Perşembe, Temmuz 30, 2009

Siz Hiç Zahmet Etmeyin Ben Uydurdum Az Önce

Türk Spor Medyası için uydurulmuş bir adet hazır Elano gelmeden öne Vassel'i aradı haberi;

Galatasaray'ın M.City'den transfer ettiği Brezilyalı oyuncu Elano. Transferden önce Ankaragücü'nün flaş transferi ve aynı zamanda eski takım arkadaşı Vassel'i aradı. "Galatasaray'dan teklif aldım hacı, n'apayım?" sorusuyla Vassel'e fikir danışan Elano, eski takım arkadaşının "Hiç düşünmeden git hafız. Türkiye Ligi sanılanın aksine gayet kaliteli ve mücadeleci bir lig. Maçlarda bayağı tekme yersin ama onu baştan belirteyim" cevabını vermesine üzerine, "Ulan sen ne ara maça çıktın orada, bizi mi yiyosun şimdi çakal" dediği öğrenildi.

Bunun üzerine telefonda karşılıklı gülüşen iki oyuncu, daha sonra Elano'nun "Yahu Haldun diye bir adam ilgileniyor benle. Adam çok ilginç. Sağ gösterip sol vuracakmış gibi bir hali var. Hani sanki beni değil de, evden başka birini transfer edecekmiş gibi duruyor lan" diyerek hayretini belirten Brezilyalı oyuncuya, eski takım arkadaşının "Haldun'u ben de duydum. Çok meşhur bir adammış Türkiye'de. Galatasaray taraftarı kız istemeye giderken Haldun'la gitme hayalleri kuruyormuş abi" diye espri yaptığı öğrenildi.

Bu espri üzerine uzun süre gülüştükleri öğrenilen iki oyuncu. Daha sonra Elano'nun, "Olm kol gibi girecek fatura, hala sadede gelemedin. İşin gücü geyik" uyarısıyla irkilen Vassel'in "Atla gel kanka ya, hiç düşünme. Şiş kebap, raki, boğaz. Ara sıra da Ankara'ya da uğramayı ihmal etme. Deplasmana geldiğin bir gün aspava'ya gideriz hatta" dediği öğrenildi.

Eski takım arkadaşından Galatasaray, Türkiye ve ülke futbolu hakkında önemli bilgiler alan Elano'nun hiç düşünmeden Galatasaray'ın teklifine evet dediği öğrenildi.

kaynak: gösterememşuanüstündeoturuyorumhaberajansı

Bakalım Elano'yu İlk Kim Alex'le Kıyaslayacak?

Galatasaray transferde iyi işler yapmaya devam ediyor. Haldun Üstünel tribün peşinde koşan Galatasaraylıların sevgilisiydi dün, bugün sanırım en entel dantel taraftarından tutun, 3G ile maç seyreden seyyar köfteciye kadar herkes Haldun Üstünel hayranı olmuştur.

Eminim ki, Haldun Üstünel Fenerbahçe yöneticisi olsaydı ve böyle önemli isimleri takıma kazandırsaydı, çok geçmeden Aziz Yıldırım tarafından ipi çekilirdi. İsminin camianın önüne geçtiği, ve kişisel şov yaptığı da iddia edilir, ardına teneke bağlanarak Antu vb. sitelerde küfürlerle hatırlanan eski bir yönetici olurdu. İşte gördüğünüz üzere her camianın olaya bakışı aynı olmuyor.

Elano girizgahta da belirttiğimiz üzere oldukça yerinde bir transfer. Galatasaray'da da başarılı olacağına eminim. Lincoln'ün bile doğru düzgün bir şey yapmadan uzun süre baş tacı olduğu bir takımda, eminim ki Elano kısa sürede tribünlerin sevgilisi olacaktır (bu kısmı Arda düşünsün). Ve bu durum da onu yeterince motive eder.

Bir ara Türkiye'ye gelen her oyuncuyu Hagi'yle kıyaslama ekolü vardı. O günler geride kaldı sonra, Alex'le kıyaslanmaya başladı yeni transferler (Alex de Hagi de tribünlerinin çok sevdiği, ve kimseyle kıyaslanmalarını istemedikleri isimlerdir, bu çabalar bu bağlamda hoş karşılanmaz aslında). Sanırım Elano da yakında bu tarz bir kıyaslamada ismi zikredilen bir oyuncu olacaktır. Bir ara Lincoln için hararetli tartışmalar yaşanmıştı ama herhalde dün Lincoln'ü öve öve bitiremeyenler sonradan Alex'e haksızlık yaptıklarını fark etmişlerdir.

Şimdi milli takımının formasını defalarca sırtına geçirmiş bir isim olan Elano geldi memlekete. Ama adam daha sahaya adımını atmadan yazıp çizmeye başlayacaktır değerli spor medyamız. . Bakalım ilk kim yapacak bu işi?

Çarşamba, Temmuz 29, 2009

Kamuoyuna Duyurulur

Ariel Ortega Blog yazarı olarak bendeniz, dün akşam oynanan Anderlecht-Sivasspor maçının ardından Bülent Uygun ve Sivasspor'la dalga geçen bir yazı yazmayacağımı, fotoğraflarla, esprilerle Sivasspor camiasıyla dalga geçmeyeceğimi belirtmek isterim.

Zaten bunları yapanlar yeterince mevcut futbol blogları aleminde.

Bu arada maçla ilgili en iyi analizi yaptığını düşündüğüm Noat Samisa'ya da selam ederim buradan.

Salı, Temmuz 28, 2009

El Burrito

Hürriyet Video'larını izlemek için Flash 7 veya daha yüksek eklenti yüklenmeniz gerekmektedir. Yüklemek için tıklayınız!!!

Ah ulan el burrito

Pazar, Temmuz 26, 2009

İstanbul'da Balık Olmak




not: bilgilendirme için Mono, Tarjeta Amarilla ve gkslsrt'ye teşekkürler.

Bilal Türkgüler


Gerçek hayatta tanımadığım etmediğim onlarca kişinin fotoğrafını buradan paylaşıyorum, kimi zaman üzerine üç beş kelam da ediyorum. Bi kere de arkadaşımızı atalım buraya, di mi ama?

Helal olsun be Bilal. İkinci kez çıktın Kadıköy'ün çimlerine. Şanslı adamsın vesselam. Umarım çok daha iyi yerlere gelirsin.

10 numara adamsın, en çok sana yakışırdı zaten 10 numara. Ortaokulda okul turnuvasında kupayı senin sayende aldıydık zaten. Unutmadım bak onu.

Cumartesi, Temmuz 25, 2009

Hido


"...Genç adam, bir gün eşiyle birlikte Eminönü'nde dolaşmaya çıkıyor. Kapalıçarşı, Nuruosmaniye, Sultanahmet derken, Yeni Cami'nin önüne dek geliniyor. Orada simit satan bir çocuk var. Genç adam yaklaşıyor:

Simidin kaça koç?

200 bin abi... Çıtır çıtır hem de.

Tezgâhta kaç simit var?

70-80 tane var herhalde.

Hepsini alsam ne tutar?

80 desen, 24 milyon.

Genç adam, eşinin şaşkın bakışları arasında 3 tane 10'luk çıkarıyor.

Al sana 30 milyon, farz et ki hepsini aldım.

Simitçi, "Sağ ol abi" diyor, mutluluk içerisinde, "Sağ ol..."

Birkaç adım atıyorlar... Eşi soruyor:

Sen deli misin?

"Yoo" diyor genç adam.

Peki, almadığın simitlerin parasını niye verdin?

"Boş ver, sorma" diyerek konuyu kapatmak istiyor.

Eşi ısrar ediyor, bu kez dayanamıyor, anlatıyor:

Tablanın kenarına dikkat ettin mi?

Hayır, etmedim.

Etsen, görecektin. Tahtaya kazılı bir isim vardı.

Ne ismi?

Hidayet!

"Yoksa" diyor eşi...

"Evet" diye devam ediyor sonra genç adam, "O tabla, eskiden benim simit sattığım tablaydı."

***

not: Zeki Çol'un Zaman gazetesindeki 15 Temmuz 2009 tarihli yazısından alıntıdır.

İstanbul

... can sıkıcı bir itiraf; hiçbirini İstanbul kadar sevmedim...

20

Fenerbahçe'nin bu akşam Boluspor'la Kadıköy'de yapacağı hazırlık maçının bilet fiyatlarına bakıyorum ve yuh diyorum.

20 liradan başlayan fiyatlar, 215 liraya kadar çıkıyor. Alt tarafı bir hazırlık maçı. Ayrıca bu sıcak yaz günlerinde, tribüne taraftar çekmen gerek. Komple dolu tribünler önünde oyuncularını da gaza getirecek bir ortam oluşturmak varken, tercih edilen yola bak.

Ben mi çok ters bakıyorum olaya nedir? Bir de kombine kart sahiplerine bu maç ücretsiz diye de not düşülmüş. Ücretli olsaydı bari. Daha güzel olurdu..

not: Boluspor'un 10 numarası, Bilal, ortaokuldan sınıf arkadaşımdır. İnşallah oynar bu akşam da, izlemiş oluruz Bilal'i de.

Perşembe, Temmuz 23, 2009

Çubuklu Yeter

Çubuklu candır, canandır.

Çarşamba, Temmuz 22, 2009

Özel Hayatın Mahremiyeti

İnternet öyle büyük bir deniz ki, alakalı alakasız her şeye kendinizi kasmadan ulaşmanız mümkün. Misal benim yıllar önce başımdan geçen bir olayı blogda yazmam ve akabinde Amerika'da okuyan bir okurun aynı tarihlerde aynı mekanlarda bulunmuş olması. Hatta bahsi geçen kişileri tanıyor olması gibi. Bana göre dünyanın öbür ucundan bu gerekli/gereksiz bilgiye ulaşmak müthiş bir şey ama bazen bu rahatlığın sizi zora düşüreceği, canınızı sıkacağı gerçeği de aklınızın bir ucunda kalmalı.

Son günlerde alem kafayı "twitter" ve "friendfeed" siteleriyle yiyor. Gerçi böyle dediğime bakmayınız. Ben de fırsat buldukça takılıyorum bu sitelerde (el burrito rumuzuyla arz-ı endam etmekteyiz oralarda). Bilmeyenler için nasıl tarif edeceğimi kestiremedim şu an. En iyisi ekşi sözlükte yazılanlara bakın bilgilendirme için deyip geçeyim bu faslı.

Efendim şimdi, bu iki siteyi pek çok ünlü de kullanmakta. Bendeniz de zaman zaman yerli yabancı bu ünlüleri takip ediyorum bahsi geçen sitelerden. Kimisi saçma sapan şeyler yazıp rezil durumlara düşüyor. Kimi ünlüler ise kameralar önünde görmeye fırsat bulamadığımız doğal hallerini sevenleriyle, sanal arakadaşlarıyla paylaşıyorlar.

Bu yazıda bahsetmek istediğim ünlü kişi ikinci türden. Sertab Erener'i friendfeed'de ilk gördüğümde şaşırmıştım. Aslına bakarsanız ünlüleri bu tarz sitelerde görmek artık şaşırtıcı değil ama kendisi tatil fotoğraflarını paylaşıyordu hayranlarıyla. Fotoğrafların altında yüzlerce yorum tabii. Hoşuma gitmişti bu doğallık. Hem Sertab Erener, hem de arkadaş listesindekiler sanki yıllardır tanışıyormuş gibi doğal bir muhabbet ortamı kurmuşlar kendilerine. Sertab Erener sorulan pek çok soruyu cevaplıyor, birçok kişiye samimi davranıyor. Hatta konser sonrası kuliste twitter arkadaşlarıyla bile görüşüyormuş. Bu güzel bir şey bence. İnternetin nimetlerinden biri diyebiliriz bu duruma.

Gelelim bir de işin olumsuz yanına. Belli paylaşımlarla arkadaşlara açtığınız özel hayatınızın kapısı, kimi zaman derdi başka olan kişilere de açık oluyor elbette. Yani, Sertab Erener camdan yansıyan bikinili görüntüsünün fotoğrafını çekiyor, ve bir gazete alıyor bu fotoğrafı haber yapıyor. Orada da özel hayatınıza değdirilmiş oluyor işte. Hadise sizin istemediğiniz bir boyuta geçiyor. Hatta olayı abartan bir başka gazete klasik 90-60-90 gazetecilik refleksleriyle yaklaşıyor olaya ve Sertab'ın göbeğinden haber çıkartmaya çalışıyorlar kendilerince. Zamanında yazmıştım, gazeteciliğin yeni ölçüsü 90-60-90'dır diye, hatırlayan olacaktır. Bu adamların gazetecilik anlayışı bu kadar işte. Mesleğim değildir gazetecilik ama eminim ki, gazeteciliğin tanımında bu adamların yaptıkları yoktur.

Buna insanların haber alma özgürlüğü, basının haber yapma özgürlüğü denmez öyle sanıyorum. Ama elden bir şey gelir mi, onu da hiç bilmiyorum açıkçası. Sertab Erener sorulan sorular üzerine, avukatının hadiseye el atacağını söylemiş. Bir şey çıkar mı, orası muamma dediğim gibi.

İnternet büyük bir nimet ama böyle kötü yanları da var işte. Misal aşağı yukarı çoğumuzu Facebook kullanıyoruz. Yaşadıklarımızı, hissettiklerimizi, fotoğraflarımızı listemizdekilerle paylaşıyoruz ama aynı zamanda art niyetli kişilerin de bunları ele geçirme, kötüye kullanma ihtimallerine de davetiye çıkarıyoruz. "Bizler alelade vatandaşlarız, sıra bize gelene kadar ohooo.." diyebilirsiniz, ama bu işler belli olmaz. Rüzgarın beklemediğiniz bir yerden esmeyeceğine garanti vermeniz zordur.

Bugün Sertab Erener'in başına gelen şeyi, "internete attığı fotoğrafın böyle kullanılabileceğini tahmin etmesi gerekiyordu" diye geçiştirenler de olacaktır. Ama ben buna da katılmıyorum. Birileri sürekli bizim nahoş bulduğumuz şeyleri yapıyor ve biz hep geçiştiriyoruz. Geçiştirdikçe de olay büyüyor. Bu oldukça rahatsız edici bir durum.

Sertab Erener'in mevzusuna neden böyle takıldım birden anlamıyorum bi de. Friendfeed sayesinde kendimi ona yakın hissettim herhalde, ondandır.

Salı, Temmuz 21, 2009

Andre Clarindo Dos Santos - Cristian Oliveira Baroni

"Brezilyalı Andre Clarindo Dos Santos ve Cristian Oliveira Baroni Fenerbahçe'de.
Fenerbahçemiz 2009/2010 sezonu öncesi kadrosunu iki Brezilyalı yıldızla güçlendirdi."

Fikir beyan etmek isteyen?

Güzel Adam

Fırsat bulup anca yazabiliyorum. Güzel Adam'dı Vedat Okyar. Onun Sergen sevgisini unutmayacağım, bir de esas Beşiktaşlı duruşunu.

Bir maç öncesi ya da sonrası olabilir, Sergen'i sormuşlardı ona. Sergen'li Beşiktaş'ın eksileri artıları hesabı... "Elimde 11 tane Sergen olsa, 11'ini de oynatırım" demişti. Lafı öyle fazla dallandırıp budaklandırmadan, düşündüklerini yalın biçimde söylüyordu. Güzel futbolu seven, güzel bir adamdı o.

Son günlerde sıkça gündeme gelen "Beşiktaşlı duruşu" tanımlamasına en çok uyan iki kişiden biriydi o (diğeri de Süleyman Seba'dır kanımca). Yıldırım Demirören ve Levent Erdoğan gibi değildi ama onun Beşiktaşlılık duruşu. Ne demek istediğim anlaşılmıştır diye umuyorum.

Lafı uzatmayalım, mevzu başka yerlere kaymasın, Allah rahmet eylesin, güzel adamdı Vedat Okyar.. Ve yine Orhan Şengürbüz için de Allah rahmet eylesin dileklerimi de ekleyeyim tabii.(Onun için de yazma fırsatı bulamamıştık malum)

Güiza - Daum

Bir utangaçlık durumu mevzubahis sanki..

Pazar, Temmuz 19, 2009

Toni Schumacher #3

Paşalı Birol'a da dikkat!

Hayaller

*13 yaşındaki bir erkeğin hayali furbolcu olmaktır, aynı yaştaki kiz çocuğununki ise evlenmek.
*17 yaşındaki bir erkeğin hayali milli olmak, olmadı üniversiteye başlamaktır, aynı yaştaki kizın ise evlenmek.
*22 yaşındaki bir erkeğin hayali okulu bitirip askere gitmektir, aynı yaştaki kadının ise evlenmek
*25 yaşındaki bir erkeğin düşüncesi iş bulup huzura ermeketir, kadınınki ise evlenmek
*30 yaşındaki bir erkeğin korkusu evlenmektir, kadının ise evde kalmak!

İşsizlik Üzerine

Tribün Dergi'den "Refet" yazmış. Bize de paylaşmak düşer (kendisinden izin aldık, onu da söyleyeyim). Malum işsizlik her daim gündemde olan bir mevzu. Refet de işsizlik bahsi üzerine hissettiklerini, ve gözlemlerini madde madde sıralamış. Tespitleri çok hoşuma gitti doğrusu.

***

*Hele evde siz uyumaya hazırlanırken , işe gitmek için kalkan biri varsa...Ve onunla gözgöze gelirseniz. Ya da duymasın diye uyuyor numarası da yapılabilir. Anneler anlar ama çaktırmazlar. Menejer oyanarsınız , dünyalar şampiyosunuzdur , saat 6 olmuştur , millet işe gitmektedir. İçerden kahvaltı kokusu gelir , peder beyin arko kokusu ..
*Şerefsiz Türksel sabahın körü mesaj atar. Yok bilmemne-cell 10 dakkası 0.4 kontür diye. Acaba iş görüşmesi mi diye heyecanlanırsınız.
* Algıda seçicilik heralde , ana haber bültenlerinde hep "işşizlik temalı" haberler çıkar. Gene ana yüreği "bu halimize de şükür" yorumları yapar.
*Anneler iyi niyetlidir ama olmadık işler bulurlar . "Şu banka eleman alıyormuş" . Aranan özelliklerin 4 tanesinden 1 i tutmasına rağmen yine de başvur derler.
* İşsiz olduğunu bilmelerine rağmen , devamlı üzerine gelen , gereksiz espriler yapan , kadın cinsel organı oğulları vardır. "Ooo beyimiz uyanmış , karpuz bile yata yata büyürmüş , gençsiniz olum gidin ekmeğinizi taştan çıkartın"
* İş arama siteleri başlı başına moral bozar. Elinizde belirli bir altın bilezik ya da spesifik bir diploma yoksa binlerce ilan arasında hayallere dalarsınız. Hele tekrar tekrar cv yapmak.
* Anneleri söyledik peki ya babalar. "Çok iyi arkadaşım" dedikleri adamlar başlarından savarlar sizi. "Hamili kart yakinimdir" diye kart veren tipler " bi cv sini yollasın bakalım" diye geçiştirirler. "Kriz zamanı tam adam almıyoruz ama havuzumuza atalım ilk fırsatta çağırırız" İlk fırsat dedikleri yaz mevsimi ise "kışa doğru işleri açılınca" kış ise "bahara doğru işler açılınca" dır
* Bir yere çıkayım dersiniz , maddi durum yoktur.Bunu sezen ve gören arkadaşlarınız sağolsunlar ısmarlamaya kalkarlar. Çok can sıkıcı bir durumdur. Hele yukarda bahsedilen "kadınlık cinsel organı oğlu" tipler olmuşlarsa can bildiğiniz dostlar :"Dur bizim bankada Hayri bey var, onun abisi oranın şefi , ben bi arayım , ayarlarız bişey", "İngilizce şart. Hatta o bile yetmiyo Almanca. Hele hele Rusça olsa . Şimdi Çince çok geçerli", " En güzelini yapıyosun , bak ben 3.5 milyar alıyorum , yemin ediyorum rezalet , tatili özledim"
(Belki bu buhranlı dönemlerin en iyi yanı bu , insanların iç yüzünü göstermesi)
* İnsanın kendine yatırım yaptığı bir dönemdir ayrıca. Aile dırdırından , etraf bakışlarından kurtulmak için kabuğuna çekilirsin. O kabukta entellektüel bakışın gelişir. Bir yönetmenin tüm filmleri veya bir yazarın tüm kitapları biter belki.
* Uzun yürüyüşler en iyi gelen şeylerdendir. Hem dükkan vitrinlerine bakar "bizimle çalışmak istermisiniz?" yazıları aranır.
* "En güzeli devlete kapağı atacaksın" nasihatlarının ardı arkası kesilmez.
* "X den sonra" cılar vardır. Size yardım edecektir ama askere git gel öyle ondan sonra bakarız der. Kişiye ve yere göre "Üniyi bitir sonra bakarız , sen hele bi evlen sonra bakarız , sen hele bir ehliyetini al sonra bakarız.." diye gider.
* İnsan kendiyle fena halde hesaplaşır. Bu yüzden de özgüven eksikliği yaratır uzun süren işsizlik. "Bir işe yaramıyorum" hissi bir süre sonra "ne iş olsa yaparımcılığa" ya da " armutun sapı üzümün çöpçülüğüne" dönüşür ( Zaten ne kaldı ki)
* Pskoloji bozulunca insan temiziğe vurur kendini. Tüm dolaplar aşşağıya iner , bilgisayar fanları sökülür . Dolaplardan çıkan eski eşyalar fena halde moral bozar ( Çözülmemiş , üzerinde kadro yapılmış öss testleri , edütten kaçıp gidilen maç biletleri...v.s) Bu pskoloji bozukluğu ile şahane arşivler çöpe atılmıştır kızgınlıktan.
* İşe yarayan diğer bir özellik hobi kazanmaktır. Kafa dağıtmak için girişilen bir uğraş hayatınız olur. Belki o işi meslek haline dönüştürmek bile geçer içinizden.

misafir yazar: refet

Haybeden Gerçeküstü Lakırtılar #17

* "Yönetim ne halkındır, ne halk tarafından yapılır, ne de halk içindir". Noam Chomsky

* 17 garip bir yaştır. Özgürlüklerle dolu bir hayata adım atacağınızı hayal ettiğiniz 18 yaşından bir evvelki yaş. 17'e heyecanla girersiniz. Sanki bir şey olacakmış gibi.. Hiçbir şey de olmaz aslında. En azından ben çevremdekilerde ve kendimde bunu gözlemledim. Ama güzel yaştır yine de 17... Şu an 17 yaşında olan okurlar kıymetini bilsinler.

* "Flying Dutchman Blog, futbol bloglarının Real Madrid'idir". (el burrito)

* Bir ortama yeni girmişsiniz. Grupta tanıdığınız eleman sayısı bir, bilemedin iki kişi ve sizin öyle ya da böyle o ortamda belirli bir müddet bulunmanız gerekiyor. İşte böyle durumlarda, zamandan soyutlanmak istediğim oluyor. Hele bir de ortama ilk girdiğiniz an var ya, ah o an yok mu... Diyelim ki kızlı erkekli bir grubun yanına gittiniz. O ilk selamı vermek ekseriyetle çok zordur. Tonlamayı ve zamanlamayı çok iyi ayarlamalısınız. Kaç genç heder olmuş ve de karizmasını çizdirmiştir böyle zamanlarda. Ben de tiksinirim açıkçası bu durumdan. Selam vermek kötü bir şey değildir elbet, sözlerim yanlış anlaşılmasın. Sadece yabancı olduğun bir ortama girerken, selam verme pozisyonu insanı hayli güç durumlara sokabiliyor. Selam sonrası, bir de tokalaşma, sarılma, öpme vs. aksiyonlar olabilir. Bana kalsa, çok kalabalık bir gruba girince selam verip kendine bir yer bulup oturmak en iyisidir, lakin bazen insanlar sizden daha fazlasını bekler. İşte böyle anlarda da karşı cinsle yaşanan gerilim vardır. Kim elini uzatır ya da kim tokalaşmak dahi istemez (bazı özel sebeplerden dolayı), bilemezsiniz. Kişilere ve onların tercihlerine ve inançlarına saygımız sonsuzdur ama kardeşim, kimsenin de alnında yazmıyor ki ne olduğu, nereden bileyim? Derdimi anlatabildim mi, emin değilim. Çok da meraklı değilimdir karşı cinsin elini sıkmaya, o da yanlış anlaşılmasın şimdi. Sadece beni tedirgin eden, "acaba karşımdakinin elini sıkmam/sıkmamam mı gerekiyordu?" gerginliğidir. Kimi zaman da elimin havada bir süre asılı kalmasıdır beni düşündüren.. Bazen de karşınızdaki sadece tokalaşmaktan yanadır, daha samimi olmak istemez (ki bence bu da anlaşır bir durumdur), siz o hengamede bunu fark edemeyebilirsiniz ve karşınızdakini öpme refkleksiyle öne doğru hamle yaparsınız (demek istediğim samimi olduğunuz birini öpmüşsünüzdür önce, sonra öpe öpe devam edeceğinizi zannedersiniz ya, o hesap işte). O an çok tehlikeli işte... Karşı taraf zoraki öne eğilip size karşılık verir misal, ama o zaman da "ulan çok mu samimi oldu?" sorunu başlar. Yahut karşı taraf tereddütte kalır ve öne doğru eğilmez, bu da sizi "çapkın, sapık" vb. alakalı alakasız pozisyonlara sokabilir. Bu da çok kötü bir durum. Neyse, bu bölümde bu kadar uzun madde yazmazdım normalde ama bazı sıkıntılarım var buna benzer hususlarda. En iyisi, uygun bir zamanda daha detaylı yazmak.

* Bir zamanlar blogda adı en çok zikredilen kişilerden biriydi Didem Erol. Oyunculuğu ve şöhretinden çok, verdiği demeçler hasebiyle buralarda yazıp çizdik hakkında. Hürriyet bir araştırma yapmış, ve bu araştırmaya göre Türkiye'nin en seksi 50 erkek, ve 50 kadını belirlenmiş. Kimler kime neden oy vermiş? Hepsi var araştırmada. Didem Erol o listede 27. sırada yer almış. Petek Dinçöz bile geçmiş onu. Bu araştırmayı gördü mü acaba Didemcim? Gördüyse yorumu nedir, çok merak ettim. Dur ben bir arayayım şunu, iyi oldu hatırlattınız.

* Blog açmaya, ve o blogu güncellemeye vakti olmayan ama bloglarda yazmak isteyen arkadaşlara blogumuz açık demiştik. Bu duyuruya beklediğimden fazla ilgi görmek beni memnun etti. Belirli zaman aralıklarında, blogun ruhuna uygun yazıları buradan yayımlacağımı belirtmek isterim. Blogun ruhu mu?

* Tüm Müslüman aleminin, mübarek Miraç Kandilini kutlarım.

* Ayrıca, 19 Dünya Fenerbahçeliler günümüz de kutlu olsun tabii ki.

* Yukarıdaki fotoğraf Montreal Limanı'ndan bu arada...

* "Herkesin üç kişiliği vardır; ortaya çıkardığı, sahip olduğu, sahip olduğunu sandığı". Alphonse Karr

Perşembe, Temmuz 16, 2009

Megan Fox - Jennifer's Body

Susmak İhanet Midir?

"Konuşmak bir ihtiyaç olabilir ama susmak kesinlikle bir sanattır."
Goethe

Çarşamba, Temmuz 15, 2009

Artık Hayatımızdan Çıksan Diyorum

"11 ay futbol oynadım. 1 ay tatil yapmak istiyorum"

Cumartesi, Temmuz 11, 2009

Toni Schumacher #2

foto: M.Oktay Özen

Günün Fotoğrafı: O İçimizden Biri

ABD Başkanı Barack Obama'nın da bizim gibi olduğunu, içimizden biri şeklinde sunulan reklam kampanyalarından hatırlıyorum. Bugüne kadar olup bitenler pek ilgimi çekmedi de, şu yukarıdaki kare "içimizden biri" olduğunun göstergesi.

İtalya'nın L'aqulia kentinde düzenlenen G-8 zirvesinde çekilmiş bu fotoğraf. Sarkozy'nin bakışına da ayrı dikkat.

Dış medya olayı "Obama'nın ilgilendiği kurtarma paketi" şeklinde sığ bir espriyle sunmuş. Demek ki bu tarz absürdlükler sadece bizde olmuyormuş.

Ve şöyle bir yorum daha yapmışlar ; "Dünyanın en güçlü adamı olabilir ama Barack Obama bile güzel bir kalçanın cazibesine duyarsız değildir".

Fotoğraftaki kız 16 yaşında bu arada. İsmi "Mayora Tavares". Feysbukta var mıdır acaba? Gerçi şu an herkes yüzükoyun uzanmakla meşgul orada.

Merakla Bekliyoruz, Durduğumuz Yerde Duramıyoruz

Konulu gazeteci Ayşe Arman, kendisinden beklenen hamleyi nihayet yapmış. Hürriyet'in internet sitesinde, "Ayşe karşı mahallede" başlığıyla sunulan haberde şöyle yazıyor.

"Ayşe Arman tesettüre girdi. Gece Reina'nın kapısını zorladı. İstanbul yetmedi İzmir'e gitti. Alsancak'ta yürüdü, Kordon'da çarşafa girdi. Ege'de karşı mahallenin tatil köylerini gezdi. Haşema giyip yüzdü. Türbanla vapura, uçağa, minibüse bindi. Mahalle baskısını ölçtü. Hissettiklerini yazdı. Sonra da mini etekle Fatih İsmailağa Caddesi'nde dolaştı. Soluk soluğa okuyacağınız yazı dizisi. YARIN HÜRRİYET PAZAR'DA"

Merakla bekliyoruz, yerimizde duramıyoruz valla. Ayşe Arman gibilerinin hayatlarındaki heyecan eksikliğinden dolayı, böyle işlere giriştiğini düşünüyorum. Belki biraz da "herkes beni izlesincilik" mevzusu da olabilir. Bi nevi popülarite kaygısı diye de adlandırabiliriz herhalde bunu. Bunun araştırmacı gazetecilikle alakası olduğuna inanmıyorum. Ama tabii bu "açık-kapalı" mevzusunu Ayşe Arman gibi bir isim irdeleyince, daha çok dikkat çekecektir. Bazı önyargılar su yüzüne çıkacaktır. Bu bağlamda yararlı bir çalışma olabilir yorumları yapılabilir. Ama belki işte. Zira bahsettiğimiz gazete Hürriyet ve araştırmayı yapan da Ayşe Arman. Bilmem anlatabildim mi ya da sözü Nihat Genç'e mi versek acaba? Tık tık...

Srebrenica Katliamının 14. Yıldönümü

Tam 14 yıl geçmiş üstünden.
Olayı bilmeyen varsa, şuradan okuyabilir.

Kulağa Hoş Gelen Futbolcu İsimleri

Yazının başlığı Tribün Dergi forumlarında aparılma oldu ama bu biraz da benim yazılara nasıl başlık atacağımı bilemememden kaynaklanıyor. Genelde başlığı yazıyı bitirdikten sonra atarım, ama diğer futbol blogcu arkadaşlar gibi öyle janjanlı başlıklar bulmayı beceremiyorum işte.

Neyse efendim, zamanında Per Mertesacker isminin ne kadar karizkatik bir tonu olduğundan bahseden bir yazı yazmıştım. Orada "aethewulf"un yaptığı hoş yorum hala aklımdadır misal. Yazıda karizmatik topçu isimleri listesi yapmaktan bahsetmiştik.O gün bugündür diyerekten girişelim mevzuya. İsimleri sıralamadan önce, Arjantinli futbolcuların isimlerini başlı başına karizmatik bulduğumu, daha sonra da Almanların ikinci sırayı paylaştığını itiraf etmeliyim..

Per Mertesacker
Dalien Atkinson
Dean Saunders
Omam Bıyık
Matthew Le Tissier
Celestine Babayaro
Tony Schumacher
Karl Heinz Rummenige
Peter Litbarski
Ole Gunnar Solskjaer
Alessandro Altobelli
Allessandro Del Piero
Steve McManaman
Steven Gerrard
Robin van Persie
Jimmy Floyd Hasselbaink
Jussi Jaaskelainen
John Leshiba Moshoeu
John Dahl Tomasson
Jan Vennegoor of Hesselink
Robert Prosinečki
Paul Breitner
Fabrizio Ravanelli
Gary Lineker
Shola Ameobi
Shaun Wright-Phillips
Mateja Kezman
Nicolas Anelka
Obafemi Martins
Andres Jose Fleurquin
Harry Kewell
Yordan Letchkov
Daniel Amokachi
Jay-Jay Okocha
Alex de Souza
Roberto Carlos
Bastian Schweinsteiger
Diego Armando Maradona
Claudio Caniggia
Hernan Jorge Crespo
Gabriel Omar Batistuta
Juan Pablo Aimar

ve tabii ki Ariel Arnaldo Ortega...

not: listenin ikinci kısmını da yazarız inşallah bir gün...

Korku Filmlerine Bir Türlü Anlam Verememek

Ya şimdi korku filmini vakit geçsin, hatunla takılayım, arkadaşlarımla izleyeyim onları korkuturum düşünceleriyle seyreden kişileri anlayabiliyorum, fakat bu türü ciddi manada takip eden, arşivini yapan kitleye ise bir anlam veremiyorum.

Garip bir tür korku türü. İnsan korkacağını bile bile izliyor işte. Çok ilginç değil mi? Heyecanlanıyor, tırsıyor, endişeye kapılıyor falan. Meseleye benim gibi "hadi canım sen de" gözüyle bakanların, mecbur kalmadıkça bir korku filmine yarım saatten fazla zaman ayırdıklarını sanmam. Çocukluğumda Freddy'den tırsardım biraz. O da yaşla alakalı zaten. Bir de Ziyaretçiler adında saykodelik bir dizi var, o kadardır korku türüne ilgim. Şimdi hem Hollywood, hem de bizim sinemacıların korku filmlerine bakıyorum. Fasa fiso. Uzak Doğu sineması diyorlar korku filmlerinde çok iyidir. Onları da geçiniz efendim.

Kaç tane film eleştirisi kitabı okudum, makale yazdım kendimce ama şu korku filmi furyasına bir türlü anlam veremiyorum. Bunca tantanaya değer mi? Nasıl bir akımdır da bu denli ilgi çekiyor, çözemedim. Girizgahta belirttiğim sebeplerden mütevellit izlenmesi doğal da, gerisi kusura bakmayın ama pek de normal bir şey değil bence.

Rachel Unitt

İsmi Rachel Unitt. İngiltere Bayan Futbol Milli Takımı'nda sol bek oynuyor. Aynı zamanda Everton Ladies takımının oyuncusu (Alper Ağabey tanıyordur belki...heheh).

27 yaşındaki güzel oyuncuyu Türkiye'de görmek isteriz. Tatilerde Bodrum'a, Marmaris'e falan gelmiyor mu acaba yahu? Aslına bakarsanız uzun uzun yazacaktım hatun kişiyle ilgili ama aklım güzelliğinde kaldı. Sıcaklardan herhalde.

Steffi Graf

free video hosting
Free Video Hosting


- Steffi benimle evlenir misin?
- Ne kadar paran var?

Genelde İngilizce yazıları, diyalogları pek çevirmem. Malum bizim memlekette herkes İngilizce konuşur, anlar. Lâkin bu kez çeviresim geldi. Her zaman yapmam ama böyle kıyak.

Bayan tenisine olan ilgim Steffi Graf'la başlamıştır. Onunla bitmiştir demeyeceğim, hala fırsat buldukça takip ederim de, çok büyük oyuncuydu. Aynı zaman da ne kadar zeki olduğunu bu videoda görüyoruz.

Nihat Doğan'dan Aforizmalar

"Menfi siyasetin zulmetli gözlükleri ile bakan, maalesef hakikati yalan, yalanı hakikat, meleği şeytan, şeytanı melek görür. Peştamal olan kişiyi de malesef peştamalsiz görür, yazar, çizer."

"Nihat Doğan sakal gibidir kestikçe daha gür çıkar."

"Şimdi bazı arkadaşlarımız film çekiyor,yapıyor. oysa bir tek yönetmen vardır, o da Allah'tır. Bizler ise sadece birer figüranız. Bizim yönetmenlikle işimiz olmaz."

"Bu bir savaştır ve benim de bu savaş filmindeki rolüm sakat sinektir."

"Size yemin billah ederim, ben adamı var ya sinek gibi ezerim."

"Seda!Helalimsin."

"Bunlar varya bunlar , sahte okeyler.."

"Benim gördüğüm bazı gerçekler bazı insanların kurduğu hayallerden daha gerçek."

"Biz sakat sinek olduğumuz gibi ebabil kuşu olmasını da biliriz."

"Allahımıza hamdolsun sanatsal olarak güzel bir olgunun içindeyim."

"Saygıda sıfır hatayla oynarım"

"Atatürk ne demiş yurtta sulh barışta sulh."

"Biz bir ışığız bizim yanımıza gelen aydınlanır uzaklaşan karanlıklaşır."

"Senin ruhun benim ruhum önünde diz çöküp tövbe eder."

***

Nihat Doğan'dan aforizmaları okudunuz efenim.

Turk

Dwight Howard: ''Türkoğlu, 5 yıldır burada. Benim için çok şey ifade ediyor. Takımda kalmasını çok isterdim. Türkoğlu, kariyerim boyunca gördüğüm en iyi asistçilerden biri. Önümüzdeki sezon şampiyonluğu başarabiliriz. Hidayet'siz olmak bizi üzer''

Dwight Howard blogundaki "Happy Day, Sad Day" başlıklı yazıda böyle demiş. Orjinal metnin olduğu sayfaya şuradan ulaşabilirsiniz.

Yeni Transferlere Kompozisyon Sınavı

Futbol bizim ülkemizde okulla beraber çok da sağlıklı götürülemeyecek bir spor olarak algılanıyor.Futbol oynamak niyetinde olanlar da nasılsa bu işte esşek yüküyle para var , o zaman ne kasacağız kendimizi mantığıyla hareket edip okulu ikinci plana ( hatta daha arkalara bir yere ) atıyorlar sanırım.Bu bir genelleme gibi gözükmekle beraber genel profilin bu olduğu futbolcularla yapılan röportajlar sırasında verdikleri cevaplardan anlaşılıyor.Bu arada okul hayatını dibine kadar yaşamış olan insanların da zaman zaman kendilerini ifade edemiyor olması , okullardaki eğitim sisteminin ne kadar sağlıklı olduğunu da gösteriyor ki bu da başka bir konu.
Olayın özüne gelecek olursak , yapmış olduğum gözlemlere göre kendini doğru olarak ifade edebilen , röportajlar sırasında klişe kelimeler kullanmayan futbolcular , profesyonel hayata daha kolay adapte olabilip ; takım içerisinde , takımın parçası olup aynı zamanda ön plana çıkmayı da başarabiliyorlar.Aykut Kocaman ( bkz. Türk futbol tarihine geçen açıklamaları ) , Oğuz Çetin , Hakan Şükür , Ertuğrul Sağlam ve yenilerden Arda Turan bu futbolculara verilecek örneklerden.Servet Çetin'in futbolunu geliştirirken kişisel gelişimininde aynı paralelde ilerlemiş olması bir başka dikkat çekici unsur sanırım.

Fenerbahçeli olmam sebebiyle bu seneki transferlerimizin röportajlarını bu detayları dikkate alarak izlediğimde Mehmet Topuz'un çok da başarılı olmayacağını buna karşılık Özer Hurmacı'nın ( nedense çok da gürültü koparmadı transferi ) daha başarılı bir performans göstereceğini tahmin ediyorum. Bekir İrtegün içinde , kendini takım içerisinde geliştireceğini ve fırsat bulursa sürekli üzerine koyarak zaman içerisinde çok başarılı olacağını düşünüyorum.Bu arada Ankragücü'nden alınan ve geçen sene hiç ortalarda gözükmeyen Abdulkadir de bu anlamda takip edilmesi gereken bir futbolcu.

Bu yazdıklarım gidip Eğitim Fakülteleri , Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden transferler yapalım anlamına gelmiyor tabii ama transferlerde seçici olurken bu konuyada dikkat edilse fena olmaz.Hazır Aykut Hoca'da kulüpte nihayet yeniden kendine yer bulmuşken , transfer öncesi bir kompozisyon sınavı fena olmaz diye düşünüyorum :)

misafir yazar: 931023

Cuma, Temmuz 10, 2009

Ortaya Karşık Transfer Dedikoduları

* Glasgow Rangers gözünü Juve'li Trezeguet'e dikmiş durumda. David takımında kalmak istiyormuş ama.

* Liverpool menajeri Rafa Benitez, Xavi Alonso ve Mascherano'nun takımdan ayrılacaklarına dair haberlere cevaben yine hiçbirini satmaya niyetleri olmadıklarını açıklamış.

* Eto'o cephesinden her gün bir yerlere gidiyor haberi çıkıyor yabancı medyada. İsmi zikredilen kulüpler sırasıyla; Milan, M.United ve M.City.

* Fenerbahçe'nin bir sol açık alacağı iddiası dönüyor kulislerde. İddia edilen isimler Robben ve Maxi Rodriguez. Bu arada Poulsen cephesinde her gün başka bir haber çıkıyor. Artık bu ismin laf olsun diye ortaya atıldığını, hedef saptırma amaçlı gündemde tutulduğunu düşünüyorum ben de. Gerçi Poulsen'in eşini ikna etmek için hediye edildiği iddia edilen bir takı meselesi var ama ne derece doğrudur bu haber bilinmez.

* Claudio Pizzaro'nun adı Monaco'yla anılmaya başlanmış. En azından goal.com öyle iddia ediyor.

* Patrick Vieira, Birmingham City'nin teklifini reddetmiş.

* Tuncay Şanlı için en çok parayı verdiği iddia edilen kulüp Aston Villa.

* Beşiktaş'ın Tabata olayını çözemeyenlerdenim. Gaziantepspor Başkanı oyuncumuza Beşiktaş talip derken, Beşiktaş cephesinden ise yok öyle bir şey açıklaması geliyor.

* Lugano'nun geri döneceğine ve anlaşma istediğine dair haberler var. Gel ne olursan ol yine gel. "Bir artistlik yapıp gittin ama Lugano'sun sen, cansın" diyerektan karşılasak ya onu.

Arda'nın 10 Numarası


Geçtiğimiz haftalarda Saba Tümer'in programına katılmıştı Arda Turan. Oldukça keyifli bir programdı. İzleyenler vardır muhakkak. Saba Tümer bir ara Arda'ya "10 numarayı giymek istemez misin?" diye sormuştu. Arda ise 10 numarayı giymek istemediğini, "Yok. 10 numara olmaz" diyerek belirtmişti.

Programı izleyenler hatırlayacaktır, biraz sert bir cevaptı bu ve Arda üzerine daha fazla konuşmadı. Vardır elbet haklı bir sebebi diye geçiştirmek mümkündü bu olayı ama bugün görüyoruz ki, Arda 10 numarayı kapmış. Ya Arda'ya baskı yaparak "10 numarayı sen alacaksın" dediler ya da Arda zaten dünden razı olarak istemem yan cebime koy modundayı ve de Saba Tümer'in programında laf olsun diye öyle dedi.

Yorum size ait..

Stevie

Bu sevdamız ölene dek sürecek...

not: bu arada blogun facebook grubunu açtık sağ köşede gördüğünüz gibi. ilgilenirseniz, yorum ve düşüncelerinizi yazarsanız mutlu oluruz... buyrun buradan yakın...

Perşembe, Temmuz 09, 2009

Yapma Bunu Yapma Bunu

Bu haber Noat Samisa için gelsin.. Sinema sitelerini kurcalarken karşımıza çıktı.

Daha önce Holivutçuların, Old Boy'u yeniden çekeceklerini yazmıştım. Noat Samisa ise hiç dokunmasınlar mümkünse demişti yorumlarda..

Ne yazık ki film tekrardan çekilecek...Başrolünde Will Smith olacak filmin ve de yapımcı koltuğunda da Steven Spielberg var. Son habere göre ise filmi Mark Protesevich'in yazması bekleniyormuş. I Am A Legend filminin yazarıdır bu abi ayrıca.

Sinema sitelerine göre Will Smith bu filmin bir yeniden yapımdan ziyade, orjinal filmin uyarlandığı çizgi romanın yeni bir uyarlaması olacağını söylemiş.

Yapma bunu yapma bunu, güzel bir şeyi iç etmeden duramıyorsunuz arkadaşım...

Entertainment Weekly: Beyaz Perde'nin En Yetenekli 20 Robotu


20. WALL-E, Wall-E (2008)



19. DİŞİ ROBOTLAR, Austin Powers: International Man of Mystery (1997)



18. BILL ve TED'İN KÖTÜ İKİZLERİ, Bill and Ted's Bogus Journey (1991)



17. MAXIMILIAN, The Black Hole (1979)


16. MECHAGODZILLA, Godzilla vs. Mechagodzilla (1974)


15. BISHOP (Lance Henriksen), Aliens (1986), Alien 3 (1992)


14. GUNSLINGER (Yul Brynner), Westworld (1973)


13. STEPFORD KADINLARI, The Stepford Wives (1975)



12. TOM SERVO ve CROW T. ROBOT, Mystery Science Theater 3000 (1996)


11. ROBBY, Forbidden Planet (1956)



10. MARIA (Brigitte Helm), Metropolis (1927)


9. JiGOLO JOE (Jude Law), A.I. Artificial Intelligence (2001)


8. GORT (Lock Martin), The Day the Earth Stood Still (1951)


7. IRON GIANT, The Iron Giant (1999)


6. ROBOCOP, RoboCop (1987), RoboCop 2 (1990), RoboCop 3 (1993)



5. ASH (Ian Holm), Alien (1979)


4. OPTIMUS PRIME, Transformers (2007), Transformers: Revenge of the Fallen (2009)


3. ÖNYÜZBAŞI DATA (Brent Spiner), Star Trek: Generations (1994), Star Trek: First Contact (1996), Star Trek: Insurrection (1998), ve Star Trek: Nemesis (2002)


2. TERMINATOR, MODEL T-800 (Arnold Schwarzenegger), The Terminator (1984), Terminator 2: Judgment Day (1991), Terminator 3: Rise of the Machines (2003)

1. R2-D2 ve C-3PO, Star Wars Saga (1977-2005)


kaynak:
http://www.ew.com/ew