduğu müddetçe, üretmeye ve iz bırakmaya devam etmek istiyorum. Mühim olanın bir koltuğa kaç karpuz sığdığı değil, karpuzların damaklarda tat bırakıp bırakmadığı olduğunu düşünüyorum.

Geçenlerde Facebook’ta karşıma güzel bir söz çıktı. Kim demiş ki bunu diye merak ettim. Yağız Gönüler ismini gördüm. Sen hep böyle yazar mıydın, yeni fark eden ben miyim veya?


16 yaşımdan beri öyle veya böyle çeşitli internet mecralarında yazıyordum. Sonraları kalem güçlenmiş, kendini; yani özgünlüğünü bulmuş olsa gerek daha etkin olmaya başladı. En çok istediğim şey adımdan daha çok yazdıklarımın zihinlerde kalması. Bunun için de yazdığım “mini” denemelerin, şiirlerin temeline daima “samimiyet” duygusunu oturtuyorum.

Kendini nasıl tanımlıyorsun? Sana alemde blogger, reel alemde falanca filanca gibi bir durum mu var?

Tek bir alemde yaşadığımızı düşünürsek, bu alemde kendimi Allah'ın basit bir kulu olarak görüyorum. Geriye kalanı boş kalıplar. Bu dünyadan göçüp giderken, “nasıl görünüyorsa öyleydi” denmesinden başka bir arzum yok tanım olarak.


Rap müziğe ilgi duyduğunu biliyorum. Peki bu durum nasıl başladı? Sadece dinleyici olarak mı takip ettin bu müziği?  

2000'li yıllardan sonra bir “Cartel boşluğu” yaşandı. O zamanlar Bakırköy'de Ceza'yı dinlerdik, en fazla 50 kişiydik. Sonra Sagopa Kajmer'i de duyduk, önceki mahlası yani “Silahsız Kuvvet” ile. Her ikisinin de ilk resmi internet sayfalarında yönetici olarak çalıştım, koordine ettim. Arkadaşlarımızla bu müziğe sahip çıktık. Bir adet fotoğrafını bulmakta zorlandığımız bu yeteneklerin, bazı dergilerden fotoğraflarını alabilmek için günlerimizi harcadığımız oldu. Sonrasında “işleri” bıraktık, “dinleyici” olarak kaldık. İlgim sadece dinleyicilik boyutunda ama o da elbette eskisi gibi yoğun değil. Ara ara sadece Sagopa Kajmer'i dinliyorum. “Bir Pesimistin Gözyaşları” bu ülke müzik tarihine geçecek kalitededir bence, geçmiştir de.

Sagopa Kajmer desem bir de… Bu ülkede rap’e uzak duranları bile kendine çekebilen özel bir adam değil mi?  

Güzel adamlar özeldir. Sagopa Kajmer mahlasıyla bildiğimiz Yunus Özyavuz da öyle. Yazdığı sözlere bakınca kendisinin hem iyi bir şair hem de iyi bir kültür adamı olduğunu da görebiliyoruz. Derin adamlar özeldir.


Sözlükler hakkındaki düşüncelerin neler? Herhangi birinde yazar mısın? Yahut yazar mıydın?

Ekşi Sözlük'te yazardım, siyasi görüş farklılıklarından ve o zamanın acemiliğinden olsa gerek uzaklaştırıldım. Şimdilik hiçbir sözlükte yazmıyorum ama çok iyi bir okuyucuyum. Bu ülkenin, özellikle de “internet gençliği” için faydalı kullanıldığında devamlı bir yararlılık sağlayacağına inanıyorum tüm sözlüklerin.

Galatasaraylısın… Fenerbahçeli bir kankan var mı? Arkadaş çevrende ezeli rakip taraftarı barındırır mısın?

İlkokuldan bu yana en iyi dostlarım daima Fenerbahçeli olmuştur. İnsanları tuttuğu takımlara, siyasi görüşlerine ve memleketlerine göre ayırmaktan daima uzak durmuşumdur. Mantıklı bulmuyorum. Karşımdaki benden ne kadar farklıysa o kadar farklı bir dostluk olur. Bundaki tek denge karşımdakinin farklılığındaki kültür düzeyidir diye düşünüyorum.

Yazmayı seven biri olduğundan soruyorum; seni en çok etkileyen isimler kimler?

Edebi anlamda sorduğunu düşünüyorum. Necip Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç, Cahit Zarifoğlu, Turgut Uyar, İsmet Özel ve İbrahim Tenekeci gibi isimlerden çok etkilenmişimdir. Şiir yazarken de daima feyz alırım. Bir yazarın da bir okuyucunun da, feyz aldığı isimleri yaşatması gerektiğine inanıyorum. Elbette kendi üslubunun ağırlığını koyarak. Bu güzel isimler dışında Cemal Süreya, Ümit Yaşar Oğuzcan, Özdemir Asaf, Ahmet Hamdi Tanpınar, Oğuz Atay, Hakan Günday, Murat Menteş, Osman Konuk, Tarık Tufan, Ahmet Murat, Barış Bıçakçı, Emrah Serbes gibi isimleri de çok beğenirim. Beğendiklerimi yazmaya kalkarsam sonu gelmez diye korkuyorum.

Blogların takip edilirliğinde bir düşüş var gerçi ama hala düzenli olarak takip ettiğin bloglar var mı?

Açıkçası düzenli olarak blog takip etmiyorum. Bunda hem iş yoğunluğumun, hem de iş dışındaki “üretim” yoğunluğumun etkisi büyük. Daha çok kitaplarla haşır neşir olmayı tercih ve tavsiye ediyorum. Hiçbir internet mecrası, bir kitabın sayfasındaki kat izinin gölgesini bile dolduramaz benim gözümde.

Tarihle alakalı olanlara fiks sorduğum sorulardan biridir; tarihte en çok ilgini çeken figür hangisi ve neden?

Fatih Sultan Mehmed derim hemen. Bir elinde kendi kültürünün, diğer elinde batı kültürünün kitaplarını tutmuş, birçok dile en azından hakim olmaya çalışmış, şair ve bilgin görünce onlardan sonuna kadar “almaya” gayret göstermiş, hükümdarlığının ve komutanlığının dışında şairliği ve mütevazılığıyla da yüreğini kabul ettirip yüreklerde kıyamete kadar yaşayacak başka bir isim bulamıyorum.




 “Boğaz manzarasına karşı içilen çay ve yanımda da sevgilim olsun, gözüm çok yükseklerde değil” diyebilir misin?

Bu cümlenin altına sanırım imzamı atarım. Beni tanıdığından mütevellit bu kadar klas bir pas attığını düşünüyor, gol sevinci olarak parmağımla seni işaret etmeyi tercih ediyorum.

Çok okuduğun için mi gözlük kullanıyorsun yoksa o gözlüklerle mi doğdun? :)

Galiba gözlüklerimle doğdum. O kadar eski mazimiz, 8 yaşımdan beri kullanıyorum, hiçbir zaman da hayatıma bir engel olarak görmedim. Düşünüyorum da, hayatımda su kadar önemli bir ihtiyaç gözlüğüm. O yoksa, ışık da yok.

İnternet üzerinden tanıdığın kişilerle bir dergi çıkarma fikrin olsa, kimlerle çalışmak isterdin? Kim hangi konuda yazardı mesela?

Kıymetli dostum Immo Guitti ile dergiden vazgeçtim düğün davetiyesi için bile çalışmak isterdim.

Başucu kitabın var mı?

“Başucu, ayakucu kitabı” kavramına çok karşıyım. Kasım ayından beri Mesnevi, yatağımın kıyısında duruyor. Huzurlu bir uyku için, ayakları uzatmadan evvel okunmasını hararetle tavsiye ederim.

Ve başucu öğüdün var mı? Hiç aklından çıkarmadığın…

Murâdi'nin yani III.Murad'ın harikulade bir bestesi vardır: “Uyan ey gözlerim, gafletten uyan.”... Gaflette olduğumu düşündüğüm an aklımdan çıkarıp kalbime yeniden ve yeniden işlerim bu sözü.

Bir Galatasaraylının malum olaylardan sonra Roma’ya hala sempati duyabilmesi hep garip gelmiştir bana. Galatasaraylılardan tepki gelmiyor mu sana hiç?

Başlarda geliyordu, sonra onlar da muhtemelen tepki göstermenin altında mantıklı bir sebep bulamadılar ve vazgeçtiler. Malum olayları kulüpler bazında değerlendirmemek lazım. Neticede futbolcu bile transfer ettik Roma'dan. İlber Ortaylı, “Hepimiz Roma'lıyız” derken güzel şeylere parmak basıyor. Okumak lazım. İçi boş nefrete, dalkavukluğa karşıyım.

Hakan Şükür’ün milletvekili performansını şu ana dek nasıl buluyorsun?

Gayet iyi buluyorum. Meclisin sakin, kültürlü, “işin içinden gelme” adamlara ihtiyacı var. Hakan Şükür bence çok daha başarılı işlerin altına imzasını atacak, Türk futbol tarihinin dışında siyasi tarihin içine de adını altın harflerle kazıyacaktır.

Yalan söyleyen tarih gerçekten utansın mı?  

Yalan söyleyen tarih, cehennemin dibinde cayır cayır yansın.

Senin için “çay insanı” diyebilir miyiz? (öyleymişsin gibi duruyor uzaktan) Çay ve kahve arasında ayrım yapar mısın?

Sudan sonra çaydır benim için. Bazen suyun da önüne geçiyor. Çay konusunda beni sanırım Cahit Zarifoğlu'nun şu dizeleri tarif ediyor: “Ve oturdu mu bir masaya / hakkını verir çay içmenin”..

Son soru: bu ülkenin geleceğini nasıl görüyorsun? Umutlu musun?

Umutsuz yaşanmaz. Bu ülke binlerce yıldır umutla yaşadı, umutla da yaşayıp yaşatmaya devam edecektir. Sevgi ve dostlukla kıymetli kardeşim.


0 comments: