Cuma, Ekim 16, 2009

İlki İle Sonuncusu Arasına 'Ömür' Denir


Filmi izlemeyenleri baştan uyarmak isterim. Yazının bazı yerlerinde "spoiler" diye tanımlanabilecek cümleler mevcuttur. Okuduktan sonra pişman olmayasınız.

Öncelikle bu filmi eminim ki birileri başarısız bulduklarını söylerken, yine birileri "enfes" diye nitelendirecek. Kendimi bu iki çizginin ötesine taşıyarak gitmeye çabaladım Nefes filmine. Çok büyük beklentilerle gitmedim yani. İyi de yapmışım. Bu bakımdan film benim beklentilerimin ne çok üstündeydi ne de çok altında. Müthiş, şahane, bir başyapıt yorumları yapamam. Yahut işte bizim Full Metal Jacket'ımız da budur diyemem ama insanların zamanlarını ayırıp sinemaya gitmelerine değecek türden bir film olmuş derim. Bu gece iyi bir film izledim diye koyacağım kafamı yastığa mesela...

Aslında yukarıda yazdıklarım bir film eleştirisi kabilinden yorumlanamaz belki ama görüşlerimi daha iyi anlatması açısından böyle yazmam gerekiyor. Devam edeyim. Muhtemelen bu filmi askerliğini filmde resmedilen yerlerde yapanlar en çok sevecek olanlar. Zira bugüne kadar yaşadıklarını pek çok kişiye anlattılar ama herkes sadece doğal olarak dinlemekle yetinenebildi. Nefes'te belki %100 gerçeklikle bize oralarda yaşananları resmedemiyor ama en azından hadiseleri rütbelisinden en aşağıya er olan askerine kadar, onların bakış açısıyla yansıtmaya çalışıyor.

Filmin ilk yarısına vurucu bir sahneyle başlamak güzel bir giriş olmuş belki ama film boyunca devamında da benzer kalitede (duygusal açıdan ve gerilim anlamında) sahneler görmek istiyorsunuz ama filmin en harika kısmı herhalde başındaki içtima sahnesi. Diğer sahneler aynı tadı vemriyor. Yüzbaşı rolündeki Mete Horozoğlu "uyursan ölürsün" diye karşısına duran askerleri ve rütbelileri uyandırıp kendine getirmeye çalışırken, aslında seyirciyi de film boyunca genel olarak uyumaması konusunda hazırlıyor. Filmden alacağımız en büyük mesaj da bu zaten. Öyle kritik bir yerde askerlik yapıyorsan, ve tabir-i caizse her an savaşın ortasında kalabileceğin, daha doğrusu her zaman içerisinde olduğun bir savaştaysan, uyursan ölürsün hakikaten. Biz de bu gerçeğe uyanmalıyız.

Nefes filminin kadrosuyla ilgili çok yazı okumuştum. Genelde ciddi film deneyimleri olmayan oyuncuların bu film için seçildiği ve bir rütbeli personel tarafından eğitildiği yazıyordu. Bu çalışmalar gerçekten işe yaramış diyebiliriz. Askerlikten geleli daha 5 ay olmuş, bu bakımdan yorumum kusurlu olmaz herhalde. Öyle çok ciddi falsosu olan bir yanı yoktu filmin. Bir iki istisnahariç.. Onları da sonlara doğru yazarız.

Mete Horozoğlu

Mete Yüzbaşı rolündeki Mete Horozoğlu için söyleyeceğim birkaç cümle var ama önce yönetmen için birkaç kelam edeyim. Levent Semerci'nin ilk uzun metraj çalışması bildiğim kadarıyla. Daha önce klip yönetmenliği yaptığını biliyorum. Oldukça çetrefilli bir konunun filme alınmasına imza atmak önce cesaret ister. Bu konuda hakkını verelim. Geçelim haliyle bir savaş olduğu için onun nasıl aktarıldığına. Şimdi birileri kan var, birileri ölüyor, yok şöyle mermi sesleri abartı falan filan derse bu eleştiriyi saçma bulurum. Yahu nihayetinde bir savaş var orada. Biz sadece aynen filmde dediği gibi tv'de 45 saniyede şehit düşenleri görüp üzülüyor, sonra normale dönüyoruz haliyle ama birileri her gün orada o mermi ve bomba sesleri eşliğinde yaşıyor işte. Buna ister zorla gidiyoruz de, ister namus borcu de, ister kahramanlık de.. ama durum böyle işte. Savaşı, vurulanları, vuranları, ölenleri, yaralananları, ölümden döndürülenleri ve kan görüntülerini..her şeyin dozajı iyi ayarlanmış. Yeter artık bu ne ya?diye başınızı sağa sola çevireceğiniz kan gölü sahneleri yokmisal.. Belki karakol baskını sahnesini uzun bulanlar olacaktır ama dediğim gibi, bizim sadece 45 saniyede tv'de ölenleriyle bildiğimiz olayları bizi de içine katarak böyle anlatabilirlerdi işte. Empatinin böylesi.. Levent Semerci bu filmin ardından gelen eleştiriler arasından makul olanları alır ve yoluna devam ederse başarılı bir yönetmen olma sinyalleri verdiğini söyleyebiliriz. Aksiyon sahneleri gözü çok yormayan ama sadeliğiyle de kaliteyi yansıtabilen türdendi.

İlk başlarda bulutların sıkça kullanılmasını garipsemiştim ama film aktıkça bulutları çok manidar buldum.. Koskoca dağlarda gökyüzüne doğru kafanı kaldırdığında seni anlık alıp başka diyarlara götürebilecek tek şey bulutlar işte.. İster memleketine, ister sevdiğinin yanına... Gurbette askerlik yapan, nöbette yalnız kalan askerin yarenleridir bulutlar.

Filmin ilk yarısında bazı sahnelerin geçiş hızları biraz beni yorsa da, neyse ki ikinci yarıda bu sorunlu durum ortadan kalkmış.

Birkaç kelam da Yüzbaşı Mete karakterini canlandıran Mete Horozoğlu'na gelsin. Bence filmi almış götürmüş bu oyuncu. Bilmiyorum ben mi abartıyorum ama, hadiseyi genelden alıp özele göre yorumlamama sebep oldu hep. Çok içten oynamış izlenimi verdi bana. Gerçekten iyi hazırlanmış rolüne. Belki de onun film boyunca gösterdiği performans olmasa filmi başka türlü yorumlardım..Bu adamdan bahsetmezsek haksızlık olur. Gerçekten de filmin benim adıma iki önemli noktası vardı. Biri yukarıda değinmeye çalıştığım gibi, orada olanların yaşadıklarını en azından anlamaya çalışmamıza vesile olmamız istiyor film. Empatiye davet ediyor bizi.. Bir de Mete Yüzbaşı'yı izliyoruz. Eşinden hanidir uzak bir adam. Sorumluluğu ve pozisyonu gereği sert olması gereken bir adam ama aynı zamanda sevdiğinin hasretiyle birlikte, en yakın silah arkadaşını bir çatışmada kaybetmeyi bir türlü kabullenememenin verdiği sinir harbi. İnişli çıkışlı bir karakter. Bir yandan askerinin üstüne giden, sevgilisi için o kız başkasına gider imaları eden bir asker arkadaşı kıvamında espriler yaparken, öte yandan hemen iki saniye sonra çatışma öncesi durumun ne olduğuyla ilgili sorgulamalar yapan komutan edasında. Gidip gelen bir karakteri çok iyi canlandırmış Mete Horozoğlu. (Seni buraya en büyük asker bizim asker diye gönderdiler falan filan diye girip, bambaşka cümlelerle çıkıyor Doktor Asteğmen'in kafasından misal, hayli ilignç bir diyalogtu doğrusu)...Bu filmin kusursuz yanı nedir diye sorulsa, kesinlikle Mete Horozoğlu'nu işaret ederim.

götür beni gittiğin yere..

Bir de şunu yazmasam olmaz. Yıllardır hep merak ettiğim bir şeydi. Askerdeyken de bazı arkadaşların başına geldiğinde iyice kabul ettim. Askerde aldatılan adamlar var. Yahut askerde terk edilen. Belki de terk edenin kendince haklı sebepleri vardır ama sanırım bu filmi izlerken, ayrılmadan önce o adamların psikolojisini daha iyi düşünürler artık. Senin sayende rahat uyuyorum değil mi? hı hı? gibi abuk sabuk laflar eden sevgilisine bir şey diyemeyen bir asker var filmde. O an ne demesi beklenir ki ondan? Hiçbir söz neler yaşadığını tam anlatamaz. Bu illa sınırda görev yapmakla alakalı değil. Herhangi bir yer de olabilirdi.. Belki artık kızlar terk edip bırakırken birilerini, iki kere değil otuziki kere düşünür ne diyeyim. Duygusal boşluktayım, beni anla diyen karşı cins, belki de bu filmi izlediğinde, askerde olan erkek arkadaşının duygunun sanki hiç olmadığı sadece boşluğun olduğu o ortamı anlamaya çalışabilirler...

O kadar olumlu şey yazdın. Neyini beğenmedin? diyen olursa. Beğenmemek değil de, sanki işte bu da olsun der gibi koyulan bazı sahneler ve anlamlandıramadığım bazı şeyler vardı. Onları da artık daha az samimi mi buldum diyeyim, ne diyeyim bilemedim. Kısaca geçeyim o sahneleri de.. Filmin bir sahnesinde Doktor Asteğmen ile Yüzbaşı'nın çatışması çok yapay geldi. Filmdeki savaş asker-terörist değil de arkadaşını şehit veren komutan ile sevdiği kızı yaralayan ve ele geçiren komutana posta koymaya çabalayan doktor kod adlı terörist arasında gibiydi. Olay bayağı bir özele inmiş yani. Bunun sebebi de son zamanlardaki devlet politikasıyla alakalı olabilir (malum açılım meselesi). Bu insana ister istemez, acaba senaryoya sonradan başka şeyler mi eklendi sorusunu sorduruyor. Yine bu bağlamda seni öldürmeye çalışan, karakolunu basan ama daha sonra yerde yaralı yatarken son bir hamleyle seni öldürmeye çalışan teröristi fark edip silahı ona doğrulttuğun halde vazgeçip vurmamak bir erdemdir belki ama o hareket nedense pek sahici gelmedi. Adam öldürme meraklısı değilim de, askerin o psikolojik otramda sağduyusunu koruyabilmesi garip yani. Verilmek istenen mesajı kaptık ama. Orası ayrı (Türk askeri merhametlidir). Keza yine terörist başıyla komutanın telsiz çevrimlerindeki diyaloglarının siyasi tartışmaya dönüyor gibi olması da garipti. Ha, bu dediklerimi beğenenler de olmuştur ama ben takıldım. Son olarak askerden yeni gelmiş adamız dedik ya, içtimada "Bandırma" diyen tekmil verilir mi ulan? Askerlik yapanlar anlar ne demek istediğimi. İline göre tekmil verirsin. Adamın götünden şırıngayla kan alırlar lan Kamil! Hem de Yüzbaşı bütün bölüğü karşısına almış fırçalarken yapıyorsun bunu... Orası da küçük gözüken ama hatalı bir sahneydi.


Uzun lafın kısası, yazıyı hala buraya kadar okuyanlar varsa eğer, derim ki bence bu film bizim Full Metal Jacket'ımız değildir, öyle bir iddiası da yoktur herhalde. Ama gidip izlenilesi, vakit ayırılası bir filmdir. Filmdeki görüntü, ses ve müzik uyumunun beklentimin ötesinde olduğunu itiraf etmeliyim. Olayı da elinden geldiğince iyi anlatmayı becermiş bir film. Enfes, muazzam, ya da izlediğim en iyi Türk filmi falan değil ama özel bir film olarak kalacak aklımda. Bizim film boyunca yaşadığımız gerilimleri orada askerlik yapan ya da yaşayan vatandaşlarımızın attıkları her adımda, aldıkları her nefeste yaşadıklarını hissedebilmemiz, empati yapabilmemiz adına mühim bir filmdir. Tüylerim diken diken oldu, şöyle duygusala bağladım falan demiyorum bakın. Sadece farkında olmamız gerek, tıpkı Yüzbaşı Mete'nin "uyursan ölürsün" diye bağırıp uyandırmaya çalıştığı askerlerin o sözleri duyduğu ilk anlardaki ruh halindeydim filmin başından itibaren. Hala da öyleyim...

İster demokratım de, ister milliyetçi.. İstersen anti-militarist ol.. (ki gerçeği itiraf etmek gerekirse, militarize duyguların abartılmasını pek sevmeyen biri olarak kendimi bu çizgiye yakın hissedebilirim).. İstersen her neysen adını sen koy.. ama şunu unutma. Asla orada o savaşın içinde olan askerler ve halkın yaşadıklarını hiçbir zaman tam olarak anlayamayacaksın belki de. Fakat anlamak için yine de elinden geleni yap. Bunu fark et!...

***

Filmden akılda kalıcı sözler;

"...Ben de biliyorum böyle bir yere varılamayacağını. Ama senin İstanbul'da, Ankara'da olabilmen için benim yenilmemem gerek. Savaşın haklısı yoktur. Gün gelecek bu da bitecek. Bitmeyen savaş yoktur".

"...yemin ediyorum seni kendi ellerimle vururum, altına da imzamı atarım 'eğitim zayiatı' diye.."

"Aşk büyük şehirlere küçük gelir"

"Nefes..İlki ile sonuncusu arasına ömür denir"

3 comments:

burusvilis dedi ki...

filmle ilgili okuduğum en dürüst ve akılcı yorum diyebilirim.sadece senaryonun günlük siyasi durumlara göre değişmesi önsezisinin tutmadığını söyleyebilirim çünkü filmin çekim süreci 2008 aralık ayında bitti.

Adsız dedi ki...

telefonda futbol muhabbeti yapan, en büyük Fener diyen asker..beni aldı askerlik yaptığım yere, o günlere götürdü :)

melih

Volkan Yavaş dedi ki...

bu filmi açiklayan tek kelime "empati"dir.Siyasi görüs ve statü ne olursa olsun,cinsiyet,yas,zeka seviyesi...ne olursa olsun,bu film insanlara empati kurabilmeyi asilamaya çalisiyor.Bedelli askerligin çikmasini bekleyen tikiye de,askerde olan sevgilisinden ayrilmayi düsünen kiza da,oglu askerde olan anaya da bu film birseyler katacaktir.Lakin su da bir gerçektir ki her askerlik böyle degildir,giden bilir.Ama içinde ufacik vatan sevgisi olan kisi, kendi yaptigi askerligin manasizligini düsünür ve hep orada,sinirda olmak,sinirda nefes almak ister,askerligine anlam katmak ister.Filmde de böyle bir karakter vardi zaten.
Sonuç olarak, kesinlikle izlenilmesi gereken bir film,orteganin yorumlari da yeterince açiklayici ve güzel.