Cuma, Ekim 27, 2006

Küfürsüz Hokkabaz


Mazhar Alanson filmin Gala'sında Cem Yılmaz için "Türkiye yeni bir Charlie Chaplin kazanıyor" demişti. Cem Yılmaz'a olan inancı ve birlikte kaliteli bir iş çıkarmanın vermiş olduğu gazla bu lafı etmiş olabilir, bilemiyorum, tam emin değilim bu konuda. Ben daha çok Cem Yılmaz'ın sinema geçmişinin hafiften Jim Carrey'le uyuştuğunu düşünüyorum. Bu da iddialı bir yorum aslında, Mazhar ağabey kadar abartamadım tabi Smile

Carrey "Mask" ile kendini göstermişti, ardından "Liar Liar" , "Dumb & Dumber" filmleri ve tabi ki Ace Ventura olarak bizleri yere yatırmıştı ( genelleme yapmasam mı ?)Neyse fazla uzatmadan devam edeyim, 98 tarihli "Truman Show" ile Hollywood çevrelerine "Bakın genjler! Ben sadece bir şaklaban değilim, aynı zamanda sağlam bir dram oyuncusu da olabilirim" mesajını vermişti. Zaten bu filmden sonra "Majestic" ve " Eternal Sunshine..." ile birçok ağır abi modundaki eleştirmen tayfasına da kendini kabul ettirmişti. Şimdi bu kadar cümleyi neden kurdum? Öyle sanıyorum ki, Cem Yılmaz da benzer bir mesaj verme derdinde. Ortak kanıdır "Bir çırpıda sadece şaklaban yaftası yapıştırılan komedyenler, kendilerini başka türlerde de ispatlama adına hemen bir dram'da oynamaya and içerler. Sınavı geçip, başarılı olanlar, artık karakter oyuncusu olarak anılmaya başlayabilirler" Cem Yılmaz "Her şey çok güzel olacak" filmiyle bu işe başladı ama daha önce yapmış olduğu sahne şovları ve Tv'ye yansıyan halleriyle bizi sadece güldürebilen bir kişiydi fakat o daha fazlası olduğunu ispatlama derdine düştü ve karşımıza "Hokkabaz" olarak çıktı. Belki de cidden hokkabazdı. Gözümüzü türlü ilüzyon hileleriyle boyadı ama bir gerçek var ki, ilk filmi "Her şey çok güzel olacak"ın ardından Türk sinemasının tarihine sağlam bir film daha bırakmış oldu.

Filme ve oyunculuklara dönecek olursak. Cem Yılmaz yine bir "Loser" rolünde ve gayet iyi ama filmi götüren esas isim Mazhar Alanson. Leonard Cohen gırtlağına sahip olmasının yanı sıra, aynı zamanda sağlam rol kesen biri olduğunu kanıtladı diye düşünüyorum. Maradona rolündeki Tuna Orhan da iyi iş çıkarmış. Filmi götüren bu üçlü zaten. Filmin büyük bir kısmında onlarla aynı araçta olsa da oyunculuk adına yanlarına yaklaşamayacak olan bir Özlem Tekin vardı. Kendisine dövmeleriyle birlikte müzik yaşamında başarılar dilemek en iyisi sanırım. Güzel bir senaryo ve eş derece güzel oyunculuklarla bezenmiş hoş bir filmdi. Ne olursa olsun izlenmeye değer bir film. Önyargıyla yaklaşmadan izlemek en iyisi...

-Engelli 400 mt.
-Çanakkale zaten geçilmez oğlum

Cuma, Ekim 13, 2006

Çekkk bir Nobel...


Beklenen oldu. Nur topu gibi bir nobelimiz oldu. Fakat düşünmekteyim, "Türkiyede 30 bin kürt öldürüldü 1 milyon da ermeni" desem bana da 1,4 milyon dolar verirler miydi acep?

Bugüne kadar Nobel ödülü alan yazarların bir kısmı (kimine göre çoğunluğu) kendi ülkelerinde tartışılan, yer yer vatan haini bile ilan edilmiş kişilerdir. Örneğin Nobel edebiyat ödülü 2004'te Avusturya'daki tutuculuğa yönelttiği eleştirilerle tanınan Elfriede Jelinek'e, 2005'te de ülkesinin Irak Savaşı'na bulaşmasına şiddetle karşı çıkan İngiliz oyun yazarı Harold Pinter'e verildi. Bu konuda eski solcu, bugünün liberallerinden Şahin Alpay beyefendi aynen şunu demiş. "Toplumlarına eleştirel gözle bakamayan, yani entelektüel vasıfları olmayan yazarların dünya çapında yaratıcılık gösterdikleri görülmüş şey midir?" Tamam buna eyvallah derim her zaman ama Orhan Pamuk mevzusuna bu kadar sığ mı bakılır Allah aşkına? Ben mi çabuk celallendim diyorum bu işe, çözemedim bir türlü. Görmediğim bir gerçek varsa gösterin Mösyö Alpay...

Pazar, Ekim 08, 2006

Halet-i ruhiye



Yalnızsın Artık

“Yalnızsın artık, kalabalıklara bir yabancı daha eklendi” dedi. ”Nasıl, kim terk etti beni? Kim karıştı kalabalıklar arasına…” dedim merakla. “Görmek istemeyen bakmazmış. Bakmadığın için görmüyorsun haliyle” dedi ve ruh penceremden çıkıp, beni dertlere düçar eyledi.

Buradayım yine, odamda, yatağımda. Yitip giden her düşün ardından kendimle baş başa kaldığım tek yerde. Kalabalıklar yok burada. Yalnızım. Belki de o haklı. Ben kalabalıklara karışamıyorum. Hep uzağım onlardan, karıştığım takdirde kalabalıklar içindeki yalnızlığı oynayacağımı biliyorum. Yalnız kalmak istemiyorum ama onların arasına da karışamıyorum.

Giderek artıyor kalabalıklar, artıyor betonarme binalar ve o binaların içerisinde yaşayan betonarme hayallere sahip insanlar. Önce “bir evimiz olsun” diye başlıyor her şey. ”Sonra bir yazlığımız, daha sonra birkaç ev daha alırız. Bu devirde yaşamak zor. Mal sahibi olmak gerek”. Görmüyor ki, sahip olduğu şeyler bir gün geliyor ona sahip oluyor. İnsanoğlu tamahkardır, hep bir fazlasını ister ama nedense başkası için tam tersi.

Giderek artıyor kalabalıklar ve arttıkça kalabalık, artıyordu yalnızlık…

Bu devirde araba lazım her ademoğluna, eskiden binekmiş ihtiyaç duyulan, şimdi de dört tekerli ayağımızı yerden kesecek yapıda bir otomobil olmalı bunun karşılığı. Öyle çok lüks bişey değil isteğimiz, dedim ya, ayağımızı yerden kessin yeter. Hep öyle olur zaten. Ama hep daha fazlasını ister insanoğlu, bir üst modelini, en yenisini, “0” model olanını. Hiçbir zaman “0” ı arzulamaz kimse, ama mevzu bahis bir otomobilse değişir tabi işler.

Giderek artıyor kalabalıklar ve arttıkça kalabalık, artıyordu yalnızlık…

Unutuyor insan, unutmaya programlı değil oysa. Olsa olsa hatırlamaya programlı olmalı. Düşündüğü için farklı ya evrendeki diğerlerinden. Düşünme yetisine sahip, hatırlasın o zaman her şeyi, niye unutuyor ki…Heyhat! Unutacak, istesen de istemesen de… Sende unutacaksın. Oyunun kuralı bu. Nasıl değiştiriyorsan evini, arabanı hatta hayallerini, değiştireceksin onu da. Ve devam edeceksin hayalindeki adsız kadını aramaya ve her kötü deneyiminde, tadına bakıpta beğenmediğin ekşi yemek hissi verecek hepsi…

Giderek artıyor kalabalıklar ve arttıkça kalabalık, artıyordu yalnızlık…

“Küçükken senin de hayallerin var mıydı?”
“Evet, vardı. Hayaller mutlu bir çocukluğun anahtarıdır çoğu zaman.”
“Peki ya şimdi?”
“Şimdi hayallere ayıracak vaktim yok”
“İnsan büyüdükçe hayalleri küçülür mü” diye sordu ufaklık…

Giderek artıyor kalabalıklar ve arttıkça kalabalık, artıyordu yalnızlık…

Evet azalıyor hayaller, azalıyor çocukça düşünceler/düşler. Hayallerin bittiği yerde bitiyor içindeki çocuğun vazifesi. Ve o da tıpkı diğerleri gibi terk ediyor seni. Anlıyorsun ruhundaki üşümenin sebebini. Anlamaya başlıyorsun her şeyi, iş işten geçmiş olsa da…

“Yalnızsın artık, kalabalıklara bir yabancı daha eklendi” dedi…

Giderek artıyor kalabalıklar ve arttıkça kalabalık, artıyordu yalnızlık…

Denemeden duramadım


Malum artık şu sanal dünyanın sınırı falan kalmadı. Oturduğumuz yerden dünyanın öte yakasında kim ne halt yiyor hepsini öğrenebiliyoruz. Ben de boş vakti çok olan biri olarak blog açayım bari dedim. Siz de benim ne halt yediğimi öğrenin (çok matah ya =)) Ne kadar peşinde koşarım bu işin bilmiyorum ama şimdilik sardı beni. Yorumlarınızı esirgemezseniz sevinir bu fani beden...

Herkes bir gün 5 dakikalığına da olsa Montaigne olacak :)

Başlıksız Yazı

 En son 2018'de Fenerbahçe'de bir şeylerin değişeceğine, eski düzenin yok olacağına inanarak bir yazı karalamışım. Ali Koç'tan n...