Perşembe, Kasım 08, 2007

Fenerbahçe 2-0 PSV


Sanırım sabretmemizin, sabretmeyi öğrenmemizin karşılığını almaya başladık. Yıllardır tek amacı Galatasaray'ı yenmekmiş gibi yaşaması gereken taraftar topluluğu gibi uyutulduk. Onlar Uefa kupasını alırken, biz ASY'deki 0-1lik maçla güldük, eğlendik.. Daha sonra Aziz Yıldırım geldi. Çok kızdık, çok küfrettik ama yeri geldiğinde hakkını da verdik. Hala da nefretim sevgimden fazladır,lakin bir gerçek var; bu adam geldiği ilk günden beri bu işi kafaya koydu, Fenerbahçe'nin yüzünü Avrupa'ya çevirdi, Edirne ötesindeki başarıları hayal etti. Bu yolda "0 puan çektik, United'dan 6 yedik, olmadık maçlar verdik" belki..fakat sürekli aşama kaydettik. Hani düşe düşe bisikletin üstünde durmayı, onu kullanmayı öğrenirsin yaa..işte aynen öyle. Biz ısrarla bu topçularla bu iş olmaz, Zico futboldan anlamıyor dedik(hocalıktan bahsediyorum tabii) ama başkan, hocanın arkasında durdu. Gerçi kimisi bunu diktatörlük olarak yorumlayabilir. Medyaya, taraftara gider yapmak gibi de kabul edebilir. Kısmen doğru da olabilir bu görüş ama bugün takım şu noktaya gelmişse, Aziz Yıldırım'ın daha haklı olduğu aşikar. Yıldırım "sadece saha içi başarıların yeterli olmadığını" söylediğinde, kimi çevreler bunu istedikleri biçimde algılamış ve olayı haram puanlara bağlamıştı ama adamın esasında demek istediğini anlamadık, anlamak istemedik belki de.




Dünya kulubü olmayı hayal ediyorsanız, bir dünya kulubünde olması gereken şeyleri sahip olmalısınız. Başkanın demek istediği bu idi aslında. Gerek tesisleşme olsun, gerekse kurumsallaşma açısından... Galatasaray bu konularda Fenerbahçe'nin çok önündeydi, hepimiz o günleri hatırlarız. Fenerbahçe gruplar tarafından idare edilen bir batakhane gibiydi adeta. Herhangi bir başarısızlığın ardından akbabalar gibi camianın üstüne çöreklenirdi bu gruplar. Şimdi bakıyorum da nereden nereye.. Deivid'e sabır gösterdi bu tribünler, belki hala bireysel tepkiler vardır, ki bunun önüne geçmeye imkan yok zaten ama buradaki vurgulamak istediğim nokta es geçilmiyordur umarım. Deivid bundan 10-15 sene önce kadromuzda bulunsaydı, 2 maç sonra ülkesine yollanmıştı. Biz ilk geldiği günlerde "bu adam topçu mu yahu? bildiğin sütoğlan" diye çok dalga geçtik, tribünler ıslıkladı onu, yuhaladı..sonra ne oldu? Adam 4 puan kazandırdı şimdiden.. ya Deniz Barış olayı? Eski günleri özlemle anarız hep, Efsane Maraton hatıralarından dolayı ama kötü anılar da mevcut. Deniz Barış'a kim katlanırdı acaba o günlerde..yahut en önemlisi Zico'ya. Fevri düşünmeyen biri olarak tanımlarım kendimi ama benim kafamda bile CSKA maçına kadar "Bu Zico gitsin ya, daha iyi oluruz" düşünceleri hakimken, şimdi morarmanın verdiği dayanılmaz hafiflik var. Fenerbahçe tribünleri sabretmeyi öğrendi, takıma güvenmeyi, onlara inanmayı öğrendi. Sağolsun, topçular da inandı bizim gibi.. Gerisi ortada.. Tesisleşme demiştik, onu da herkes kabul eder herhalde. Fenerbahçe, Aziz Yıldırım önderliğinde bu konuda ciddi bir atılım yaptı. Bu arada Aziz Yıldırım'ı öven bir yazı gibi oldu ama hala bu adamı sevmiyorum, orası ayrı.. Çelişki di mi? Bence de...


2000 yılında Gs'nin yakaladığı muazzam havada Terim'in oyun kurgusu kadar, elindeki müthiş yabancılar da önemliydi. Hagi gibi bir lider vardı, kale desen Taffarel'le emin ellerdeydi, defansta Popescu gibi bir dahi.. Şimdi çok şükür bu gözler Roberto Carlos gibi bir futbol dehasını canlı canlı, Fenerbahçe formasıyla izliyor.. tıpkı benim gibi tüm Türkler izliyor tabii.. Öyle sanıyorum ki, diğer takımları tutan kişiler de, Fenerbahçe'nin R.Carlos'la değişen çehresi sayesinde, bu takıma daha bir sepmatiyle bakar oldular. Çevremdeki insanları gözlemiyorum, eskiden "yahu bir türlü Fenerbahçe'yi destekleyemiyorum bu Avrupa maçlarında" diyen kişiler, bugün Fenerbahçe gol attığında, benimle birlikte gol sevincini yaşıyorlar, maçtan sonra arıyorlar, mesajlar atıp tebrik ediyorlar.. Bu başarıda R.Carlos'un katkısını görmemek aptallık olur herhalde.. 10 tane adam alacağına, bir tane al, R.Carlos gibi olsun, alem de hayran olsun..


İlk golden sonra böyle sevinmişti Colin Kazım. Maçtan sonra öğrendik ki, bir gün önce 17 yaşındaki yeğenini kaybetmiş. Çok zor bir durum gerçekten. Kazım, bu olayı maç öncesi kimseye söylememiş, maç sonrası soyunma odasında anlatmış, duygusal dakikalar yaşanmış haliyle. İlk transfer edildiğinde "Beşiktaş'ı atlatma" derdiyle alınmış bir oyuncu izlenimi uyandırmıştı ama her geçen gün tribünlerin sevgisini ve saygısını kazanıyor. Topla biraz daha az oynarsa, bizim yeni Anelka'mız olabilir belki.. peki, tamam tamam..biliyorum, abarttım..
Maçtan önce Allah utandırmasın! demiştim.. çok şükür utandırmadı. Tribünler ise çok sağlamdı. Son 20 dk.yı saymazsak tabii. 2-0 önde olan bir takım tribünlerinden "dale cavase" gazlaması yerine, daha coşkulu bir performans bekledim açıkçası.. Haa, bi de bu maça gidemedim ya..ben ona yanıyorum..

0 comments: